Bitmeyen CHP tartışmaları (II): Yelin kayadan toz koparması

İki hafta önce Medyascope’taki “Bitmeyen CHP tartışmaları” yazısında, “Son günlerin gündem başlıklarında yine CHP üst sıralarda ve yine CHP içinde veya CHP üzerinden hayli sert bir mücadelenin başladığı anlaşılıyor. Aslında işin özeti, uzunca bir süredir hemen hemen bütün siyasi aktörlerin CHP’ye yaptırabildikleri ya da CHP’deki etkileri üzerinden güçlerini test ediyor olmaları” demiştim. İki haftadır ve özellikle son günlerde yaşananlar, bu konuda hareketliliğin sürdüğünü ve özellikle iktidarın yeni bir atak içinde olduğunu gösteriyor. Hem bir süredir duraksamış “19 Mart” operasyonları çemberi genişleterek yeniden başladı hem de “zayıf halkalara” atılmış kancalar transferlerle sonuçlandırılıyor ve bunun bir dalgaya çevrilebileceği söyleniyor.

Bu yeni atak, birkaç hareketliliğin kesiştiği, çeşitli alanlarda yeni tartışma başlıklarının açıldığı ilginç bir konjonktürle de örtüşüyor. Malum “süreç” ve “komisyon” gündemi hala hayli canlı. Önce Bahçeli ardından Fethi Yıldız “19 Mart” konusunda, “uzatmayın” uyarılarını ısrarla tekrar ediyor. Özgür Özel, bir takım yargı mensuplarının ve avukatların karıştığı rüşvet (kayırma) tezgahlarını ve “İBB Borsası” iddialarını gündeme taşıdı. Bu iddialar, iktidar içindeki çıkar grupları arasında küfürleşmeye varan atışmaları tetikledi. İmamoğlu, adaylık stratejisini oluşturmak için önce ofis ve sonra da bir dil kurmaya çalışıyor, meydanlarda başka bir nabza cevap gerekiyor. CHP beş aydır sürdürdüğü direnci yükseltecek yeni atağı hala bulamadı. Hakan Fidan’ın uzun bir sessizliğin ardından Suriye’ye dair hamleleri ve sertleşen çıkışları dikkat çekiyor.

Tabanı değil tavanı “ikna” etmek

Yeni gelişmelerin, yukarıda sıraladığımız (aslında sayısı artırılabilecek) başlıklarından hangisiyle daha ilgili/ilişkili olduğu çok tartışmalı. Bu konuda çeşitli tezler ileri sürülüyor ve hepsinin haklı tarafları olabilir. Ayrıca bu atakların hepsinin ve bazılarının, iktidar içindeki hangi kanat veya ekipler tarafından, neyi tetiklemek için ya da neye cevap olsun diye yürürlüğe konduğu, iç gerilimlerle ilişkisi ile mutabakat zemini de spekülasyona gayet açık. Ancak her ne gerekçeyle her ne sonuç hesaplanarak yapılıyor olursa olsun, CHP’nin yine merkezde olduğu çok açık. İktidar, çok uzun süredir kamuoyu oluşturmak, seçmeni ikna etmekle zaten hiç ilgilenmiyor. İktidar çevreleri ve Erdoğan; siyaseti, elitler arası bir alanda tutma gayretinde olduğundan hamleleri hep tavanı etkilemek (sıkıştırmak) için yapıyor. Bunun için de “içeriyi” kullanıyor.

“19 Mart süreci” kamuoyunu ikna etmedi, “turplar” hikayesinin seçmende iktidar lehine bir hareket yaratmadığı ortada. Böyle bir ihtimal zaten çok zayıftı ve bence asıl umulan bu değildi. CHP’nin üst katlarına, muhalefet profesyonellerine (yeni heveslilerine) doğru çıkıldıkça ise durum değişiyor. İktidar ataklarının çeşitli iç tartışmalara malzeme yapıldığı, partinin çizgi veya strateji mücadelesinde giderek daha çok kullanıldığını görüyoruz. Biraz genelleyerek söylersek, iktidarın yapıp ettikleri, muhalefet ve CHP tabanı tarafından pek dikkate alınmazken, tavanda ise olduğundan çok daha büyük anlamlar yüklenerek acayip bağlamlara oturtuluyor. Herkes kendi tezini iktidar adımlarını yorumlayarak anlamlı kılmaya çalışıyor. Olanlar elbette önemli, CHP’nin ve genel olarak memleketin karşı karşıya kaldığı saldırı çok ağır ama meselenin muhayyel niyetler ve ikincil etkileri üzerinden bu kadar çok kullanılması fazla abartılı.

Her zorlamayı kullanmaya teşne olanlar

İlk salvoyu “komisyon” tartışmalarında gördük. CHP’nin komisyona katılmasının iktidara meşruiyet kazandıracağını söyleyenler, işi “ihanet” suçlamasına taşımakta sakınca görmediler. Sanki bir şey olmamış da, bu komisyonla her şey çok kötü olacak. Mitinglere artık kimsenin gitmeyeceğini söyleyenler bile çıktı. (İmamoğlu’nun beyanları ve telkinlerinin açıkça komisyon lehine olduğu bilinmesine rağmen, angaje İmamoğlu fanları bile koraya solo performanslarla katıldılar) Şimdi iktidarın yeni hamlelerini de, haklı çıkmanın kanıtı olarak sunuyorlar. Kendilerinden o kadar eminler ki, bu haklılık iddiasının “meşruiyet” gerekçesini berhava ettiğini bile fark edemiyorlar. Komisyonun üçüncü toplantısında meşruiyet sağlandığı ve artık gereksiz hale geldiği için mi, iktidar yine saldırıya geçti? Yoksa aslında bu bağlantı zaten biraz fazla zorlama mıydı?

Diğer yandan Bahçeli ve MHP’nin çıkışları konusunda da, “bunları ciddiye almanın vebalinden” bahsedenler, bu konuyu en önemseyenin yine İmamoğlu olduğunu unutuyor, unutturuyor. Amacım verimsiz bir polemik açmak olmadığı için örnekleri çoğaltmayacağım. Buradaki asıl mesele, iktidarın muhalefete ama özellikle CHP’ye dönük sıkıştırma, çözme, zorlama hamlelerinin hala sonuç alabileceğine inanıyor olmasına sağlanan zemin. CHP yeterince sıkıştırıldığında, mutlaka bir yerlerinden ses veriyor. Ya çürük halkalar kopuyor ya zayıf noktalar patlıyor ya da bu sıkıştırmayı iç baskıya çevirecek odaklar hemen harekete geçiyor. Üstelik bunların önemli bir kısmı organize ekipler ya da büyük kumpaslar peşindeki insanlar olmayabilir. Böyle davranmanın, buralarda (CHP’de) adetten olduğunu düşünüp hızla intibak edenler de çıkıyor.

En kolay gidenlere bir bakınca…

Yazının başında hatırlattığım iki hafta önceki yazıda; CHP’nin her döneminde, gücünün üzerinde etki yaratmaya çalışan iki sağ cereyandan bahsetmiştim: “Kurucu ayarlar” ve değişmez misyon bekçisi ulusalcı-cumhuriyetçi kanat (Güven Partisi nüvesi) ile “Türkiye sosyolojisi” anlatısına yaslanmış liberal sağ ve genellikle sağdan transfer kadrolar. (Bir de duruma göre bunların argümanlarını ödünç alan veya bunlara argüman temin eden kişi ve gruplar var) Son yıllarda CHP medyasının -kimi zaman parlatılan kimi zaman gözden düşen- starları hep bu çevrelerden çıktı. CHP’nin çizgisi ve strateji tartışmalarının en keskinleri bu havuzdan geliyor. En sert muhalefet atakları, “gideriz ha” tehditleri, en yüksek suçlamalar bunların dilinde. Özellikle ilk grup, CHP’nin AKP’nin “siyasal İslamcı” taarruzlarına zayıf kalındığı suçlamasını bayrak yaptı ve popüler isimler üretti.

AKP dönemi için kısa ve “eksik” bir liste yapalım. Emine Ülke Tarhan, Öztürk Yılmaz, Muharrem İnce, Mustafa Sarıgül parti girişimleriyle listeye giren isimler. Metin Feyzioğlu, Mehmet Ali Çelebi, Hulki Cevizoğlu gibi kimi meslek örgütlerinde kimi medyada CHP kamuoyuna star olarak sunulan ve hatta genel başkanlık iddiasına kadar parlatılan ama soluğu AKP’de alanlar. Lütfü Savaş, Tanju Özcan gibi dönüşünden keramet beklenmiş olanlar. CHP içinde olmayıp “en kararlı Erdoğan muarızı müttefik sayılan” ama “plana sadakatini” içinde fazla tutamayanları listeye ekleyebiliriz. AKP’ye katılan Özlem Çerçioğlu’nun da bir zamanlar “topuklu efe” namıyla anılmasını hatırlayalım. Bu listeye bakıp pek çok ortak nokta çıkarmak mümkün. Ancak asıl büyük benzerlik, her dönemde bu isimleri köpürtmüş olanlar ve onları muteber yorumcu saymaya devam edenler.

İktidar baskısına çare ya da iktidara baskı

“Süreç”, “Erdoğan sonrası hesapları”, “Bahçeli’nin misyonu”, “iktidar içi çekişmeler”, “AKP’nin fabrika ayarcıları”. Bunların hiçbiri önümüzdeki günler için “iyimser” yoruma dayanak oluşturacak şeyler değil. Hatta kötümserliği besleyecek bir yeknesaklık potansiyeli taşıyorlar. Fakat aynı şekilde iktidarın hamleleri yani transfer edilen belediye başkanları, yeni operasyonlar, kaba pazarlığa çevrilmeye çalışılan müzakereler de; karalar bağlanacak, birbirini suçlayarak tatmin olunacak asıl meseleler haline gelmemeli. En azından köprüden önceki çıkış buralarda değil, eğer kaçtıysa da çok daha gerilerde bir yerde. Birçokları miladı 19 Mart’a koyuyor olsa bile, bu iş çok önceden başladı ve neredeyse düzenli bir salınımla ilerliyor. İktidar hamlelerinin gerekçesini merak bile etmeyenler (hatta konuşanları suçlayanlar) şimdi bu hamleler üzerinden çizgi tayin etmeye kalkıyor.

Muhalefeti, iktidar ataklarına verdiği cevaplar ve muhtemel hamlelere karşı geliştireceği stratejiler üzerinden -daha kuvvetlisi olsa bile pek işe yaramayacak- “baraj veya tepki siyasetine” geri itmeye neden olacak yaklaşımlar, yine fazla öne çıkmış durumda. Galiba asıl sorun da burada. Çerçioğlu’nun gidişine ihanet veya kayıp diye bakmakla, arınma ve hafifleme diye değerlendirmek bambaşka düşünme disiplinleri. Aynı şekilde iktidarın niyetini anlamaya çalışmaktan vazgeçmemekle, onun yaptığı ve söylediği her şeyi -üçlü ittifak gibi- doğru kabul ederek pozisyon almak da öyle. Dolayısıyla CHP’nin önünde bu taktik atakları savuşturmaktan daha önemli ve daha eski bir mesele hala yerli yerinde duruyor: İktidarın anti-siyaset hamlelerine karşı, siyasetin araçlarını kullanarak sahici ve bunaltıcı baskı yaratmanın yolunu (yollarını) bulmak. Direncin kuvvetli ve dayanıklı olmasıyla avunarak ilerlenecek mesafe giderek kısalıyor çünkü. Hamle- baraj, karşı hamle-karşı baraj ve yeni hamle kısır döngünden yeni bir siyasi hareketlilik çıkarmak da imkansız.