'Bir bölen’ olarak Kılıçdaroğlu… Ve bir soru: Sadece koltuk hırsı olarak okunabilir mi yaşananlar?

Türkiye’de iktidar son dönemde içeride iki ayaklı bir siyaset yürütüyor. Birincisi Kürt siyasi hareketiyle sorunun çözümü için diyalog. Ki dün yapılan açıklamalar burada bir mesafe alındığını gösteriyor. İkincisi ana muhalefetin üzerine yargı yoluyla gidilerek ‘dizayn çalışması.' Cumhurbaşkanı adayından, belediye başkanlarına, bürokratlara tutuklamalar şimdi de partinin 19 ay evvel yaptığı kurultay üzerinden mahkeme yoluyla genel başkan değiştirme çalışması. Ki eski genel başkan ‘görevi kabul etmezsem kayyum riski çıkar’ diyerek ‘iktidar yargısı’nın tutumunu normalleştirebileceği sinyali veriyor.

Kürt sorununun çözümünde son durum…

Dün Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ile görüşen İmralı Heyeti üyeleri Pervin Buldan ve Mithat Sancar 'belli bir aşamaya gelindiğini’ söylüyor:

 

"Önümüzdeki günlerde kendisi ile görüşmemiz çok daha sık olacak. Daha detaylı, kapsamlı görüşmeler gerçekleştireceğiz. Çünkü süreç beli bir aşamaya geldi. Bu aşamaları önümüzdeki günlerde paylaşacağız."

Gelinen aşamanın ‘kamuoyunun ya da medyanın da şahitliğinde silah bırakma süreci’ olabileceğini düşünmek mümkün. Bu arada ABD’nin de katıldığı İsrail-İran arasındaki çatışmanın-savaşın ‘silah bırakmayı-süreci kesintiye uğratacağı’ tahminleri yapılıyordu. Anlaşılan bu konu da aşılmış. ‘Silah bırakma, hasta tutukluların serbest kalması, kurulacak komisyonların yeni anayasa yapımı için de bir zemin oluşturacağı’ beklentiler arasında.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün her iki konuda da açıklama yaptı. Önce süreç:

"Meclis’te büyük bir anlayış birliği oluştu; sürece destek üst seviyede. Bu konuyu gündelik siyasetin yıpratıcı polemik alanına çekmemek lazım. Bunun gibi milli bir meselede, milli hassasiyetler ön plana çıkmalı. Şunu büyük bir memnuniyetle ifade etmek isterim: Türkiye artık iç cephesini daha sağlam hale getirme yolunda önemli bir mesafe almıştır. Süreç daha tamamlanmamıştır ve provokasyonlara karşı dikkatli olunması şarttır."

Erdoğan’ın konuyu çerçeveleme şekli, Meclis’teki desteği ‘iç cephenin daha sağlam hale gelmesi’ olarak tarifi dikkat çekici. Ancak ‘iç cephe’ye kendi görmek, kurgulamak istediği şekil olduğunda taraftar. Mesela aynı konuşmada şunu söylüyor:

"Son zamanlarda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ortaya koyduğu deliller, belgeler hepsi ortada. Sadece İstanbul değil, başka iller de ne yazık ki felaket..."

Tabii burada pek çok soru geliyor akla. Henüz iddianamesi yazılmamış dosyadaki belgeler nereden biliniyor? Medyaya ‘sızanlardan mı’ bahsediliyor sadece? Ve başka iller de felaket denirken İstanbul dışı başka operasyonların olacağı mı ima ediliyor? O konuda kamuoyunun bilmediği bilgiler ve hazırlık mı var?

Tabii bir de Kemal Kılıçdaroğlu konusunda söyledikleri:

13 yıl boyunca önünde düğme ilikledikleri şahsa yaptıkları karşısında ürkmemek, hicap duymamak mümkün mü?

‘Hicap konusu’ önemli elbet…

Konuya Kılıçdaroğlu açısından bakalım. 13 yıl yönettiği, 2023 yılında Cumhurbaşkanı adayı olduğu partiye Ekim 2024’te başlayan 19 Mart’ta zirveye çıkan ve giderek daha da yaygın bir şekilde yapılan yargı operasyonlarını görüyor. Peki niyeti anlamıyor mu? 2024 yılındaki seçimlerde birinci parti olan ve o günden bugüne yapılan tüm anketlerde birinci çıkan CHP’yi, ‘güncel konular üzerine konuşmak siyaset yapmak yerine savunma pozisyonunda tutarak’ zayıflatma çabası değil mi bu? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak gösterdiği, 2023’te Mansur Yavaş ile birlikte kazanırsa cumhurbaşkanı yardımcısı yapacağını açıkladığı Ekrem İmamoğlu 100 gündür hapiste. Babasının tarlasından oğlunun şirketine her yer didik didik ediliyor. Çalışma arkadaşları da hatta onların aileleri de büyük zorluklar yaşıyor. Tutuklu pek çok belediye başkanı var.

Kılıçdaroğlu 2017’de yaptığı adalet yürüyüşü günleri Erdoğan’a şöyle bir şekilde hitap etmişti:

"Senin ve hükümetinin hakimlere, mahkemelere talimat verdiğini ispat edersem ben, sen namuslu bir insan gibi, onurlu bir insan gibi görevinden istifa edecek misin? Ben de şu sözü veriyorum, ben ispat edemezsem siyaseti bırakacağım. Ben çünkü namuslu ve onurlu bir insanım. Bir daha söylüyorum, namuslu ve onurlu bir insanım."

Kılıçdaroğlu’na sormak lazım. O günden bugüne değişen mi, yoksa olumsuz anlamda derinleşen bir görünüm mü var? Gazetecilerden siyasetçilere hapistekiler, ekran karartma cezası alan televizyonlar, demokratik protesto hakkını kullanırken özgürlüğünü kaybeden pırıl pırıl gençler…

Bitirirken…

Kemal Kılıçdaroğlu’nun şu anki duruşunu yalnızca ‘koltuk hırsı-kaybettiği için intikam isteyen bir siyasetçi’ olarak okumak mümkün mü? Spekülasyon yapmak istemiyorum. Ya da söylentilerle yazmak…Sanki ‘siyaset dışı tutulmaya çalışılan’ ve ‘siyaset içine yeniden alınmaya-aktif hale getirilme çabasında olunan insanlar’ var. Bunun nedenleri-niçinleri etraflıca düşünülmeli.

Benim durduğum yerden gördüğüm; yeniden partinin başına gelsin ya da gelmesin Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi de Türkiye’deki muhalif rüzgarı da bu tartışmalarla kesemese de olumsuz etkileyebilecek bir hava yarattığı. 1980’li yıllarda siyasi yasaklı olduğu günlerde adının anılmasına izin olmadığı için Demirel’den ‘bir bilen’ diye bahsedilirdi.

Kılıçdaroğlu alacağı pozisyonla CHP içinde ‘bir bölen’ olarak anılacak duruma gelebilir. CHP’nin bölünmesi-güçsüzleşmesi zaten çok zor durumda olan demokrasi için de büyük kayıp olacaktır. Kılıçdaroğlu’nun pazartesi gününe kadar parti içinde özellikle partinin genel başkanıyla da konuşarak ‘tutumunu demokrasi mücadelesinden yana koyması’ beklenebilir. ‘Siyasette 24 saat bile önemlidir.’