Ülkenin geleceği kime teslim edilecek….

Dünyanın, ABD’nin, AB’nin, Rusya’nın, Çin’in, Afrika’nın ve Türkiye’nin sıcak gündemi el yakıyor… Özellikle, Enerji Bakanımızın imzaladığı aslında ‘mutabakat’ odaklı anlaşma, Türkiye’nin enerji arz güvenliği çerçevesinde, kaynaklarını çeşitlendirmesi açısından çok önemli bir adımdı… Aynı şekilde büyük boy nükleer reaktörlerin (Akkuyu) yanı sıra Küçük Modüler Reaktörlere (SMR) yönelinmesi de Türkiye’nin uzun yıllardır üzerinde çalıştığı enerji stratejilerinden biriydi…

Dış ilişkilerde olağanüstü başarılı bir denge politikası yürütmeye devam eden Türkiye, Alman Der Spiegel dergisinin analiziyle Bölgeler Arası (interregional) bir güç iken Bölgeler Üstü (überregional) bir güç hâline gelmişti ki; bu konumlandırmanın altı New York ve Washington’da bir kez daha çizildi…

Hâl böyleyken, CHP ve Başkanı Özgür Özel Bey’in gündeminde sadece ve sadece Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş var… Her şeylerine, altını çizelim, her şeylerine “kefil” olduğunu söylemesine alışmıştık, ancak yarı resmî CHP kanalı Tele1’deki bir programda, içinde bulunduğumuz konjonktürde söyledikleri hepsinin üstüne tüy dikmiş. X’te izlenme rekorları kılan o ünlü tahlili, cümle yapısındaki bozuklukları düzeltmek haddimizi aşacağından, aynen aktaralım:

“İtiraf ediyorum bundan 30 sene önce İstanbul Üniversitesi’nde birini öldürdüm, şu ağacın dibine gömdüm, dese… O ağacın dibini kazsalar, ölen kişinin kemiklerini bulsalar, Ekrem İmamoğlu’nu gözaltına alamazlar. Çünkü zaman aşımı var; 30 yıl geçmiş…”

Bu arada sunucu araya giriyor: “Diploma gitti ama!”…

Özel devam ediyor: ”30 yıl önce işlediği cinayetten mesul değil şu anda, Allah göstermesin, diyorum. Ama bakın; 30 yıl önce altında oturduğu ağaçtan aldığı diplomadan… Ağaca sırtını dayamış, dersini çalışmış, diplomasını almış. O diplomayı iptal ettiler. Bakın, kasten, bilerek adam öldürmekten ağır bir suç var mı? O suçtan ağırı, o diplomayla Cumhurbaşkanı adayı olup, Erdoğan’ı yenecek olması…”

Nasıl?..

Tabii ki başta Doç. Dr. Levent Ersin Orallı olmak üzere hukukçu arkadaşlara danıştım… Hepsinin görüşü aynı… Cinayette 25 ve 30 sene zaman aşımı söz konusu, deniliyor… Ancak onda bile soruşturmayı genişletip zaman aşımını durdurma olanağı varmış… Kaldı ki İdare Hukuku’nda, örneğin belgede sahtecilik suçlamasında, o sahte belgeyi devreye soktuğunuz her aşamada zaman aşımı sıfırlanıp tekrar başlıyormuş… Orallı, Danıştay’ın bu konuda zaman aşımını reddettiği yüzlerce kararın olduğunun altını çiziyor… İnsan böyle bir iddia ortaya atmadan sorup soruşturmaz mı?..

Haydi hepsini geçelim… Diyelim zamanaşımı var, diyelim ‘teknik olarak’ her şey yolunda… Türkiye gibi küllerinden var olmuş, bugünlerine azimle, yedi cihanla mücadeleyle gelmiş bir ülkeye liderlik edecek kişinin dürüstlük ve adalette de örnek ve öncü olması aranmaz mı?!

CHP tabanı ülkenin geleceği için farklı mı düşünüyor… Hiç sanmıyorum…

Umut da var gelecek de…

Muhteşem bir geceydi… ‘Ölmeden Önce Görülmesi Gereken İlk 10 Şey’ listesinde hep yukarılarda yer almış olan Bolşoy Balesi ilk kez İstanbul’a geliyordu. Ve biz şanslılar cumartesi gecesi 3 saati bulan olağanüstü “Romeo ve Jülyet” şölenini Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mehmet Nuri Ersoy Bey’in davetlisi olarak izleme fırsatı bulduk…

Bakan Bey’in ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Tan Sağtürk’ün olağanüstü çabalarıyla, Kültür Yolu Festivali çerçevesinde getirilmişlerdi… Dev orkestra, yüzlerce kişiden oluşan müthiş kadro ve AKM’nin göz kamaştırıcı Türk Telekom Opera Salonu’nun teknik olanaklarının sonuna kadar kullanıldığı sahne düzeni ve dekor… O ne ahenk…

Prima Balerina Svetlana Zakharova ve Balet Artemy Belyakov tüm dansçılarla birlikte Prokofiyev’in müziği eşliğinde görsel bir ziyafet sundular…

Bu yıl 5’incisi organize edilen Kültür Yolu Festivali ülkemizin kültür alanında ciddi bir boşluğunu doldurmakta… Fikir tek kelime ile ‘mükemmel’… Öte yandan olayın halka mal edilmesi, katılım ve kararlılığın sağlanması için gereken stratejik iletişim planının izlerini göremedik bir türlü… Bakan ve yardımcılarının canla başla çalıştıklarından hiç şüphe yok. Onlar da hak etmiyorlar bu çabalarının karşılığını algılamada tam olarak görememeyi…

Bu arada bir başka kültürel şenlik Tersane İstanbul’da meraklılarıyla buluştu…

Martı Grubu’nun şirketlerinden TAG, Contemporary İstanbul’da şehir içi yolculuğu estetik, ilham ve keşifle harmanlayarak benzersiz bir deneyime dönüşmeyi hedeflemiş. Bu kapsamda Halil Ege Doğramacı’nın “Yolculuk” eseri yer alıyormuş…

Bu özel proje, Firma’nın İstanbul’dan başlayıp New York’a uzanan yolculuğunu metaforik bir dille yorumluyormuş.

Contemporary İstanbul ve Kültür Yolu Festivali kültürel zenginlik konusunda umutları artıran işler arasında yerlerini alıyorlar…

Ünlü deyişi hatırlayalım mı: “When there is hope; there is a future” (Ümit varsa, gelecek de vardır!)…

Allah zihin açıklığı vermiş...

Yatak markası İdaş, ileri teknoloji kullandıklarını belirttikleri yeni yataklarının tanıtımı için bir kampanya yapmış: “Eski yatağın yeni rüyalarını kaldıramaz…”

Yeni okul döneminde ‘çocukların güne zinde başlaması için’ ailelere indirim fırsatları sunduğunu açıklayan Firma, bu kampanyası için ise “Zihin açıklığı isteyenleri uyandıralım” mottosunu kullanmış…

Her iki kampanyada da mesajlar modern bir yaklaşımla ele alınmış ve ‘hedef kitlenin kültürüne uygun’ tasarlanmış. Öte yandan ilk kampanyadaki yetişkinleri hedefleyen ‘yeni rüyalar’ ifadesi ve bunların yeni yataklarla desteklenmesi iddiası, iletişimde etkili sonuçlara ulaştıran ‘duygulara hitap etme’ hususunu da beraberinde getirmiş…

Yıllarca okula “Allah zihin açıklığı versin” diye yollanmış çocuklardık, şimdi de biz çocuklarımızı bu sözlerle uğurluyoruz…

Firma’nın iletişim ekiplerinin ve yöneticilerinin ‘zihin açıklığı’ kampanyaya yansımış, 360 derece iletişim aksiyonlarıyla desteklendikçe yolları da açık olacaktır…

#