İktidar bu hafta sonunu da “boş geçmedi”. İzmir operasyonu ve eski belediye başkanı Tunç Soyer’in tutuklanmasının hemen ardından, -neredeyse harf sırasını izleyerek- Adana, Adıyaman, Antalya ve Beylikdüzü belediye başkanları da gözaltına alındı. Kimsenin artık olayın siyasi boyutundan şüphe etmediğini biliyoruz ama hadisenin tam olarak “ne olduğunun” anlaşılması -ve göze sokma- için, gösteri iyice kabalaştırılmış durumda. Erdoğan daha on gün önce, “diğer belediyelerde de durum felaket” diyerek zaten işareti vermişti. Peşinden ağır medya cezaları “hazırlığı” ve yeni gözaltı dalgaları geldi. İktidar yanlısı gazete ve televizyonlarda, AKP’de 19 Mart sürecinin nasıl devam edeceği konusunda bazı tartışmalar yaşandığına ilişkin değerlendirmeler yapılmaya başlandı. Hafif yollu eleştiriler, atışmalar hatta suçlamalar dile getiriliyordu. Sonunda gelen talimat ve yapılan hamleler, hem gidişat hem de bu tartışmalar açısından açık cevap sayılabilir. Bu operasyonların, PKK ile silah bırakma konusunda bir mizansen hazırlandığı bilgisiyle, süreçler arasında nasıl bir ilişki kurulmaya niyet edildiğiyle ya da bölgesel-küresel gelişmelerle ilginç zaman örtüşmesi de var. Senkron açısından başka bir hadise de, “çözüm” ve “anayasa” komisyonlarının teşekkülü adımlarının yakında atılacak olması. Bahçeli’nin son grup konuşmasında öncelik meselesinin tekrar altını çizmesini de hatırlayalım.
Takip edenler bilecektir, ne 19 Mart sürecini ne son on yıla damgasını vuran iktidar stratejisini basit taktik hamlelerden ibaret ve “korkunun” tezahürü olarak gördüm. Sadece iktidar cephesinde olup bitenler değil, muhalefet içinde yaşananlar da, yaratılmak istenen genel siyasi dizaynın uzantısı. 2015’te kurulan yeni iktidar terkibi, 2016-17 düzenlemeleri (darbe-anayasa) ve 2018 sonrasındaki ipini koparan kutuplaştırma siyaseti, sadece rejimi değil onun yaslanacağı yeni siyasi vasatı yaratma hevesinde. Yapılan hamlelerin hepsini -konjonktürel etkilerin de katkısıyla- iktidarın sıkışması ve çaresizliğiyle açıklamak hala yaygın görüş. Bu konuda sağlam bir inat var. Ancak tasarladığının tamamını uygulamaya koymakta ciddi sıkıntılar yaşıyor ve düzenli destek erimesini durduramıyor olsa da, iktidarın adımlarının panikle atılmış (bütün düğmelere basmak) diye yorumlanması artık pek isabetli görünmüyor. On yıl süren ve durmadan düğmelere basılarak idare edilmeye çalışılan bir krizi seyretmekte olduğumuz fikri, hiç ikna edici gelmedi, gelmiyor. İktidarın bir yönetememe sıkıntısı ve meşruiyetini yüklemeye niyetlendiği çoğunluk hegemonyasını sürdürme sorunu olduğu çok açık. Fakat yapılanlar, bu durumu fark edememiş bir aymazlıktan ziyade, tam da zorunlu gidişatı yönetme biçimiyle ilgili.
19 Mart süreci neyi hedefliyor?
Bu genel tartışmayı daha dar alana -19 Mart sürecine- küçülterek bakınca da, yapılanların sadece taktik hamleler olarak ele alınmasının yetersiz olduğu düşüncesindeyim. Birinci indirgemecilik, 19 Mart’ın sadece İmamoğlu’nun önünün kesilmesi için yapılmış “aday” belirleme hamlesi olduğuna çok kolay ikna olunması. 2023’te de olanlar ve özellikle muhalefet tarafındaki gerilimin basit ve teknik bir “aday” tartışması olmadığı, bugün daha iyi anlaşılmış olmalı (ama pek değil). Şimdi de operasyonların ve muhalefeti sıkıştırma ataklarının yoğunluğu ve yaygınlığına bakılınca, “İmamoğlu’nun önünü kesme” hedefi için yapılanlar fazla gürültülü görünüyor. Yargının araçsallaştırılmasına ve diploma hamlesinin seyrine bakarsak, herhangi bir davadan kolayca çıkartılabilecek “siyaset yasağı”, meseleyi hemen ve hızlı biçinde çözebilirdi. Elbette seçim kazanmakla ilgili böyle bir gündem veya niyet var ama söylediğim eksiklik, her şeyin bundan ibaret sayılması. İkinci önemli eksiklik ise konunun diğer süreçlerle ve iktidar içindeki hakim blok rekabetiyle ilişkisini hiç dikkate almadan sadece kısa vadeli pragmatik gerekçelerle açıklamak. Bu durum, muhalefet aktörlerini de içine alacak biçimde bütün siyasi aktörlerin yeniden pozisyonlanacağı zemini tartışma dışında bırakıyor.
“Erdoğan, kendisini yenebilecek -‘tek aday’- İmamoğlu’nun karşısına çıkmasını istemiyor”. Bu cümle, kimsenin itiraz edemeyeceği, muhtemelen hatta kesinlikle son derece doğru bir değerlendirme. Ancak bu doğru, hakikatin bütününü anlatmaya yetmiyor. (Bir doğru bulup, onu her şeyi açıklayacak kadar abartmak galiba) Erdoğan ve mevcut iktidarın, kendi beka sorununu, İmamoğlu’nun varlığından ibaret gördüğünü sanmak biraz tuhaf. Bütün yaşananlardan sonra, kolay ve kestirme formülü, “göze alamadıklarından yapamadıkları” iddiasının da pek geçerliliği kalmadı sanırım. Ancak bu yaklaşımın eksikliğinin daha önemli gerekçesi, iktidarın ayakta kalmakla ilgili meselesinin çok daha derin ve yapısal sorunlardan kaynaklanıyor olması. Kriz, “kazanacak aday bulunduğu için” ortaya çıkmadığı gibi, aday ekarte etmekle çözülecek gibi de durmuyor. En azından iktidar kanadındaki önemli odaklar meseleyi böyle görmüyor. (Erdoğan’ın onların arasında olup olmamasının da pek önemi yok) Gerilimin ve sertleşen çok boyutlu çatışmanın ilk aşaması, “çoğunluk hegemonyasını” kaybetmiş iktidarın, yeniden siyaseti elitler arası bir pazarlık zeminine çekme çabası. Hemen hemen bütün aktörler, yeni dizaynın gereksindiği pozisyonlara çekilerek ya da itilerek “masaya” gelmeye zorlanıyorlar. Yani olay yine “siyasetin belirleyici aktörü” mücadelesi.
Özgür Özel faktörü nasıl bir değişken?
19 Mart sonrasında, şimdiye kadar hesap dışında tutulan toplumsal dinamik, inadını açık taleplerle herkese gösterdi. Ancak bütün siyasi aktörlerin bu dinamiği dikkate alarak ilerlemek veya hesaplarını bu parametreye göre yapmak konusunda nihai kararlarını vermemiş oldukları görülüyor ya da umuluyor. Toplumsal itiraz, kendi niyetini ve kararlılığını ortaya koymuş olmakla birlikte hala kurumsal siyasetin önderliğini bekliyor ve henüz itici baskıyı artırmış değil. Özgür Özel CHP’si ise bu yeni duruma alışılmış reflekslerin dışında ve muhalefet kamuoyunu üzmeyen bir performansla cevap verdi. “Değişim kurultayı” ve “normalleşme” dönemindeki başarısız performans, iktidarın oransız kibri sayesinde ve pragmatik siyasi iletişimcilerin akıllarından kurtulunca bir anda “başka bir şeye” dönüştü. Özel, “kampanya siyasetinden” ve onun sürükleyicisi aktörlerin fiili müdahalesinden kurtuldukça “özgürleşti”. İlk anlarda bu hamleyi boğmak için sahneye çıkan iktidar destekli nifak faaliyetleri hem etkisiz kaldı, hem çabuk unutuldu. Fakat Özel performansının önünde durulamaz pozitif çıktıları ortaya çıkmadan önce muhalefet tarafındaki “kampanya siyasetçilerinin” fitneyi satın aldıklarını hatta sattıklarını unutmayalım. Leman hadisesinde, “ne söylemek lazım” siyaseti ile “ne söylemek yararlı” siyaseti arasındaki farkı net gördük.
Son operasyon sonrasında Özgür Özel’in doğrudan Erdoğan’ı muhatap alarak yaptığı çıkış ve yapılanlara dair değerlendirmesi gayet net: “Artık bu ülkeyi milletin rızasıyla yönetmek istemedikleri çok açık. Sandığı ortadan kaldırmak istiyorlar ve bunun provalarını yapıyorlar. (…) Adıyaman’a, Antalya’ya, Adana’ya saldırıyor; neden? Günlerdir bana yalvarıyor. ’Gel Ankara’da otur, Ekrem’i bırak’ diyor. ‘Yok 30 Eylül, yok 8 Eylül, gel partinin başında otur’ diyor. Senin icazetinle partinin başında oturacağıma namusumla Silivri’de Ekrem başkanın yanında yatarım seçime kadar. (…) İlk seçimde siz sepetlenene kadar hapiste yatmayı göze almışım ben. Bir yolu var susturmanın onu da anam, babam, evladım üzülmesine diye söylemiyorum. Yiyorsa sustur; o zaman bu millet sana ne yapacağını bilir.” (Uçak gazetecilerine hala birinci parti olduğu iddiasında bulunan Erdoğan’a cevap olarak) Madem birinci partisin gel. Aday da olabiliyorsun. Meclis’te erken seçim kararını aldıracağız. Sen birinci parti olsan parende atarak sandığa gidersin. CHP birinci parti her geçen gün farkı açıyor. (…) Meydanlardan kork kardeşim. O meydanlar şu anda prova yapıyor. 81 ilde sen fragman izliyorsun. Korku filmini izleteceğim sana”.
Fakat bu yaklaşımın Özel’in özel tutumu olmaktan ziyade, partinin hatta muhalefetin ortak tutumu olmasına daha hala yol var. Olay hala Özel’in kişisel performansı ve “helal olsun sana…” bağlamında ilerliyor.
Bu iş nereye doğru gidecek?
Bu arada diğer aktörler açısından da durum, izah ve idare edilebilir olmaktan uzaklaşıyor. En zorlu konum DEM’in. Yükselen gerilim, mücadele ve zorlamanın yaslandığı en temel mesele, “müzakere hangi düzlemde, kiminle ve kim adına yapılacak” sorusu etrafında biçimlendiği için çok sıkıntılı durumdalar. Çünkü çeşitli defalarda söyledikleri ve son operasyon sonrasında tekrar ettikleri gibi, “gelişmeler süreci sıkıntıya sokuyor” şerhi, elitler arası müzakere zeminini kabul etmiş görüntüsünü yumuşatmaya yetmiyor. Hele önümüzdeki günlerde Irak Kürdistan’ında yaşanacak mizansenin nasıl kullanılmak için talep edildiği ortadayken.
Bu konudaki kötü niyetli olduğu kadar, iyi niyetli uyarı ve eleştirileri de aynı pakete atmak zorunda kalan, “ama siz de o zaman hiç ilgilenmediniz, gereğini yapmadınız” savunması da giderek saçmalaşıyor. Hapisten çıkan Ümit Özdağ’ın kontrollü tutumu, “mitingden uzak durun” noktasına çok çabuk geldi. Diğer milliyetçi muhalefetin hamaset sığınağı, politika dışına kaçışın çıkış kapısı oldu. Merkez sağ veya muhafazakar demokrat iddiasının hak edilmemiş sahipliğine soyunanlar ise yine “hassasiyetler” hikayesi anlatma peşinde. Hapse atılan insanların hepsinin mangal yürekli dava adamları olmadıkları -zaten olması gerekmediği veya buna yaslanılamayacağı- ortada. Muhalefetteki “içeride hain” bulmayı ana misyon edinmişler, iktidarla uğraşmak yerine, “iktidara yardımcı olanlar” avında uzmanlaşıyor.
Önümüzdeki günlerde, iktidar bloku içinde de ilginç bazı gelişmeler görebiliriz. Yakın bir zamana kadar izlediğimiz -ve genellikle “içeriğinin boş olduğu” veya tasvip görmediği için olduğu varsayılan- 19 Mart operasyonlarının yeterince destek çıkılmaması durumu değişebilir. “Erdoğan bu konuda yalnız bırakılıyor” diye karnından konuşmaya çalışan trollerin çabası yetmediği için, herkesi artık bizzat “reis” talimatlandıracak gibi. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde AKP’li isimlerin, bakanların, CHP konusunda çok daha yoğun tezvirat faaliyetine tanık olabiliriz. Konu, kamuoyu desteği sağlamak veya artık kolay değişmeyecek algıyı etkilemekten daha çok, iktidara sadakat gösterisiyle alakalı. Bu arada kafa karıştıracak “farklı kanat” dedikoduları da elbette hız kesmeyecektir. Biraz daha sertleşecek atağın nasıl karşılanacağına ve yürütülen çok taraflı pazarlık arayışlarının sonuçlarına bağlı olarak, iktidar cenahındaki “öncelik” tartışmaları da yeniden tetiklenebilir. Belki iktidar kanatlarının rekabeti de daha keskin hale gelir. Bu arada bir dip not olarak, iktidarın muhalefet içine dönük operasyonlarında göstermek istediği, gösterdiği hatta göze soktuğu pazarlıklar veya işbirliği odakları kadar, saklanan, iyi gizlenen veya sırasını bekleyen pek çok temasın sürdürülme ihtimalini de gözden uzak tutmamak gerekir.