Suriye ve Azerbaycan arasında imzalanan enerji anlaşması bölgenin değişen jeopolitiği ile Türkiye’nin artan rolünün göstergesi. Türkiye, petrol ve doğal gaz boru hatlarında geçiş ülkesi olma rolünü, oyun kurucu olma rolüne genişletmek istiyor. (Harita: BOTAŞ)
Enerji artık yalnızca bir kaynak değil—bölgesel sınırları yeniden çizen jeopolitik bir kaldıraç. Bunun en güncel örneği, Azerbaycan devlet enerji şirketi SOCAR ile Ahmed el-Şara liderliğindeki Suriye geçici yönetimi arasında 12 Tammuz’da Bakü’de imzalanan anlaşmadır. İlk adımda Azerbaycan’ın Türkiye üzerinden Suriye’ye doğalgaz satışını öngören bu mutabakat, konvansiyonel bir yatırım adımının çok ötesindedir: Ortadoğu’daki güç dengelerinin yeniden kalibrasyonuna, İran’ın gerileyen nüfuzunun dengelenmesine ve Türkiye’nin enerji diplomasisindeki merkezi rolünün yeniden tanımlanmasına dair stratejik bir adımdır.
Azerbaycan-Suriye anlaşması
Anlaşma üç temel alanda şekillenmektedir:
1- Suriye’nin kuzeydoğusunda, SGD denetimindeki iki büyük sahada petrol ve doğalgaz arama–üretim faaliyetleri ile petrokimya yatırımları,
2- Suriye’nin köhne enerji altyapısının modernizasyonu için Azerbaycan teknik desteği,
3- Üretim artana dek TANAP üzerinden geçici doğalgaz sevkiyatı ve ilerleyen dönemde İsrail bağlantılı doğalgaz koridorlarına entegrasyon.
Yaklaşık 400–600 milyon dolarlık bir ilk yatırım öngörülmektedir. Ancak asıl kazanım, SOCAR’ın etki alanının genişleyerek bölgesel diplomasi sahnesinde bir oyuncuya dönüşmesidir.
SOCAR’ın 2025 Küresel Ayak İzi
SOCAR artık yalnızca bir upstream (arama–üretim) oyuncusu değil, aynı zamanda Azerbaycan dış politika enstrümanlarından biridir. Bazı önemli veriler:
• Türkiye’deki toplam yatırım hacmi: 18 milyar $ (Petkim, Star Rafineri, TANAP)
• TANAP kapasitesi: Yıllık 40 milyar m³
• İsrail’in petrol ithalatında (Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattıyla) Azerbaycan’ın payı: yüzde 40
• Suriye’ye potansiyel gaz ihracatı: Yıllık 1,2 milyar m³
• 2024 yılı global cirosu: 48 milyar $
Bu genişleme, 2020 Karabağ zaferi sonrası Azerbaycan’ın stratejik özgüveninin bir yansımasıdır.
Şara–Aliyev: kişisel kimya, stratejik kapılar
Ahmed el-Şara’nın Bakü ziyareti yalnızca sembolik değil, diplomatik anlamda son derece stratejik bir hamleydi. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile tesis edilen kişisel güven ilişkisi, bu tür bir açılım için olmazsa olmazdı.
Bugünkü Suriye üç eksenli bir geçiş sürecindedir:
• İran’ın etkisi hızla zayıflamaktadır,
• Körfez sermayesi dikkatli ve beklemededir,
• İsrail’in kontrol refleksi güçlüdür.
Bu ortamda Türkiye–Azerbaycan hattı, yeni bir bölgesel omurga olarak belirginleşmektedir.
Türkiye artık sadece köprü değil
Son örnek olarak Azerbaycan-Suriye anlaşması da Türkiye’nin artık yalnızca bir geçiş ülkesi değil bölgenin yeniden şekilleniş mimarlarından biri olduğunu gösteriyor:
• Türkiye, SOCAR ile birlikte Suriye’ye yönelik yatırım ortaklıklarıyla jeoekonomik etkisini artırmaktadır.
• Kürt otoriteleriyle dolaylı angajman, olası gerilimleri yönetme alanı yaratmaktadır.
• İran’ın geride kaldığı ortamda, Türkiye Azerbaycan ile birlikte istikrar sağlayıcı rol üstlenmektedir.
• İsrail bağlantılı doğalgaz hatlarında Ankara, perde arkasında etkili bir düzenleyici konumundadır.
Bu çok katmanlı enerji diplomasisi, Türkiye’nin yeni bölgesel düzende şekillendirici aktör olma hedefini desteklemektedir.
Hazar’dan Akdeniz’e akıllı enerji koridoru
SOCAR artık klasik bir enerji şirketinden çok daha fazlasıdır. Farklı coğrafyalarda stratejik senkronizasyonla faaliyet yürütmektedir:
• TAP ve TANAP üzerinden Avrupa’ya doğalgaz ihracatı,
• Türkiye ile sanayi, rafinaj ve petrokimya ortaklıkları,
• İsrail’e petrol, Suriye’ye doğalgaz ve yeniden inşa desteği,
• Afrika’da LNG terminalleri ve petrokimya yatırımları
Böylece Azerbaycan, Türkiye–İsrail–Suriye ekseninde yükselen enerji koridorunun eş-mimarı olarak konumlanmaktadır.
İran çekilirken yeni oyuncular sahada
Suriye’de İran’ın ekonomik ve askeri etkisi ciddi şekilde zayıflarken, sahaya yeni aktörler girmeye hazırlanıyor:
• Total, Shell, ADNOC, Aramco gibi enerji devleri sahalara ilgi duyuyor,
• ABD yaptırımlarının gevşemesiyle Amerikan enerji şirketleri ve fonları sessizce geri dönüyor,
• SDG kontrolündeki doğu sahaları hâlâ ABD denetiminde kalıyor.
Bu ortamda SOCAR gibi, teknik olarak yetkin, politik bagaj taşımayan, Kürt aktörlerle çalışmaya açık, Türkiye’nin (ve olası şekilde İsrail’in) diplomatik korumasına sahip bir aktörün farklı bir ağırlığı bulunmaktadır. SOCAR, bu karmaşık coğrafyada ender bulunan bir bütünleştirici güç profili sunmaktadır.
Fırsat ve risk dengesinde ince bir sınır
Azerbaycan Uluslararası Televizyonu’na verdiğim son röportajda da belirttiğim gibi, bu üçgenin potansiyeli kadar taşıdığı riskler de hafife alınmamalıdır:
Fırsatlar:
• Türkiye, yalnızca enerji geçiş ülkesi değil, barış ekseninin temel taşı olabilir.
• Azerbaycan, tarihinde ilk kez Doğu Akdeniz’e doğrudan enerji üzerinden erişim sağlama fırsatına kavuşabilir.
• Suriye, Körfez merkezli tek yönlü dış ortaklık yapısını çeşitlendirebilir.
Riskler:
• İran, SOCAR’ın faaliyetlerini hedef almak üzere vekil güçler üzerinden sabotajlara başvurabilir.
• Rusya, Suriye enerji sahalarında dışlanmayı kabullenmeyerek beklenmedik hamleler yapabilir.
• ABD–Körfez rekabeti, Türkiye’nin dengeleyici konumunu gölgede bırakabilir.
• Kürt aktörlerle ilişkilerdeki kırılganlık yeniden yükselişe geçebilir.
Suriye’de ilk sondaj
SOCAR’ın Suriye topraklarında gerçekleştireceği ilk sondaj, yalnızca hidrokarbon üretimi anlamına gelmiyor. Aynı zamanda:
• Enerji merkezli yeni ittifakların
• Rekabetten çok iş birliğine dayalı bir bölge mimarisinin
• Savaş yorgunu bir coğrafyada yeniden imar ve barışın
başlangıç noktasını temsil ediyor.
Belki de bu kez enerji, yıkmak değil, inşa etmek için kullanılıyor ve bu yeni hikâyenin ilk satırı, Bakü’de yazıldı bile.