Öncelikle şunu söylemek lazım: AK Parti ile MHP arasında son haftalarda su yüzüne çıkan gerilim “Cumhur İttifakında çatlak” denecek boyutta değil. İki parti çıkar birliği bağıyla bağlı; bugüne dek daha ağır badireleri atlattılar. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 2002 yılında Bülent Ecevit’e çektiği rest gibi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “Haydi seçime” resti çekmesi çok zor. Öte yandan iki liderin Ahlat’ta verdikleri fotoğrafa bakıp “Düşman çatlattılar” yorumu yapacak bir durum da yok; zoraki yüz ifadeleri çok şey anlatıyor zaten.
Cumhur İttifakında İki Sorun
Cumhur İttifakında işler toz pembe değil. Tam “Terörsüz Türkiye” projesi iktidara yeni bir can getirdi diye düşünürken biri siyasi, diğeri ekonomiyle de bağlantılı iki sorun beklenmedik bir şekilde su yüzüne çıktı.
Önce, 11 Ağustos’ta Bahçeli “Belediyeler başta olmak üzere” davaların “süratle” bitirilmesi gerektiğini söyledi. Bu adeta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a açık mektup olarak algılandı. O kadar ki MHP bunun Ekrem İmamoğlu’nun bir an önce tahliye edilmesi değil, davaların bir an önce bitirilmesi çağrısı olduğu izahı geldi. MHP yargıda neler döndüğünü haber almıştı ve süreç uzarsa bunun yargı-siyaset ilişkilerindeki lağımı patlatacağı, bunun da yine kendi girişimiyle başlayan “Terörsüz Türkiye” sürecine zarar vereceğini düşünüyordu.
Bunun yanıtı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından 15 Ağustos’ta geldi. Hem Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney hem de güya İBB Sporun başındaki Fatih Keleş’in güya “Aktaş’ı sustur” diye haber gönderdiği suç dünyası isimlerinden Selahattin Yılmaz gözaltına alındı. “İşimize karışma” mesajı gibiydi.
Birbiri İçine Geçen Süreçler
Şu ayrıntıyı bu noktada vermek durumundayım: Yılmaz’ın gözaltına alınmasından bir gün önce, 14 Ağustos’ta CHP’li Özlem Çerçioğlu AK Partiye katıldı. Özel, Çerçioğlu’nun isminin Aziz ihsan Aktaş ifadesinde geçmesi nedeniyle hapse atılmakla tehdit edilerek AK Partiye geçtiğini öne sürdü.
Devamında, Bahçeli’nin “Ülküdaşım” diye savunmasına rağmen Yılmaz tutuklandı. Sadece o değil, Cem Duman, Sema Ilık gibi avukatlar da yargı-siyaset ilişkilerinden çıkar ettikleri iddia ve şüphesiyle gözaltına alınıp tutuklandılar.
Bu işler başlamadan Tayyip ve Bilal Erdoğan’ın, ayrıca Selçuk ve Haluk Bayraktar’ın yıllarca çalıştıkları avukatlarını azlettiklerini de hatırlatalım.
AK Partili Şamil Tayyar o aşamada İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlekle görüştüğünü açıkladı ve ardından İmamoğlu iddianamelerinin Eylül’den itibaren açıklanacağını yazdı.
İmamoğlu ise o aşamada kendi tutukluluğunun Terörsüz Türkiye sürecine en büyük sabotaj olduğunu söyledi.
Süreçler içiçe girdi.
O sırada durumu daha da karıştıran ikinci etken ortaya çıktı.
Avukat İsmet Sayhan’ın adı “endüstriyel casusluk” ve “askeri casusluk” iddialarıyla anılmaya başlandı.
Benzeri durum hangi partide…
Bir dönem MKE’nin başında olan Sayhan, MKE ve TÜBİTAK’tan askeri teknolojisi ASSAN şirketine aktarmakla suçlanıyordu.
Sayhan, o aşamada MHP lideri Bahçeli ile çekilmiş fotoğrafını da manivela yaparak kendisine kumpas kurulduğunu söyledi. Selahattin Yılmaz gibi o da CHP’yi suçluyordu. Ancak bu durum Sayhan’ın da gözaltına alınmasını engellemedi.
Bahçeli, Ahlat’ta Cumhur İttifakında çatlama iddialarının, yöneticileri “rüşvet ve yolsuzluk çarkında öğütülen” CHP tarafından üretildiği suçlamasında bulundu. Ama aynı gün MHP’nin yarı resmi organı sayılan Türkgün Gazetesinin Başyazarı Yıldıray Çiçek, “İmamoğlu” diye yazdı”; “Yolsuzluk olaylarını organize ettiyse gözünün yaşına bakılmamalıdır. Bu sözü sosyal medyada MHP’nin operasyonları onaylandığı olarak yorumlanınca, onu kast etmediğini de söyledi. Bence haklıydı, çünkü asıl can alıcı cümle onu takip ediyordu: “Benzeri durum hangi partide yaşanıyorsa aynı ilke orada da geçerli olmalıdır.”
MHP, CHP’yi zaten açıkça hedef alıyorsa, başka hangi partiden, kimlerden söz ediyordur sizce?
Bir hafta öncesine kadar AK Parti tarafından yolsuzluk iddialarıyla suçlanan yeni AK Partili Özlem Çerçioğlu’nu kast ediyordur örneğin? Öyleyse sadece o mudur?