Peynir gemisi

Ne yalan söyleyeyim, Türkiye’deki iktidar şanslı bir iktidar.

Her alanda çuvallamışlar, memlekette ekonomi berbat, hukuksuzluk, adaletsizlik almış başını gidiyor, sosyal çürüme zirvede, 45 yıldır terör örgütü lideri diye sövülen adam baş tacı edilmiş, meclise sokulmaya çalışılıyor, ne olduğu belirsiz bir af yasası ile binlerce katil, tecavüzcü, gaspçı aramıza salıverilmiş, fakirlik, fukaralık had safhada, tüm bunların sorumlusu 23 yıllık iktidarın anlatacak hikayesi kalmamış, yapabildiği tek şey yargıyı kullanarak rakiplerini etkisiz hale getirmek. Ana muhalefet partisi meydanları dolduruyor, içeri attıkları belediye başkanlarının suçluluğuna inanan kimse kalmamış, iktidar sallanıyor.

İsrail İran’a saldırıyor.

Bir anda gündem değişiyor.

Ne İmamoğlu kalıyor, ne enflasyon, ne hayat pahalılığı, ne iktidarın beceriksiz hamleleri ile ülkeyi getirdiği durum.

Sabah akşam televizyonlarda İran İsrail savaşı, abuk sabuk yorumlar, her boku bilen yorumculara yeni bir alan.

Cumhurbaşkanı Erdoğan için de bulunmaz bir fırsat.

Ne Karadeniz’de yeni doğalgaz yatakları bulmaya gerek kalıyor, ne de Gabar’da biraz daha petrol.

Trump ile görüştü, Putin ile görüştü.

Gerilim döneminde tecrübeli lider özelliği öne çıkarılıyor.

Ancak bazı konular niyeyse hiç konuşulmuyor.

Türkiye’de son dönemde savunma sanayii vurgusu var.

Evet, çok önemli işler yapılıyor, İHA’lar konusunda TUSAŞ ile başlayan müthiş bir gelişme ANKA’lar ile zirveye ulaştı.

Sonrasında Baykar devreye girdi.

TUSAŞ’ın know how’ının da üzerine oturarak çok üst düzey drone’lar yaptı yapmasına da savaşlar sadece drone’lar ile yapılmıyor, hava üstünlüğü sadece drone’lar ile kurulamıyor ne yazık ki!

Kaan adlı milli muharip uçağımız sürekli gündemde.

Olmasında bir beis yok. Geliştirmeye çalıştığımız bir uçak. Her şey yolunda giderse 5 yıl sonra hazır hale gelecek. Sonraki yıllar boyunca da üretilecek. Seri üretim başlayınca 2033 yılına kadar 10 adet uçak Türk Hava Kuvvetleri’ne verilecek.

İyi de, bugünkü mevcut durum ne!

Herkesin merak ettiği TSK’nın durumu.

Onu bilemem Ama Türk Hava Kuvvetleri’nin sayısal durumunu biliyoruz.

AKP iktidara geldiği zaman Türk Hava Kuvvetleri’nin elinde 240 adet F-16 savaş uçağı vardı.

Üzerinden 23 yıl geçti.

Şimdi kaç F-16 uçağımız var!

240.

Sadece artık 23 yıl daha yaşlı bu uçaklar.

Ve çevre ülkelerin de daha modern F-16’lar ve 5. nesil savaş uçakları var, bizde ise yok.

48 adet de F-4E Phantom var. Onların da sayısı artmadı, azaldı.

Hindi gibi, hatta tavus kuşu gibi kabarıyoruz ama aslında kabaracak pek bir durum yok.

Trump ile, Putin ile muhabbet elbette iyi.

Ama lafla peynir gemisi.

Bir yere kadar.

Adliyede yanlış teşhis

İktidarın CHP’li belediyeleri ele geçirmek ve siyasi rakiplerini ortadan kaldırmak, pasifize etmek, rakip olamaz hale getirmek için yargıyı kullandığı operasyonlarla ilgili hoşuma giden bir metafor kullandım.   

Bunu burada da sizinle paylaşmak istiyorum.

İmamoğlu’na yapılan suçlamaları, kâr hırsı güden bir doktorun bir hastaya yaptığı ameliyata benzettim.

Hastaya ve hasta yakınlarına deniyor ki, “Vücudunuzda kanserli bir tümör var, bunu almamız lazım.”

Ama ortada ne bir kan testi ne bir radyolojik bulgu, ne bir MR, ne bir tomografik görüntü var.

Sadece doktorun iddiası.

Hasta diyor ki, “Ben kendimi iyi hissediyorum. Hasta falan değilim. Tam aksine yan yatakta sizin yakınınız yatıyor, bu söylediğiniz bulgular onda var, beni değil onu ameliyata almanız lazım.”

Ama doktor inatçı.

“Hayır” diyor, “Kanser yayılmış, Hemen ameliyat etmemiz lazım.” Ve hasta ameliyathaneye sokuluyor.

Kanserli tümör olduğu söylenen yer kesiliyor.

İçerde kanser yok, tümör yok.

Hemşireler soran gözlerle birbirine bakıyor.

Doktor inatçı.

“Yanlış yeri tespit etmişiz” diyor.

Başka bir yeri açıyor.

Orası da temiz.

Hasta ameliyat masasında delik deşik ediliyor.

Bu arada hasta yakınlarına “Durum çok kötü, bir yeri daha açmak zorunda kaldık” diye bilgi veriliyor.

Ama her yer kesildiği halde ortada bir tümör falan yok. Kanser de yok.

Sonunda doktorun yakını olan hastalardan alınan bazı kanserli hücreler laboratuvara gönderiliyor.

Ve sanki bu hücreler hastadan alınmış gibi doktor sevinç çığlıkları atmaya başlıyor.

“Kanseri bulduk, kanseri bulduk”

Ama kanserli hücrelerin aslında doktorun yakınlarına ait olduğu kimseye söylenmiyor.

Elbette hasta kanser olmadığı için bir süre sonra hastaneden mecburen taburcu edilecek.

Ama işinden gücünden uzun süre ayrı kalmış olacak, her tarafı gereksiz kesiklerle zedelendiği için hayatı geçici bir süre de olsa zorlaşacak.

Doktor ve hastane sahibi ise hiçbir şey olmamış gibi işlerini yapmaya devam edecekler.

Ne de olsa AKP’nin çıkardığı yasalar ile artık mal practice cezalarını devlet ödüyor.

Hele hele kamu hastanesinde çalışıyorsanız.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Nalıncı keserinin yapısı itibarıyla sonunda kendimize saplandığını hatırladığımız zaman.