13 Haziran sabahı dünya, uzun süredir beklenen ancak zamanlaması belirsiz olan büyük bir patlamayla uyandı. İsrail, İran’ın başkenti Tahran’daki üst düzey askeri hedeflere ve nükleer tesislere yönelik kapsamlı hava saldırıları gerçekleştirdi. Devrim Muhafızları Komutanı, Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı ilk kayıplar arasında. Siyasi liderlere de gelir mi?
“Yükselen Aslan Harekâtı” olarak adlandırılan bu operasyon, sadece bölgesel güç dengelerini değil, küresel güvenlik ve ekonomi alanlarını da doğrudan tehdit eden yeni bir dönemin kapısını aralamış oldu.
İsrail’in bu hamlesini, “varoluşsal tehdit” olarak nitelediği İran’ın nükleer programına yönelik önleyici bir müdahale olarak sunduğu aşikâr. Ancak bu saldırının, bölgesel bir savaşın fitilini ateşleyerek Ortadoğu’yu uzun süre kan gölüne dönüştürme riski oldukça yüksek. Üstelik İsrail’in amacına ulaşmadan bu süreci durdurması da zayıf bir ihtimal.
Caydırıcılık mı, Savaş mı?
İsrail’in saldırısı sürpriz değildi; aksine, uzun süredir yükselen bir gerginliğin sonucu olarak görülebilir. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın, İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesini hızlandırdığına dair raporları, Tel Aviv yönetimi için kırmızı çizgi oluşturmuştu. Netanyahu hükümeti ise İran’ın nükleer silah geliştirmesine asla izin vermeyeceğini yıllardır defalarca vurgulamıştı.
ABD, askeri olarak doğrudan müdahil olmaktan kaçındı. Bununla birlikte, sahadaki üsleri ve istihbarat desteğiyle dolaylı olarak sürece dahil oldu. Washington, operasyonun diplomatik ve askeri sonuçlarını yönetirken sahadaki askerlerini korumaya öncelik verdi. Umman aracılığıyla İran ile son dakika müzakereleri gerçekleştirmeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Sadece görüntüyü kurtarmaya, elinden geleni yaptığını göstermeye çalıştı.
Bölgedeki diğer önemli aktörlerin — Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya ve Çin’in — tutumları da kritik. Özellikle Rusya ve Çin, İran’ı Orta Asya, Körfez ve Avrupa’ya açılan enerji koridorlarının stratejik kilit taşı olarak görüyor. Bu yüzden İran’a askeri müdahaleye sıcak bakmıyorlar; ancak bölgedeki gelişmelerin kendi çıkarlarına zarar vermemesi için temkinli davranıyorlar.
İsrail-İran ve Körfez’de gerilim
Basra Körfezi ülkeleri, İran’ın gücünün kırılmasından memnun olmakla birlikte bölgenin ve Hürmüz’ün ateş almasını istemiyorlar.
İsrail, saldırı hamlesiyle sadece İran’ın nükleer tesislerini değil, aynı zamanda Suriye, Irak ve Lübnan’daki zaten zayıflamış olan Şii vekil güçlere de güçlü bir gözdağı vermeyi hedefliyor.
İran’ın cevabı gecikmedi. İsrail hedeflerine yönelik yüzlerce silahlı insansız hava aracı (SİHA) ile karşı saldırılar düzenlendi. İran, ABD’yi dolaylı olarak saldırıya ortak olmakla suçladı. Washington ise doğrudan müdahale etmediğini açıkladı; Tel Aviv ile yakından koordine ettiğinden kimse kuşku duymuyor. Ancak bölgedeki üslerinin risk altında olmaması ve çatışma sonrası yeni düzeni kurgularken elinin güçlü olması için dışarıda durduğu görüntüsünü veriyor.
Bu saldırı ve sonrasındaki gelişmeler, İran’ı daha izole, daha saldırgan ve daha öngörülemez bir aktöre dönüştürecek. Hatta rejim “ölüm-kalım” seçeneği karşısında çılgınca eylemlere başvurabilir. Bu durum, bölgedeki tüm aktörlerin stratejilerini yeniden gözden geçirmesine yol açtı.
Enerji dengesi ve Türkiye
Enerji piyasaları hızla tepki verdi. Zaten bekleniyordu bu kriz. Petrol fiyatları şimdiden yüzde 10 mertebesinde yükseldi. Ancak esas büyük şok, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatması ya da mayınlaması durumunda yaşanacak. Böyle bir durumda petrol fiyatlarının 150 dolar bandına fırlaması benim için sürpriz olmaz.
1639 Kasr-ı Şirin Anlaşmasından bu yana bölgesel rakibi İran ile ilişkilerini belli bir denge çerçevesinde yürütmekte olan Türkiye için bu kriz, sıradan bir bölgesel gerilimden öte, bir dizi stratejik ve ekonomik meydan okumayı beraberinde getiriyor.
1. Enerji Fiyatları ve Enflasyon Baskısı:
Türkiye, petrol ihtiyacının yaklaşık yüzden 92’sini dışarıdan karşılayan bir ülke. Brent petrol fiyatlarındaki yaklaşık yüzde 10’luk artış, ithalat maliyetlerini yükseltiyor. Bu da enflasyon ve cari işlemler açığı üzerinde ciddi baskı yaratıyor. Hele hele 150 dolar riski, ekonomiyi allak bullak edecektir. Merkez Bankası’nın faiz kararları üzerinde ek yük oluşturuyor. Artan enerji maliyetleri, sanayi üretimini ve tüketici talebini olumsuz etkileyebilir.
Yeni jeopolitik sınamalar
2. Dış Ticaret ve Güvenlik Riskleri:
Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi çevresindeki artan gerilim, Türkiye’nin önemli ticaret ve enerji koridorlarını tehdit ediyor. Özellikle Asya pazarlarıyla ticarette kullanılan rota üzerindeki risk primi yükseliyor, sigorta ve navlun maliyetleri artıyor. Bu, tedarik zincirlerinde gecikme ve üretimde daralmaya neden olabilir.
3. Diplomatik Rol ve Arabuluculuk İmkânı:
Türkiye, İran ve İsrail ile doğrudan iletişim kanallarına sahip nadir bölgesel aktörlerden biri. Rusya-Ukrayna savaşında gösterdiği arabuluculuk yeteneği, bu krizde de kullanılabilir. Ancak bu kez mezhep dengeleri, coğrafi yakınlık ve iç politika hassasiyetleri, diplomatik süreci daha karmaşık hale getiriyor. Sessiz ama etkin bir arabuluculuk, Türkiye’nin bölgesel prestijini ve uluslararası ağırlığını artırabilir. Bunu başarabilmesi için İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi şart.
4. NATO ve Savunma Politikalarında Yeni Sınamalar:
Bu kriz, NATO içindeki İsrail ve İran politikaları üzerinden yeni gerilimlere yol açabilir. Türkiye’nin İran’a yönelik yaptırımlarda Batı ile tam uyumlu olmaması, Washington-Ankara hattında gerginlik yaratabilir. Öte yandan, İsrail’le normalleşme sürecinde Türkiye’den askeri destek beklentisi zayıf. Türkiye’nin dengeli siyaseti yeni zorluklarla karşılaşacak.
Türkiye’nin önündeki riskler ve fırsatlar
Riskler:
Enerji fiyatlarının artması ve doğalgaz boru hattı altyapısına yönelik sabotaj riski
Dış ticaret yollarında artan güvenlik açıkları
Bölgesel istikrarsızlık ve artan güvenlik tehditleri
NATO ve Batı ülkeleriyle ilişkilerde yeni kırılmalar
Fırsatlar:
Bölgesel arabuluculuk ve diplomasi rolünü güçlendirme
Enerji koridorları ve altyapı projelerinde iş birliklerini artırma
Orta Asya ve Kafkasya’ya açılacak yeni ticaret ve enerji koridorları oluşturma
Türkiye’nin bölgesel aktör olarak prestijini ve etkinliğini artırma.
Türkiye’nin geleneksel denge siyaseti, küresel güç dengeleri yeniden şekillenirken artık tek başına yeterli olmayabilir. Krizlere verdiği tepkiler kadar, krizleri önleyici, çözüme götürücü ve kendi stratejik menfaatlerini azami seviyeye çıkarıcı proaktif politikalar geliştirmesi zorunlu.
Proaktif strateji gerekiyor
İsrail-İran çatışması, sadece yeni bir Ortadoğu savaşı riski değil; aynı zamanda Türkiye’nin bölgedeki yerini ve gücünü yeniden tanımlayacağı bir dönemin de habercisi olabilir. Bölgesel istikrarı korumak ve ulusal çıkarlarını güvence altına almak için çok boyutlu, teknik ve stratejik bir dış politika ortaya konulması kaçınılmaz. Aynı zamanda kendi iç düzenindeki zafiyetleri gidermesi de.
Özellikle İran’daki zayıflayan saldırganlık, Azeri kökenli nüfusun geleceği, Orta Asya’ya açılacak yeni koridor, İran’dan Türkmenistan gazı ithalatı, İsrail’in bölgede artan rakipsizliği, Çin ve Rusya’nın İran rejimiyle ilgili tavırları, Türkiye’nin farklı senaryolar üzerinden acil harekete geçmesini zorunlu kılıyor.