Lahey’deki NATO Zirvesi’nde biçimlenen yeni jeopolitika

ABD Başkanı Donald Trump, İran’ın üç nükleer tesisini havadan bombalattı. Peşine 12 günlük İsrail-İran savaşını bitirtti. 24-25 Haziran’da Lahey’de yapılan tüm koreografisi ona göre düzenlenmiş NATO Zirvesi’ne “muzaffer” bir edayla geldi. Kameraların yalnızca kendine dönük olmasından son derece hoşnuttu.

Bütün koreografi Trump’a ayarlıydı. Zirve toplantısı bir günde, zirve bildirgesi bir sayfanın ön yüzünde tamamlandı. Mecburen Ukrayna bu defa salonun dışında kaldı. Zelensky, ancak zirve öncesindeki gayri resmi akşam yemeğine katılabildi. Yine de en azından Trump’la baş başa ve kazasız belâsız görüşebildi.

ABD’ye dönüşünde Trump neredeyse 30 yıldır süren Kongo-Rwanda örtülü savaşını bitiren anlaşmanın imzalanmasına Beyaz Ev’de ev sahipliği yaptı. Nobel Barış Ödülü’ne adaylık iddiasını Ortadoğu’nun ardından Afrika kıtası üzerinden de sürdürdü. Şimdi de Gazze’deki kırım ve yıkımı sona erdireceğini açıklıyor.  

 

Lahey’de 1.90m boyundaki ve ağırlığı 100 kilonun üzerindeki Trump olanca azametiyle terazinin bir kefesine oturdu. Diğer kefeye hep bir arada doluşsalar da müttefikler tahterevalli gibi havaya kalktı. Gözleri korkan NATO müttefiki ülkeler savunma harcamalarını GSMH’larının yüzde 5’ine dek yükseltmeyi taahhüt ettiler. Bu yolla Trump’a Avrupa’yı terk etmemesi için tam da onun hoşuna gidecek bir “ilave pazar payı” sunmuş oldular.

Trump sunulan bu armağanı Lahey’de cebine koydu. Ancak, Pentagon’un da Asya-Pasifik yani kısaca “Çin’i karşılama/dengeleme” odaklı yeni kuvvet projeksiyonu çalışması yakında tamamlanacak.

ABD kaçınılmaz biçimde Avrupa’dan o cepheye kuvvet kaydıracak. Üstelik bundan sonra yapılacak her zirvede ABD, Avrupalı müttefikleri karşısına oturtup üzerinde uzlaşılan harcama oranlarına erişilip erişilmediğini sınayacak.  

Avrupalı müttefiklerin önünde geleneksel “silâh v. tereyağı” çelişkisi duruyor. Hem bütçeleri hem demokrasileri bir yandan sığınmacıların, diğer yandan Ukrayna’ya verilecek desteğin baskısı altında. Yeni yerlici popülist sağ yükselişte. Bunlar ABD’den çok farklı sosyal refah devletleri. Ayrıca “gerektiğinde neyi savunmak uğruna kimlerin öleceği” gibi basit bir soru ortada.

Savunma harcamalarını artırmak işin bir yanı. Asıl önemli olansa savunmanın etkinleştirilmesi. İsrail’in (ve sonradan katılan ABD’nin) İran’a saldırısı çağımızın hibrit müşterek harekâtlarının ne düzeyde teknoloji ve istihbarat gerektirdiğini gösterdi. COVID-19 pandemisinin bu ülkelerin ekonomilerine bindirdiği yük henüz aşılamadı.

Yapay zekâ devriminin getirdiği sıçramayla, istihdam sorunun nasıl bağdaştırılacağı sorusu daha yanıtlanamadı. Tarım sektörünün, küresel ölçekte rekabetçi olması olanaksız, ancak kendine yeterlik ve tedarik zincirlerini kısa tutmak bakımlarından korunması zorunlu oluşu bir başka ikilem.

Müzakereleri 25 yılı bulan Mercosur-AB antlaşmasının kopardığı kıyamet bu hassasiyetin en güncel kanıtı. Yeniden sanayileşme zorunluluğuyla yeşil ekonomiye geçişin nasıl bağdaşacağı ve tüm bunların nükleer enerjisiz nasıl olacağı da belirsiz.

“Yeni Avrupa savunma mimarisi” dolaşıma giren bir iddia. NATO Lahey Zirvesi’nin ardından müttefiklerin yüklenmesi gereken ortak savunma ödevi buna eklendi. Sözde “eklendi” de ikisinin birbirlerine nasıl eklemleneceği belirsiz. Zira, kıtada ortak bir savunma sanayisi yok. Birbirleriyle rekabet eden ulusal sanayiler var.

Toplumsal refahtan kesilecek savunmaya ayrılacak bütçeden aslan payı da ABD’nin silâh sanayisini beslemeye gidecek. Çünkü üstünlüğü açık. Sanayi bir olmasa da belki maliye birleştirilebilir. Nitekim, NATO zirvesinin peşine Avrupa Birliği (AB) de toplandı. Belki yeni tahviller (“Eurobond”) çıkararak bu sorunun üzerinden atlamaya çalışacaklar.

NATO’da ikiyüzlülük yapmadan bu altına imza atılan savunma bütçesi paylarındaki artışın yapılamayacağını belirten tek başına İspanya olmuştu. Lahey’in peşine toplanan zirvesindeyse çatlak Macaristan ve Slovakya gibi ülkelerin Putin Rusya’sı tehdidinin ciddiyeti karşısında yine manevraya kalkışmalarıyla oluştu. Bu ülkelerin liderleri tıpkı Erdoğan gibi hem Trump’a hem Putin’e aynı anda hayran olduklarından gerçeklerle yüzleşmeleri güç.

Trump-Erdoğan

Bu çok boyutlu resmin içinde Erdoğan güleç yüzüyle yer alıyor. İçeriye, özellikle bizlere, muhalefete döndüğünde aynı Erdoğan’ın kaşları çatılıyor, yüz kasları geriliyor. Kendi halkına had safhada ceberrut Erdoğan, Macron’le el ele, kol kola dans adımları atarken; Trump’la karşılıklı aynı masada su dolu kadehlerini kaldırırken yukarıda değinilen çelişkiler, ödevler, sınamalar zihninden geçmiyor. Zira bizatihi bu resimlerin verilmesi onun açısından yeterli oluyor.

Erdoğan için bu zirveler birer PR kampanyasından ibaret. Atılan imzalar da adlarını bile bilmediği birtakım bürokratların takip edeceği ayak işlerine ilişkin. Kendi ülkesinin Anayasa Mahkemesi kararlarına kafasına yatmadığında uymayan bir Erdoğan için bu ortak bildirgelerin üzerlerine yazılı oldukları kağıt parçalarının ötesinde ne önemi veya değeri olabilir ki?

Erdoğan ve Trump, aynı masada yemek yedi

Erdoğan Türkiye’sinde dış politikamız “kısa günün kârı”, “kervan yolda düzülür”, “saldım çayıra Mevlam kayıra” gibi özlü deyişlerimizde aktarılan bilgeliği (!) sahaya bihakkın yansıtıyor. “Planlama” bu kafalara en uzak kavram. “Kurallara bağlılık”, “hukuk devleti” onlar için birer deli gömleği.

Oysa savunma, onlarca yıl sonrası bugünden tasarlanarak ve müttefiklerle ortaklaşa yürütülen bir planlamayı zorunlu kılıyor. Güncel durumumuz ortada: S-400’ü kim neden aldı da F-35 programından atıldık? Hava kuvvetlerimizi kim on yıllardır uçaksız bıraktı? Hava savunma sistemimiz, orta ve uzun menzilli füzelerimiz, özetle caydırıcılığımız nerede? “Nem kaldı” sorusunun yanıtı NATO ittifakına üyelik.

Anayasa konusunda Sayın Genel Başkan Özel “Menemen bile yapılmaz” derken çok haklı. Aynı tutum dış politika, savunma ve ulusal güvenlik alanları için de geçerli. Yine Sayın Genel Başkan Büyükçekmece mitinginde deyim yerindeyse “doğacak çocuğun adını koydu” ve 2 Kasım’da seçim sandığını işaret etti. Adayımız Sayın Ekrem İmamoğlu’nu yanımızda, sandığı önümüzde görelim her alanda olduğu gibi bu konularda da aklın yoluna geri dönülecek. Hiç kimsenin endişesi olmasın…