Erdoğan, geçen günlerde Gabon Cumhurbaşkanı’nı kabulünün ardından yapılan ortak basın toplantısında "Afrika'da 2002 yılında sadece 12 büyükelçiliğimiz bulunurken artık sayısı 38'e ulaştı" diyerek övündü. Ben de sosyal medya üzerinden bu yaklaşımı eleştirdim ve birkaç soru sordum.
İlgili bakan yardımcısından mutat veçhile laf ebeliğinden ibaret bir alınganlık mesajı dışında herhangi somut bir yanıt alamadım. Söylediğim, her ile üniversite açmak gibi bir hevesle her akla gelen başkente büyükelçilik açmanın dış politikamıza Cumhurbaşkanı’na konuşma notu olmak dışında bir katkısının bulunmadığıydı.
Ve kaldı ki bu büyükelçiliklerde misyon şefinin yanına yeterli sayıda meslek ve idari memurları atanamadığıydı. Aslında, bu Afrika örneği bugün ele almak istediğim genelde Dışişleri’nin kurumsal yapısı ve özel olarak da yürürlüğe giren Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Kariyer Memurlarının Görevde Yükselme Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik konularını gayet iyi resmediyor.
Konu esasen teknik; bu teknik konuya benim yaklaşımım ise politik ve belki de 40 hizmet yılımı severek verdiğim bir kurumdan söz edeceğim için biraz romantik de olacak. Ana muhalefet ve ülkenin birinci partisi olsak da zaten bu rejimde yönetmeliğin maddelerini müzakere edecek değiliz. Dolayısıyla günü geldiğinde bunların hepsinin süratle düzeltileceğini taahhüt olarak burada kaydetmekle yetineyim.
Ayrıca, konu teknik ama politik ipuçları barındırıyor. Başka meslektaşlarımdan da yazanlar oldu: Çeyrek yüzyıla varacak sürede iktidarda da kalsalar İslamcıların hariciyeye garez, haset ve hınçları nedense dinmiyor.
Hariciye, onlar için laik cumhuriyette nefret ettikleri her özelliği temsil ediyor olmalı.
Dolayısıyla ele geçirilmesi bitmiyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri uyduruluyor. Giriş sınavları teste çevrilince, soru anahtarlarında FETÖ numaraları şüpheleri kaçınılmaz olarak yayılıyor. Mülakat komisyonlarında çoğunluk meslek dışından gelenlerde. İlgili bakan yardımcısı da insan kaynakları genel müdürü de dışarıdan atama.
Sonuç, Tel Aviv’deki 15 Temmuz gazisi kontenjanından alınma sübyancı geçici görevli rezaletinde görüleceği üzere ortada.
Dayatılan düzen liyakatin yerine sadakatin getirilmesi. Vasatın tasallutu. Meritokraside yarışma yerine mediyokritede eşitlenme. Biat, itaat, renksizleşmek. Bunlar özgün de değil. Zira herhangi bir tek adam rejimine bakarsanız bürokrasi açısından benzer sonuçları görürsünüz. Bu alanda hepimizin artık ezberlediği edebiyat eserleri de çok.
AKP İslamcılığının her konudaki yönetim biçimi takiyeye, daha düpedüz ifadeyle hileye dayanıyor. Dışişlerinde de önce pıtrak gibi misyon açılıp, personel gereksinimi ortaya çıkıyor. Bunu karşılamak için her yıl yüzer meslek memuru alınan çifter sınavlar açılıyor. Yetmiyor, başarı ortalaması da düşürülüyor. Sınavlar teste çevriliyor, komisyon yapısıyla oynanıyor.
Bundan sonra meslekte yükselmeye algoritma, puanlama gibi göstermelik yenilikler, hakkaniyet ve somut ölçüt kisvesiyle getiriliyor. O da kesmiyor, onuncu yıla denk gelen (askerlikteki kurmaylığa benzeyen) başkâtiplik sınavı yerine, her kademe için toplam yediye varan mülakatlar zinciri konuluyor. Bir yandan da akademik kariyer derece almak için teşvik ediliyor.
Tasarım yeterince açık ve kendini anlatıyor. Dışarıdan bakış her adım kitabına uygun ve sözde gelişmeye, ilerlemeye, iyileştirmeye yönelik. Gerçekte olan ise güzide bir Cumhuriyet kurumunun teslim alınarak, tıpkı Cumhuriyetin kendine de yapılmak istendiği gibi, DNA’sının bozulması. Birilerinin arkalarından ittirilerek başka birilerinin önüne haksız yere geçirilmesi.
FETÖ devleti teslim alırken de 15 Temmuz 2016 kalkışması sırasında da bugünkü Dışişleri Bakanı Hakan Fidan üst düzey görevlerdeydi, hatta MİT Başkanı olmuştu. Bugün döşenen yollardan o günlerde soru hırsızı FETÖ’cüler geçirilerek, Hariciyeye doluşturulmuşlardı. Sonra, en kilit noktalara da yuvalanmış olanların hepsinin kökünün kazınması yine personel açığı yarattı ve yukarıda değindiğim kayırmacı sisteme bir gerekçe de bu oldu.
Fidan, her ne kadar akademik bilgisi Almanya’da astsubay rütbesiyle NATO geçici görevindeyken ABD’deki bir üniversiteye bağlı kurumda uzaktan yaptığı eğitime dayansa da Dışişleri’nde kendince bir İ.K.K. (İstihbarata Karşı Koyma) kültürü ve disiplini oturtmaya çalışıyor. Oysa orası Hariciye, istihbarat teşkilatı değil.
İstihbarat teşkilatlarındaki geleneksel olarak sugeçirmez kompartmanlara ayrılmış yapı, silolaşmış karar alma mekanizmaları işin büyük bölümü eşgüdüme dayanan Hariciye kançılaryalarının işleyişine de mesleğin karakterine de uygun değil. Hariciye her türlü görüşün alınıp verildiği bir çarşı gibi de düşünülebilir: Uzun koridorlarda, karşılıklı açık duran kapılar buna örnektir.
Görev yapılan yerlerde de merkez görevlerindeyken de Hariciyecinin işi dört duvar arasına tıkılı kalmak değildir. Gülünç gelecek belki ama aksine “Hariciyecinin işi gevezeliktir” bile denebilir. Usta-çırak ilişkisiyle yetişen, görerek ve yaparak pişen hariciyeci o gevezeliğin arasından neyin önemli olduğunu, muhatabının varsa saklı niyetini yahut mesajını ayırt etmeyi bilir. Böyle beslenir.
Hariciye bir ev, bir yuvadır. Pek çok Batı dilinde de aynı “ev” benzetmesi yapılır. Bu atadan kalma eski köşk havasındaki köhne değil ağırbaşlı evin kendine özgü bir ritüeli, kültürü, dili, hafızası vardır. Dışarıdan bakış aristokratik, ağdalı hatta efemine de gözükebilen hitap şekilleri, görenekler, yazışma dili, ayrıntı titizliği, katı hiyerarşi çağdaş bir izlenim vermeyebilir.
Oysa bakanlıkta aristokrasi yoktur. Cumhuriyet'ten alacaklı değil; her şeyin o Cumhuriyet'e borçlu olunduğu duygusu, adanmışlığa dayanan görev anlayışının temelidir. Kendini bürokrasinin tepesi addeden bir öz saygı Hariciyeciler arasında yok değildir. Ancak bulundukları yerlere bileklerinin hakkıyla gelmiş ve tercihlerini vatana hizmetten yana kullanmış bu seçkin topluluğun biraz kendini beğenmesi herhalde doğal karşılanmalıdır.
Siyasetin atamalara hiç mi etkisi yoktur veya olmazdı? Olmaz olur mu, mutlaka. Ancak siyasetin ne ileri itmesi ne geri bastırması uzun meslek memuru kariyerlerinde mutlak belirleyici etmen olamazdı. Zaten, demokrasinin sağlığı için zorunlu olan münavebe yani düzenli iktidar değişikliği bürokraside atama ve terfiler için de sağlıklıydı. Siyasal tutamak aramak mantıksızdı.
Diplomasi, işin doğası uyarınca seçkinci yani “elitist” bir meslek ve hariciye de bir bakıma bu mesleğin loncası. Oraya katılabilmek ve ait olabilmek için doğumu seçkin olmak gerekmiyor. Ancak, belirli haslet ve vasıfları haiz insanların aşabilecekleri zorlu sınavlardan geçilerek bu loncaya girilebiliyor. Aristokratik ayrıcalık duygusu liyakatten kaynaklanıyor.
Günümüzde diplomasinin sürekli hızlandığı ve bir numaraların yani nihai karar alıcıların arasına sıkışarak doğrudanlaştığı bir gerçek. Dolayısıyla, Dışişleri Bakanlıklarının kendilerini bu yeni dünyaya uyarlamaları zorunlu. Kemikleşip köhneleşmiş, kireçleşmiş bir yapıyla yol alınamaz. Tam da bu nedenle Hariciyemizin kendine özgü cumhuriyetçi kültürü korunmalı, yenilikler bunun üzerine kurulmalı, bunun içinden çıkmalı.
Kısıtlı kamu kaynaklarının en etkin kullanımı ilkesi her zaman kutup yıldızı. İmkân ve kabiliyetlerle dürüstçe yüzleşmek de zorunlu. Bunları optimal noktada kesiştirmek gerekli. Ama önce “Biz kimiz?” ve “Ne yapmak, nereye varmak istemek?” diye özetlenebilecek iki temel sorunun yanıtlanması gerekiyor. İşte teknik görünen sorunun politik olan özü ve çözümü de bu yanıtlarda gizli. Öncelikler buna göre belirlenecek.
Yoksa teknik açıdan yapılabilecekleri alt alta yazmak zor değil. Bir kere Dışişleri tüm devlet kurumları arasında intisap etmesi en zor olanı şeklindeki statüsünü korumalı. Her yıl tek sefer yapılacak sınavdan ihtiyaca ve sonuca göre en fazla 20-25 aday meslek memuru alınmalı. Bu adaylar dairelerine dağılmadan altı ay kadar da meslek içi akademiye katılmalı.
KPSS’den en yüksek puanlarla gelecek adaylar yazılı sınavda hem yabancı dilde hem Türkçe derli toplu bir metin yazabilmeli, keza metin çevirileri de yapabilmeli. Mülakat komisyonu tümüyle meslek içinden yetişen üst düzey yönetici memurlardan oluşmalı.
Ayrıca meslek memuru olacak eğitim ve donanıma sahip bulunmasa da aranan Arapça gibi bazı dillere hâkim adaylardan bölge uzmanı ve farklı eğitimlerden gelen adaylarla teknik uzman kadrolar yetiştirilebilir. Meslek memurlarının da ek bölgesel diller öğrenmeleri teşvik edilebilir.
Büyükelçilik, herkesin eşit koşullarda erişmek için mücadele edeceği ama işin başından herkesin yolun sonunda Büyükelçi atanması güvencesi bulunmadığının da bilincinde olması gereken bir unvan olmalıdır. Belki örnek olarak henüz başkâtipken görece küçük bir misyona ve önemsiz bir başkente Büyükelçi atanan memur, merkeze dönüşünde kariyerine daire başkanı olarak devam edebilir. Ömür boyu korunacak büyükelçilik unvanı, büyükelçiler arasında da ayrıcalıklı bir konum yani mesleğin zirvesi olabilir.
Yazışma dili de organizasyon şeması da sadeleşebilir. Bakan yardımcılığı düzeninden ve dışarıdan atamalardan derhal kurtulunup müsteşar ve müsteşar yardımcıları geri getirilmelidir. Hele hele insan kaynaklarının bir siyasal atamaya teslim edilmesi asla akla dahi getirilmemelidir.
Haberleşme gizliliğinin korunarak, sürekli geliştirilmesi ve İ.K.K. kültürünün benimsenmesi önemlidir, koşuldur ama amaç değildir. Hariciye memurlarının sayısı az ancak o az sayıdaki memurun başta maaşları onların rahat koşullarda, ortalamanın üzerinde yaşayacakları düzeyde olmalıdır. Bu durum mesleki bir zorunluluktur.
Sonuç olarak, teknik meselelerin halli, doğru yönde ilk günden atılacak adımlarla kolay. Cumhuriyet kurulduğunda Hariciye de geleneğiyle değil ama yapı olarak yok olmuştu. Yaklaşık 20 sene gibi kısa bir sürede dünyanın en saygın dış politikalarından birini hazırlayıp, uygulayabilen bir kadro ve bakanlık yoktan var edilebildi.
O zaman olduğu gibi bugün de önüne yalnızca Atatürk’ü, Cumhuriyeti, bayrağı, Anayasayı, haritayı koyarak; ülküleri, ilkeleri çağdaş uygarlık düzeyini yakalama hedefine odaklı ve geleneğini, göreneğini koruyan bir Hariciyeyi süratle yeniden var etmek mümkün. Yeter ki ideolojik saplantılar, ergenlik hayalleri ve kişilik bozuklukları aklın rehberliğini engellemesin.