Lafı hiç dolandırmayalım:
Herhangi bir ülkede, bir İktidarın Ana Muhalefet Partisi’nin lider seçimine müdahale etmesi Demokratik Rejim’e son verilmesi anlamına gelir.
Bu anlamda, Türkiye’nin Ana Muhalefet Partisi olan CHP’nin liderliğine müdahale edilmesi, “Cumhurbaşkanı Vesayeti” veya “Kayyım Vesayeti” yoluyla Demokratik Rejim’e darbe yapılması demektir!
***
İktidar yıllarca, “Vesayet Rejimi” tartışması ile “Beyin Yıkaması” ve “Toplumsal Mühendislik” yaptı.
İktidarın “Vesayet Rejimi” tartışmasındaki ana tezi, önceleri, Ordu’nun (TSK’nin) Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma görevini, “Vesayet” diye nitelendirmesiyle ortaya çıktı.
Birinci Silivri Trajedisi zamanında Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi davalarda, şimdi adı FETÖ/PDY (Fethullah Gülen Terör Örgütü/ Paralel Devlet Yapılanması) olan, o zamanlar “Muhterem Hocaefendi Fethullah Gülen Cemaati” denilen “Cemaat” ile birlikte kurulan kumpaslarla, Askeri Bürokrasi darmadağın edilince, bu iddia son buldu, onun yerini “Yargı Vesayeti” söylemi aldı.
Çünkü hedef, Anayasal Rejime dayalı olan Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin arkasındaki Ordu korumasını kaldırdıktan sonra, Yargı kalkanını da yok etmekti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 22 Temmuz 2010 tarihinde Ankara’da düzenlenen AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda şöyle diyordu:
“İnanın ayaklarımızda pranga var.
Sizler zannediyorsunuz ki; Parlamentonun yüzde 65’ine sahipsin, çöz de git.
Neyi çözüyorsun.
Parlamentonun, yürütmenin üzerinde bir yargı gücü var.”
Nitekim, o zamanlar NTV’de birlikte “Yorum Farkı” programını yaptığım, İktidar destekçisi rahmetli Mehmet Barlas, mevcut Anayasal yapı üzerindeki yargı korumasını “Demokrasi değil, Jüristokrasi”, “Seçilmişlerin hukuku değil, seçkinlerin hukuku” diyerek eleştiriyordu.
16 Nisan 2017’de yasalara aykırı oy sayımı ile kurulan “Şahsım Devleti Rejimi”nin artık tek yetkili Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, ikinci sıraya düştükten sonra, yine “Vesayete karşı Yeni Anayasa” söylemine geri döndü.
Oysa, yerel seçimlerden sonra bizzat İktidar, gerek DEM Partili gerekse CHP’li belediyelere karşı kayyım ataması yoluyla bir çeşit “Vesayet Rejimi”ni zaten devreye sokmuştu.
Uzun lafın kısası, İktidar, “Askeri Vesayet”, “Yargı Vesayeti” diye diye, 16 Nisan 2017’de yapılan tartışmalı Halkoylaması ile, ucube bir “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında, hem “Kişi Vesayeti” anlamına gelen bir “Cumhurbaşkanı Vesayeti” hem de “Yargı ve Kayyım Vesayeti” kurdu!
***
Zaten Anayasamızın emrettiği, “Laik ve Demokratik bir Cumhuriyet Rejimi” bağlamında kabul edilemeyecek olan, tek tek, ama sürekli bir biçimde belli bir hedefe yönelik olarak yapılan değişikliklerle kurulan bu “Tek Kişi ve Yargı/Kayyım Vesayeti”, ülkeyi sonunda her konuda duvara toslatınca, İktidar, iyice yıprandı ve seçmen desteğini yitirdi.
İşte tam bu noktada, seçimi kaybedeceğini gören İktidar, Ana Muhalefet Partisi’ne el koyarak onu bölmeye ve gücünü yok etmeye çalışıyor.
Nitekim Erdoğan, Hollanda dönüşünde uçakta söyledikleriyle, İktidarın bu niyetini açıkça ifade etmiştir.
***
Dünyanın hangi Demokratik Rejiminde bir Parti’nin kendi içinde yaptığı lider seçimi, ciddi bir “Anayasal Engel” olmadan, iktidar tarafından kabul edilmez?
Hele hele, lider seçimine müdahale edilen parti o rejimin Ana Muhalefet Partisi ise, böyle bir “Vesayet” kabul edilebilir mi?