Adıyaman’ın arkasındaki sır ne!

Adıyaman denilince birçoğumuzun aklına Türkiye’nin en muhafazakar kentlerinden biri, hatta son yıllarda giderek yükselen bir Cemaat, AKP’nin “yeni FETÖ” adayı Menzil ve 20 milyonluk lüks otomobillerle gezip, olimpik havuzlu villalarda oturan şeyhleri akla geliyor.

Açıkçası 31 Mart sabahı gaipten haber aldığını söyleyen biri gelip “Adıyaman’da seçimi CHP adayı kazanacak” deseydi eğer, muhtemelen bu kişiye “deli” gözü ile bakar “Yok daha neler” derdik.

Ancak 31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece “Daha neler” dediğimiz şey oluverdi, Adıyaman’da CHP adayı belediyle başkanlığını kazandı.

Hem de öyle 1-2 puan farkla, karakolda biten bir sonuçla değil, fark atarak, sözde muhafazakarlığın şampiyonu AKP’nin adayına fark atarak, neredeyse iki misli oy alarak.

İktidara eklemlenmiş Menzil şeyhlerinin “Oylarınızı AKP’ye verin” diyerek neredeyse cennet vaadi ile oy toplamaya çalıştığı bir yerde nasıl oldu da CHP adayı yüzde 49,74 oy alırken, AKP adayı yüzde 27,43’de kaldı?

Yanıt basit.

İnsanlıkla…

Dün CHP lideri Özgür Özel’e Adıyaman’daki bu tarihi zaferin arka planını sordum. O da anlattı.

CHP yönetimi, 6 Şubat Depremi’nin yıldönümünde, depremzede illere her biri 10 milletvekilinden oluşan 12 heyet yollamış.

Bu heyetler, depremzede illerdeki durumun röntgenini çekip eksikleri tespit etmiş, halkın şikayetlerini dinlemişler.

Adıyaman’a giden heyet, Ankara’ya dönüşte Özgür Özel’den bir randevu talep etmiş ve gelip izlenimlerini aktarmışlar. Bir şeyi özellikle belirtmişler.

“Belediye Başkan adayı olarak Abdurrahman Tutdere’yi gösterirsek Adıyaman’ı kazanırız.”

Nedenlerini de bir rapor halinde sunmuşlar.

Tutdere, 6 Şubat Depremi’nin ardından Adıyaman milletvekili olarak Adıyaman’a koşmuş.

Ve aylar boyunca Adıyaman’dan ayrılmadan her yere koşmuş, vatandaşın dertlerine derman olmaya çalışmış.

Öyle ki, bir süre sonra sakalları bir karış uzamış halde, üzerinde bazen günlerce değiştiremediği kıyafetleri ile kendisi de bir depremzede gibi görünür olmuş ama bıkmadan yorulmadan herkesi kucaklamış, herkese dokunmuş, sorun çözmüş, çözmeye çalışmış.

Bir yıl sonra CHP heyeti Adıyaman’a gittiğinde yaşlı, genç, kadın erkek, herkes “Bize Abdurrahman Tutdere lazım, bize onu gönderin” diyormuş.

Parti yönetimi de işte Adıyaman’ın bu talebini yerine getirmiş. Halkın istediğini, halkın önüne koymuş.

Halk da onu seçmiş, hem de imkansız denilen bir yerde.

Özgür Özel, “Biz çok acayip bir şey yapmadık. Halkın arzusunu yerine getirmek gibi çok kolay bir iş yaptık” dedi.

Siyaset aslında bu kadar basitti.

Halkın istediğini halka sunduğunuz zaman kazanıyordunuz.

Yeter ki kulağınızı halka verin.

Çevrenizi saran çıkar gruplarına değil.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun asla anlayamadığı buydu.

Kılıçdaroğlu’nu hasretle arayan Tayyip Erdoğan’ın da artık unuttuğu bu!

Özgür Özel ile sohbet

Dediğim gibi, dün Özgür Özel ile konuştuk biraz.

Seçim gecesi geç saatte kendisini aramıştım. Dün geri aradı.

“Seçim gecesi çok yoğundum. Kimseye geri dönemedim. Şimdi biraz rahatladım” dedi.

Kilis’te yağmur altında 45 dakika konuşarak kaybettiği sesi henüz tam düzelmemişti.

Yorgun ama mutluydu.

Seçim zaferine çok şaşırmamıştı.

Beklediği bir durumdu ama beklediğinden de iyi sonuçlar alındığını kabul ediyordu.

Kıl payı kaçan birkaç ilçe için üzgündü.

Ancak Manisa’daki sonuca kendi memleketinde olduğu için çok keyifli idi.

Bazı il belediyeleri için “Buralarda son CHP’li belediye başkanı rahmetli İsmet İnönü tek parti döneminde atamış. İlk kez sandıktan CHP çıktı bazı belediyelerde” diyerek mutluluğunu ifade ediyordu.

Ama bir zafer sarhoşluğu içinde değildi.

Seçim gecesi yaptığı konuşmayı, bu zaferi beklediği için önceden hazırlamıştı aslında.

O konuşma CHP’nin önümüzdeki dönemki davranış kodlarını da içeriyordu.

“Biz bu seçimde elde ettiğimiz sonuçları CHP’deki değişimi seçmene göstermek ve değişimin samimiyetini kanıtlamak için bir fırsat olarak değerlendireceğiz” dedi.

Bir zafer değil, zafere gidecek yolda bir büyük muharebe kazandıkları kanaatindeydi.

Rakibin yenilmez olmadığını görmüş ve göstermişlerdi.

AKP’nin artık toplumu analiz etmede başarılı olamadığını, halktan kopuk bir siyasi anlayışa büründüğünü düşünüyordu. CHP ise halka daha yakın durmaya başlamıştı ve bunu daha ileri taşıyacaktı.

Seçimdeki düşük katılım dikkat çekiciydi. “AKP seçmeni arasında sandığa gitmeyen, bize oy vermeyen ama AKP’ye de oy vermeyen bir grup var. Bizde de küskün bir seçmen bölümü var. Sandığa gitmeyen herkes AKP’li değil. Zannederim CHP’li olup CHP’ye küskün olanlarda barışmak çok zor olmayacak. AKP’li seçmenlere de bizden bu kadar uzak durmalarına gerek olmadığını gösterme fırsatı bulduk. CHP’nin onlarla hiçbir derdi olmadığını göstereceğiz. Kutuplaşmayı değil toplumsal barışı destekleyen bir parti olduğumuzu, kutuplaşmayı körükleyenlerin onların dostu olmadığını şimdi çok daha iyi anlatacağız. Geçen dönem aldığımız belediyelerde bunu gösterdik. Şimdi daha fazla yerde gösterme fırsatı bulacağız” dedi.

1984 değil, 1989

Muhalifler AK Parti iktidarını, Orwell’ın 1984 romanı ile tanımlıyordu. İktidarın antidemokratik icraatlarını romandaki öyküler ile benzeştiriyordu.

Meğer 1984 ile değil, 1989 ile tanımlamak gerekiyormuş.

Bu seçim 1989 yerel seçimlerinin karbon kopyasıdır.

Ve iktidarın tarihten ders almadığını, tarihin de ilkinde trajedi sonrasında da komedi olarak tekerrür ettiğinin göstergesidir.

1989’da Turgut Özal, benzer ekonomik koşullarda yerel yönetimleri elinde tutabilmek için koltuklara bağlı muhalefet belediyeleri ile halkı korkutarak oy toplamak istemişti.

O zamanın SHP’si ise bu “korkutma taktiğine” Yorum Ajans’ın meşhur “Limon gibi sıkılmak mı istiyorsunuz” kampanyası ile yanıt vermişti.

Ve o seçimde SHP ciddi bir oy artışı sağlamış ve Turgut Özal’ın ANAP’ına sıkı bir ders vermişti.

O günden sonra ANAP iflah olmadığı ve SHP de elde ettiği şansı kötü kullandığı için 1994 seçimlerini kazanamadı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1989’dan alamadığı dersi, CHP alırsa eğer önümüzdeki dönem iktidarın adayı olur.

Yok AKP gibi davranıp, en ucuz tecrübe olan başkasının hatasından ders alamaz ise alamaz ise eğer yine uzunca bir süre iktidar göremez.

AKP’ye gelince.

Bu tarz partiler, sandıkta bir kez boğulunca ANAP ve hatta DYP örneğinde olduğu gibi bir daha kendini zor toparlıyor.

Zannederim yine öyle olur.

Velev ki, şapkadan bir tavşan çıkmasın!

Müsebbip

Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim başarısızlığının hesabını kime soracak, acısını kimden çıkaracak?

İki gündür sorulan soru bu.

Bence çok uğraşmaya, çok düşünmeye gerek yok.

Bugüne kadarki başarıların sorumlusu kim ise bugünkü başarısızlığın sorumlusu da odur!

Liyakate kim son verdi ise, Berat Albayrak’ı kim bakan yaptı ise, işini iyi yapan Merkez Bankası Başkanı’nı görevden kim aldı ise, Nebati Bey’i kim bakan yaptı ise, “Faiz sebep enflasyon sonuçtur” diyerek ekonomiye ağır hasarları kim verdi ise, oyunu yüzde 2 yapamayan bir partiden il başkanı kim transfer etti ise, seçmenin Cumhurbaşkanlığı seçiminde İstanbul’da verdiği mesajı kim okuyamadı ise, Audi’lerde pudra şekeri çekenleri, iktidardan beslenen edepsizleri muhafazakar diye halka kim yutturdu ise, kös vurucunun hık deyicilerini kim gazeteci diye uçaklara doldurdu ise sonucun müsebbibi odur.

AK Parti Genel Başkanı’nın onu uzakta aramasına gerek yoktur.

Fuzuli muhtarlık

Seçim öncesi ve sırasında sadece muhtarlık seçimlerinde kan aktı.

6 muhtar adayı ve yakını seçim kavgalarında can verdi.

Türkiye’de 32 bin 238’i mahalle, 18 bin 278’i köy muhtarı olmak üzere toplam 50 bin 516 muhtar var.

Ve bu muhtarların bir işe yarayıp yaramadığı, bir süredir tartışılıyor.

E-devlet uygulamalarına geçildiği günden bu yana, muhtarların artık pek işi kalmadı.

Adrese teslim edilemeyen evrakların teslim edildiği yer olmaktan öte pek bir işlevleri kalmamış görünüyor.

Buna karşın her ay muhtarlara en az asgari ücret kadar bir maaş ödeniyor.

Muhtarlarda aylık maaş ödemeleri 800 milyon TL civarında.

Buna muhtarlık ofislerinin kira, ısıtma, elektrik giderleri dahil değil.

Bu masraflar da harçlardan karşılanıyor.

Bunun yanı sıra muhtarların bir de emeklilik hakları var.

Muhtarlar 15 yılda, 3600 gün prim ödemesi yaparak emekli olabiliyor ve hem muhtarlık maaşını hem de emekli maaşını aynı anda alabiliyorlar.

Her yıl gereksiz yere ödenen milyarlar.

Acaba birisi bu muhtarlıkları kaldırmayı ya da en azından sayılarını azaltmayı düşünmüyor mu!

PTT ofislerini muhtarlık olarak kullansanız bile ciddi bir tasarruf olur.

Seçimlerde de onca insan boşu boşuna ölmez!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Aynadan korkmadığımız zaman.