Azerbaycan 2020 yılında kendi toprağı Karabağ’ı yeniden kapsayacak biçimde ulusal egemenliğini ülke toprağına tümüyle yayabilmesine olanak tanıyan 44 günlük askeri harekatı Türkiye’nin lojistik ve planlama desteğiyle gerçekleştirebilmişti.
Türkiye’nin Azerbaycan’la olan çok boyutlu ve karşılıklı dayanışması ve bu doğrultuda Ermenistan’la olan ilişkilerini Karabağ’ın yeniden ait olduğu Azerbaycan’ın egemenliği altına geri dönmesi ön koşuluna bağlaması toplumun geniş kesiminden hep destek bulageldi.
Ana muhalefeti temsilen Cumhuriyet'in kurucu ve 2024 yerel seçimlerinden bu yana da Türkiye’nin birinci partisi CHP olarak biz de her zaman Ankara’nın bu politikasının ve doğrudan Azerbaycan’ın tereddütsüz arkasında durduk.
Genç Cumhuriyetin sınırlarını Dilucu’ndan Nahçıvan’a değdiren sınır düzenlemelerinin altında da Lozan, Montrö, Hatay gibi diplomasi zaferlerinde olduğu gibi kurucu önder Atatürk’ün imzası bulunduğu tarih ve diplomasi bilinciyle hareket ettik.
Erdoğan’ın diplomasi yanılgıları ve yanılsamaları
Ancak, Erdoğan yönetimi barışın sağlanmasında diplomasiyi etkin biçimde kullanmakta gecikti. Dış politikanın hep halkla ilişkiler (“PR”) boyutunu ve deyim yerindeyse dış politika ekmeğini fırından çıktığı gibi iç siyasette yemeyi önceledi.
Azerbaycan’la olan ilişkilerde dengeyi koruyamadı. Ulusal çıkarları gözetmeyi bilemedi. Stratejinin temel ilkesinin zamanın denetimini elde tutmak olduğunu gözardı etti. Nihayet kendini Bakü’nün peşinden sürüklenir konuma indirgedi.
Bu yanılgı ve yanılsama, esasen Azerbaycan’da da herhangi bir karşılık bulmadı ve anlaşılmadı. Azerbaycan’a herhangi bir katkısı da olmadı. Moskova’yla Vaşington ve Ankara ile Tahran arasında özerk bir hatta incelikli diplomasi yürütmeyi iyi beceren Aliyev’in Netanyahu’yla olan yakın işbirliği de Ankara’nın “ters tarafına” geldi.
Bir yandan örtük hedefi ABD’yi ve başta Fransa Avrupalıları Kafkasya ve Ortadoğu’dan atmak olan politikalar, diğer yandan NATO çatısı altında Rusya’yı başat hasım gören politikalara etkin katkı sunmak, Türkiye’ye bir tür “kurumsal kişilik bölünmesi” yaşattı. Ankara’yı kendi özgün tarihsel yönelimiyle kavgalı duruma düşürdü.
Günün kazananı yine Trump
Transatlantik bağları zaten hiçe sayan Trump döneminde ise çelişkili biçimde dış politika ABD’nin dümen suyuna girecek biçimde yeniden uyarlandı. Dolayısıyla, Ankara, Vaşington’da imzalanan Azerbaycan-Ermenistan uzlaşısına yönelik olarak tuhaf ve zayıf bir yazılı destek açıklamasıyla yetinmek durumunda kaldı.
Herhalde bunun gerekçesi, alıngan ve öngörülemez Trump’ın suyuna giderek başta Suriye olmak üzere başka alanlarda ABD nezdinde “en ziyade müsaadeye mazhar devlet” statüsünü kazanmaktı. Oysa, diplomasinin sıfır toplamlı oyunlar yerine üçgenler ve işbirlikleri kurmak, karşılık kazanımlara ve bağımlılıklara zemin yaratmak gibi bir işlevi bulunduğu da kavranabilmeliydi.
Siyasette yerel seçimlerdeki uzlaşıları suç kılan kafa yapısı için dış politikada bu yaklaşım “anatema” algılandı. Bakü-Tiflis-Ceyhan hattından ham petrol aktıkça ve başta SOCAR olmak üzere Azerbaycan petrol gelirlerini Türkiye’deki yatırımlarıyla değerlendirdikçe diplomasinin gerekleri kendiliğinden yerine getirilmiş varsayıldı.
Sonuç olarak parsayı toplayan, kendini Paşinyan ve Aliyev’e Nobel Barış Ödülü’ne aday da göstertebilen Trump oldu. Trump Kongo, Pakistan-Hindistan ve Malezya’da sonuca bağlansa da Tayland-Kamboçya çatışmalarında da barışı sağlayan küresel lider pozunu takındı.
Gazze’de ve Ukrayna’da şimdilik başarısız kalsa da tüm dünya devletleri her iki çatışmanın çözümünün ancak Trump’ın dahliyle mümkün olabileceğinin bilincinde. Eğer Putin’in Herson ve Zaporijniya’dan Rusya’nın değil Ukrayna’nın çekilmesi gerektiğini belirtmesini büyükannesinden kalma kırık Rusçasıyla yanlış anlayan Witkoff’un hatası erteletmezse, önümüzdeki günlerde Alaska’da yapılacak ikili zirveden de Ukrayna için bir güncel çatışma hattı üzerinden ateşkes kararı çıkabilir.
Trump Vaşington’da imzalattığı uzlaşıyla Minsk Grubu’nu bitirerek, AB’yi ve özellikle Fransa’yı da bir kez daha diplomatik açıdan sıfırla çarptı. Doğrusu, orada Türkiye’nin de esamisi okunmadı.
Putin Rusyası’nın durumu
Rusya, Ortadoğu’nun ardından Güney Kafkasya’dan da sürüldü. Putin, Gürcistan’a Kırım ve Ukrayna’yı işgalden çok önce askeri müdahalede bulunmuştu. Bugün de Gürcistan’ın AB yolunu kesme çabasında. Ancak, Gürcistan’daki canlı halk hareketleri de, Ukrayna’daki Euro-Maidan gibi, toplumun iradesinin Batı’dan ve özgürlükten yana olduğunu ortaya koyuyor.
Rusya’nın küresel ihtirasları artık Libya’ya Bingazi’nin hâkimi Hafter üzerinden bir kapak atmaya çalışmaya ve Sahra altı Afrika kuşağında değerli madenler karşılığında diktatörlere paralı asker hizmeti sunmaya indirgenmiş durumda. Türkiye eğitimli Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani’nin ani Moskova ziyaretinin bu kötü karneyi ne denli düzelteceğini ise zaman gösterecek.
Oyun kurucu olamasa da Rusya’nın “bozucu” faaliyette bulunması elbette mümkün. Ermenistan için ve Türkiye için de gerçekten bir fırsat olan Paşinyan birkaç Rusya destekli darbe girişimi atlattı. Son olarak, Romanya kaynaklı haberlerde, BTC hattına yönelik bir sabotajla petrole klor bulaştırıldığının saptandığı duyuruldu.
Olursa Putin’in Trump’la Alaska’da masaya oturması da ABD’nin ikincil ekonomik yaptırımlarından kurtulabilmek için gerçekleşecek. Trump’ın, “kol bükerek barış” yani başka deyişle, bir bakıma “Roma Barışı 2.0” yaklaşımının yine meyve verip vermeyeceği görülecek.
Türkiye’nin yapması gereken
Tutarlı ve tümleşik bir dış politika; Irak’la boru hattı pazarlıkları, Doğu Akdeniz’deki gaz sahaları gerilimi, Kıbrıs’ta çözüm arayışı, Atina’yla çok boyutlu diyalogun sürdürülmesi, Suriye’de yeni devlet kurulması çabalarına yapıcı katkı, İran’la nükleer müzakereler dosyalarının anlamlı, içerikli ve okunaklı bir bütün oluşturacak biçimde yönetilebilmesini gerekli kılıyor.
Azerbaycan-Ermenistan barışı dosyasının da yine o aynı anlamlı bütün içinde Ermenistan’la diplomatik normalleşme ve Orta Koridor boyutlarıyla ilişkilendirilerek ele alınması ulusal çıkarlar bakımından en uygun olanı.
Ermenistan’ın ABD ve Fransa’daki güçlü diasporaları ile Rusya’nın askeri desteğine eş zamanlı muhtaç oluşu; Ukrayna işgalinin Rusya’yı diplomatik açıdan paryalaştırmasının bağlamı kökten dönüştürmesi; Azerbaycan’ın petrol zenginliği ve İsrail’le kurduğu ayrıcalıklı ilişkilerin ABD yönetimi üzerindeki etkisi bugünkü sonuca ulaşılmasında başat etmenlerden.
Varılan uzlaşıda, Zengezur’dan geçecek çoklu ulaşım hattının, “koridor” değil Ermenistan’ın egemenliğini tescil edecek biçimde “yol” olarak tanımlanması Azerbaycan açısından yapıcı bir taviz. Yolun denetiminin 99 yıl süreyle ABD’ye bırakılacak olması da Ermenistan’ın kesin biçimde ve tarihinde ilk kez Rusya’nın uydusu olmaktan çıkışının somut kanıtı.
Dışişleri Bakanı Fidan’ın Mısır’da mevkidaşıyla ortak basın toplantısında dile getirdiği “Türk Dünyası’nın derinlikleriyle birleşme” vurgusu acaba yerinde miydi? Başta evsahibi Arap ülkeleri nezdinde acaba nasıl karşılandı?
Olması gereken Türkiye’yi Kafkasya’nın da Ortadoğu’nun da Balkanlar’ın da hem demokrasi hem ekonomi bakımlarından çarpan yüreği, Avrupa Birliği yolunda parlayan yıldızı, istikrar ve refah havzası, huzur ihraç eden ülkesi kılmak. Bölgesel düzlemde mutlak askeri caydırıcılığı geri almak da gündem dışına itilemeyecek bir zorunluluk.
Özetle, Azerbaycan-Ermenistan barışının Ankara’da değil Vaşington’da imzalanması, Karabağ’ın Azerbaycan egemenliğine geri dönmesine rağmen, Ermenistan’la normalleşmede ayak sürüme ve Azerbaycan’la ilişkilerde dengeyi yitirme şeklindeki arka planı dikkate alındığında, Erdoğan Türkiyesi’nin neredeyse bütün yıldızlar da bir hizaya dizilmişken bir büyük diplomatik fırsatı daha heba edip ıskalaması olarak tarihe geçti.