İsrail ile İran arasındaki Trump’ın İsrail’den yana taraf olduğu savaşı ABD’de izledikten sonra, ülkeye döndüğümde, hiçbir şeyin değişmediği gerçeğiyle karşılaştım.
Bizde tarih hep tekerrür ediyor…
Cezaevi nüfusuna bir gazeteci daha katılmış…
CHP’nin içerisi biraz daha karışmış…
Fatih Altaylı’nın gözaltına alınıp tutuklanması her ne kadar günümüze dönük yüzüyle tartışılıyor olsa da, aslında öyle bir sonuca varmak için bile tarihin tozlu sayfalarının karıştırılması gerekiyor.
Hiç değilse bu vesile ile Osmanlı tarihinin ‘padişah-teba’ ilişkisi ile saray halkının ve özellikle ‘harem’ diye bilinen bölümünün iktidar mücadeleleri konularıyla ilgilenilseydi, daha 1. Murad’tan başlayarak (1389) 2. Osman’a (1604-1622) kadar uzanan dönemde padişahların kendilerini güvende hissetmedikleri şartlar görülebilir, 2. Osman’ın katlini takip eden iki yüzyıla yakın sürmüş dönemde 14 padişahtan yedisinin tahttan indirildiği gerçeğiyle karşılaşılabilirdi.
Başkaları da var ama, ilgilenenler, ikisi de ülke dışında yapılmış doktora tezlerine göz atabilir: Baki Tezcan’ın ‘Second Ottoman Empire’ (2010) ile Burak Onaran’ın ‘Padişah’ı Devirmek’ adıyla dilimize de çevrilmiş (İletişim Yayınları) ‘Detroner le Sultan’ (2013) eserleri bu alanda iyi bir okuma başlangıcı olabilir.
Siyasi hayattaki duruşumuzu destekleyen tarafları hariç fazla bir ilgimiz yok tarihimizle…
Olsaydı, ne demek istediği herkesçe bilineceği için, Fatih Altaylı’ya cezaevi yolu gözükmez, her fırsatta “Ülkemiz cezaevlerinde tek gazeteci yok” demeyi görev bilen Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un işi zorlaştırılmaz, gidilen ülkelerde karşılarına çıktıkları basın mensupları tarafından bu alanda sıkıştırılan iktidar sözcüleri mahcubiyet yaşamazlardı.
Altaylı’nın sözlerinde ‘tehlikeli’ bulunan, tarihte yaşananlar ile günümüz siyaseti arasında kurulmuş ilişki de tuhaf. Osmanlı’da yaşananlar dönemin şartlarıyla ilgilidir ve oradan günümüz yönetimine ‘tehdit’ sonucunu çıkartmak hayal gücünü fazla zorlamak olur.
Bir de şu var: Tek kişiden ibaret biri, güçlü bir lideri nasıl tehdit edebilir?
Konunun medyada ele alınış biçimini de garipsedim doğrusu. Sözün özüne yönelik eleştiri yapmak yerine, sözün sahibinin kişiliğini sorgulamak bana hayli yakışıksız geldi.
Galiba her konuya kişiler ve kişilikler açısından yaklaşma adetimiz, siyaseti de etkileyen bir yanlışlığımız.
CHP’nin sondan bir önceki kurultayı için açılmış ve partinin yönetimine doğrudan müdahaleyle sonuçlanabilecek bir dava söz konusu.
Her kurultay CHP’de tartışmalara sahne olur, hele yönetimin değişmesine kadar varan kurultaylar ardından ‘şaibe’ iddiaları eksilmez.
Yeniden açıldıktan (9 Eylül 1992) sonraki çoğu kurultayını izledim CHP’nin; hemen hepsinin ardından ‘şaibe’ sözcüğünün kullanıldığını işitmişimdir.
2014’teki kurultayda, Kemal Kılıçdaroğlu’na rakip olan Muharrem İnce, genel başkan seçilemeyince, CHP’den ayrılıp kendi partisini -Memleket Partisi- kurmaya kadar işi vardırmıştı.
Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa seçildiği 2010 kurultayı farklı mıydı sanki? Deniz Baykal’ın bir kaset skandalı sonucu istifaya zorlanması o günden bugüne pek çok yorumcu tarafından ‘şaibeli’ bulunmuştur.
CHP’nin Baykal tarafından çizilmiş yol ve yönünü bozma amaçlı bir girişim olarak…
Birkaç gün sonra görülecek duruşmada, mahkeme heyeti, vereceği kararla, siyasi hayatımıza yeni bir müdahalede mi bulunacak?
Tartışmalı kurultay sonrası huzursuzluklara son vermek amacıyla ikinci bir kurultay toplanmış ve bir öncekinde ‘şaibeli’ bir seçimle genel başkanlığa geldiği iddialarına muhatap Özgür Özel yeniden seçilmeyi başarmıştı.
İki kurultayın delegelerinin genel başkanlığa layık gördüğü kişi yargı eliyle görevden mi alınacak?
Hadi alındı diyelim, böyle bir sonuç ne işe yarayacak?
CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak ilan ettiği Ekrem İmamoğlu iddianamesi hala tamamlanmamış bir davadan yargılanmak üzere aylardır cezaevinde; kamuoyu yoklamalarına bakılırsa, onun cezaevinde bulunması CHP’den başka bir partiye yaramadı.
Öyle olduğunu görmemek için hayati organlardan mahrum olmak gerekir.
Yargı eliyle siyasete müdahale, CHP’nin izahta zorlanılan geçmiş icraatlarından kurtulmuş yeni bir partinin doğumuna yol açabilir.
İlk demokratik seçimde iktidara gelmeyi başaran Demokrat Parti de, CHP’den doğduğu halde bu başarıyı göstermişti.
En başta kayda geçirmeye çalıştım: Dünya bir yana gidiyor, Türkiye hep geçmişi tekerrür ettiriyor…