Seçime üç gün kala, sadece üç-dört gazeteye yansımış haberlerden birinin başlığı şöyle:
“AKP’ye 6.5 saat, CHP’ye 67 saniye.”
Üst başlık böyle. Alt başlıkta açıklanıyor:
“TRT Haber, 24 saatin dörtte birini Erdoğan ve adaylarına ayırıyor. Muhalefeti ise yok sayıyor.”
İşin hesabını yapan, CHP genel başkan yardımcılarından Burhanettin Bulut.
TRT’nin yayınlarını izleyip süresini saptayınca, öyle bir tablo ortaya çıkıyor ki TRT’nin haber yayınlarında muhalefet partisine ayrılan zaman 1 dakika civarını aşamamışken iktidar partisine ayrılan zaman 6.5 saati aşmış. Yani 24 saatin dörtte birini kaplamış.
Benim tabii aklıma, doğal olarak yazılarımın üst başlığındaki “dün”sözcüğü geliyor. Dünkü durum neydi?
1950 yılında yürürlüğe giren seçim kanunuyla başlayan, daha sonra anayasaya da geçip yakın zamana kadar hep uygulanan bir kural vardı:
“Devletçe kamu tüzel kişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzel kişiliklerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve tarafsızlığı esastır.”
Sadece devletçe kurulan TRT’nin değil, kamu tüzel kişiliklerinden yardım gören haber ajanslarının da durumu öyle. Yayınlarında tarafsız olacaklar.
Anayasanın o maddelerini hatırlayınca geçen bazı seçimlerdeki bazı ajansların yayınları da akıllara geliyor. O da ayrı bir konu. Ama biz bu seçim öncesindeki duruma bakmaya devam edelim.
***
Devlet televizyonları bir yana, devletin olmayan televizyonların durumuna bakıldığında da durum ortada. Büyük bir kısmı iktidar haberlerini ve onu destekleyen yorumlara öncelik vermeye büyük bir dikkat gösteriyor. Muhalefetle ilgili haberlere, yorumlara yer vermeye çalışan birkaç televizyonun başında ise RTÜK “yaptırım”ları var. “Ekran karartma” adı altındaki cezaların hedefi oldular. Oysa o RTÜK, televizyonları siyasal baskı altında tutması için değil, siyasal partiler ve akımlar arasında eşitlik kurallarını sağlaması için kurulmuştur. Görevlerinden biri, özellikle seçim zamanlarında seçimin kurallarına uyulmasını gözetmek, iktidarların yayınları kendi propagandalarına tahsis etmesine meydan vermemekti.
Radyo ve televizyonların durumu böyle. Gazetelerin büyük bir kısmının da yapı değiştirmelerinden sonraki yayın politikaları ortada.
Bu durumun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tartışılması kolay değil. Çünkü daha önceleri var olan denetim mekanizmalarının çoğu, orada da gereği gibi işletilemiyor. Gensoru usulü zaten ortadan kalkmış. Milletvekillerinin bakanlara, yönelttiği sorulara yazılı sorularına bile cevap vermeyi gerekli görmüyorlar veya verirlerse de mesela bir dış ülkeye resmi ziyarete katılmış olan “devlet heyetinin kaç kişiden oluştuğu”nu soran milletvekiline “gereği kadar” cevabını vermekle yetinebiliyorlar.
Böyle manzaraların benzerlerine demokratik ülkelerde pek rastlanmaz. 1950’de başlayan demokratikleşme sürecimizde -darbe dönemleri dışındabizde de yaşanmazdı. Hatta bugünkü iktidarın ilk yıllarında da yaşanmamıştı. Ama çoktandır, iktidarda ve iktidar destekçiliğinde bulunan partiler tarafından onlar artık normal sayılıyor.
***
Normal sayılması bir yana, demokratik kuralların dışına çıkma sürecinin daha da kapsamlı ve hızlı olması isteniyor. Anayasa Mahkemesi’nin eğer istenildiği yola girmezse kapatılması, öteki yüksek mahkemelerin başına gelecek isimlerin iktidara desteklerine göre seçilmesi gibi.
Ben bu satırları yazarken gündemde Anayasa Mahkemesi’nden sonraki yüksek mahkemelerin başkan seçimleri başlamıştı. İktidarın adaylardan hangisinin seçilmesini istediği belliydi. Yargıtay’daki seçim turları henüz bitmemişti. Beş adayın katıldığı ilk turların haberleri, heyecanla izleniyordu. Ama geçmişimizde bunun benzeri seçimlerin iktidarlar tarafından bu kadar dikkatle izlendiğini de hatırlamıyorum.
Özetle: Dört gün sonraki yerel seçimde de -adı üstünde- “yerel” sorunların öncelik alması, elbette doğal. Ama o yerel sorunlarla birlikte, bugünkü “genel sorun”umuzun da gözden uzak kalmaması gerekiyor. Çünkü iç ve dış politika sorunlarımızdan, ekonomik durumumuza, enflasyon sorunumuza, yani vatandaşlarımızın büyük kısmının karşı karşıya kaldığı “açlık sınırı”nı aşamaması sorununa kadar pek çok sorunumuzun çözümü, o “genel sorun”un çözümüne bağlıdır. Bu yerel seçimler, o “genel sorun”ların sorumlusu olan bugünkü iktidar ile iktidar yandaşlarına, demokrasi dışına çıkmayı durdurup demokratik ilke ve kuralları yeniden kabul etmeye başlamaları için bir uyarı işlevi görebilir. Yoksa bugünkü iktidar, o yerel seçimin birkaç yerinde bile öne geçmesini, o demokrasi dışına çıkma gayretinin teşvik edilmesi gibi anlayabilir ve kullanabilir, şimdiye kadar yaptığı gibi...