Trump yeniden göreve geldiğinde Rusya-Ukrayna savaşını bir günde bitireceği iddiasındaydı ama savaş hala sürüyor.Bu arada Türkiye Rusya, Ukrayna ve ABD arasında yoğun diplomatik trafik içinde. Fotoğrafta Dışişleri Bakanı Fidan 27 Mayıs’ta Moskova’da Cumhurbaşkanı Putin tarafından kabul edilirken görülüyor.
Donald Trump, ikinci kez ABD Başkanlığı koltuğuna oturduğunda, Ukrayna’daki savaşı “bir günde” bitireceği vaadiyle dünya kamuoyunun ilgisini çekmişti. Putin’le geçmişten gelen “özel” ilişkisine güvenen Trump, Kremlin’i masaya oturtabileceğini ve savaşı ani bir hamleyle sona erdirebileceğini iddia ediyordu. Ancak yeniden başkanlık görevine başlamasından bu yana ne barış sağlanabildi ne de somut bir ateşkes ilanı geldi.
Aksine, Rusya saldırılarını artırdı; dört yeni Ukrayna sınır kasabasını daha kontrol altına aldı, insansız hava araçlarıyla rekor düzeyde saldırılar düzenledi. Trump-Putin arasında gerçekleştiği öne sürülen temaslardan bugüne dek hiçbir somut sonuç alınamadı. Moskova, zaman ve toprak kazanmaya devam ederken, Trump’ın Ukrayna liderini küçümseyici açıklamaları, Kiev’e yönelik destek paketlerini geciktirmesi ve Batı ittifakına karşı mesafeli tutumu, Kremlin’i durdurma niyeti ve kapasitesinin olmadığını bir kez daha ortaya koydu. Trump’ın sözlerinin Moskova nezdindeki caydırıcılığı da hızla eriyor.
Trump-Putin: ilişki “karmaşık”
Putin, satranç tahtasında hamlelerini soğukkanlılıkla ve net bir stratejiyle yapıyor: Ukrayna’yı tarafsızlaştırmak, Rus etkisi altındaki bölgeleri ilhak etmek, Batı ittifakıyla bağlarını kesmek ve Rusya’yı yeni dünya düzeninde yeniden büyük bir güç olarak konumlandırmak. Trump ise bu oyunu anlamakta zorlanıyor. Kremlin, onun açıklamalarını “duygusal” buluyor ve ciddiye almıyor.
Bu durum, yalnızca Ukrayna cephesinde değil, küresel düzlemde de yeni fay hatlarının oluştuğuna ve uzun vadeli yansımaların kaçınılmaz olduğuna işaret ediyor.
Trump’ın Putin’le ilişkisi yıllardır “kafa karıştırıcı” olarak nitelendiriliyor. Ulusal Güvenlik Konseyi’nin eski Rusya danışmanı Fiona Hill’e göre Trump, Putin’e karşı hem hayranlık hem de rekabet duygusu besliyor. Onu kontrol edebileceğine inanıyor ama aslında stratejik derinliğini tam olarak kavrayamıyor. Putin ise kişisel yakınlıkları değil, ulusal çıkarları esas alıyor.
Trump, Putin’e neden ılımlı?
Peki, Trump neden bu kadar yumuşak davranıyor? İki olasılık öne çıkıyor:
• Stratejik Hesap: Trump, Moskova ile yakınlaşıp Çin’in izole edilmesini hedefliyor olabilir. Rusya’yı Batı’dan değil, Çin’den koparmaya çalışıyor. Böylece ABD’nin tüm dikkatini Pekin’e yoğunlaştırabileceği, Avrasya cephesini bölerek Çin’in bölgesel ve küresel etkisini sınırlayabileceği bir jeopolitik denge arayışında.
• Rehine Diplomasisi: Öte yandan, Putin’in Trump’a karşı elinde bazı “kozlar” bulundurduğu, geçmişteki iş bağlantıları, seçim müdahaleleri ya da istihbarat verileri üzerinden onu sınırladığına dair iddialar da kulislerde konuşuluyor. Kremlin’in Trump üzerindeki etkisinin temelinde, karşılıklı çıkarların ötesinde bir “açık dosyalar ağı” mi var, henüz tam bilinmiyor.
Avrupa: ABD gölgesinde kırılgan duruş
Avrupa Birliği, Ukrayna’ya yönelik desteğini sürdürüyor gibi görünse de aslında savaş yorgunluğu ve iç siyasi baskılar nedeniyle ciddi bir kırılganlık içinde. Trump’ın NATO içindeki tartışmalı açıklamaları, Almanya ve Fransa gibi ana aktörlerde güvensizlik yaratıyor.
Trump’ın istikrarsız barış girişimleri ve Rusya ile “anlaşabiliriz” mesajları, Avrupa’yı kendi savunmasını yeniden düşünmeye itiyor. Ortak mühimmat üretimi, savunma fonları ve enerji bağımsızlığı çabaları hızlansa da ABD güvenlik şemsiyesine alışmış bir kıta için bunlar hâlâ yetersiz. Stratejik özerklik, hâlâ siyasi irade ve ekonomik fedakârlık gerektiren uzak bir hedef.
Çin: Uzak durarak kazanıyor
Trump’ın Ukrayna dosyasındaki başarısızlığı, Pekin için ciddi bir jeopolitik fırsat yaratıyor. Çin, Rusya’yla “sınırsız ortaklık” kurduğunu ilan etti; ama Batı’yla doğrudan cepheleşmekten kaçınıyor. Diplomatik olarak barış söylemleri geliştiriyor; ancak bu daha çok zaman kazanma ve Tayvan ile Güney Çin Denizi’ne odaklanmak için bir taktik.
Çin, Ukrayna savaşını ABD’nin liderlik kapasitesini test etmek için izliyor. Eğer Trump, müttefiklerini bir arada tutamazsa ve kararlılık sergileyemezse, Pekin çok daha özgüvenli bir şekilde Tayvan ve Asya-Pasifik açılım dosyasına yönelecek.
Türkiye: denklemde anahtar oyuncu
Türkiye, savaşın başından bu yana eşsiz bir pozisyonda: Hem Moskova hem Kiev ile temas kurabilen nadir ülkelerden biri. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde yürütülen diplomasi, tahıl koridoru anlaşması, esir değişimi ve doğrudan müzakerelerle savaşın yumuşatılmasında kritik rol oynadı.
Ankara, NATO üyesi olmakla birlikte zaman zaman Batı’yı zorlayan çıkışlar yapıyor, fakat aynı zamanda Moskova’yla enerji, savunma ve ticaret alanlarında “dengeci” bir ilişki yürütüyor. Türkiye, kendi bölgesel çıkarları doğrultusunda Batı-Rusya rekabetinden alan açmayı başarıyor.
Son olarak Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın önümüzdeki günlerde Ukrayna’ya yapacağı zamanla açısından kritik resmi ziyaret, Türkiye’nin bu dosyada arabuluculuk iddiasını tazeledi. Kiev’de Cumhurbaşkanı Zelenskiy ve Başbakan Smihal ile yapılacak görüşmelerin yanı sıra, İstanbul’daki önceki barış görüşmelerinde yer alan isimlerle de bir araya gelinmesi planlanıyor. Kremlin’in dün “İstanbul’da yeniden görüşebiliriz” açıklaması, Türkiye’nin arabuluculuk zemininin hâlâ geçerli olduğunu gösteriyor. Putin, belki de barış masasına itürmadan daha fazla oldu-bitti avantajı elde etmek için son saldırılar için talimat verdi.
Türkiye’nin bir başka önemli rolü de Çin-Rusya-Türkiye ekseninde şekillenen yeni güç blokları arasında denge unsuru olma potansiyeli. Ne tamamen Batı ne tamamen Doğu, ama iki tarafla da konuşabilen bir pozisyon, ilerleyen dönemde Türkiye’ye büyük stratejik değer kazandırabilir.
Trump’ın bir yol haritası var mı?
Trump’ın “bir günde barış” söylemi, küresel jeopolitik gerçeklerin karmaşıklığını yeterince ciddiye almadığı için başarısız oldu. Ancak bu, ABD için oyunun bittiği anlamına gelmiyor. Trump, kalan dört yılı içinde etkili ve güven tazeleyici bir strateji geliştirmek zorunda.
Trump eğer yeniden güven inşa etmek istiyorsa şunları yapabilir:
• Putin’e karşı dengeli sertlik: Kişisel yakınlık yerine, kurumsal caydırıcılığı öne çıkaran bir pozisyon almalı. Putin’in yayılmacı stratejisini sınırlamak için hedefe yönelik ekonomik ve teknolojik yaptırımlar devreye sokulabilir.
• Çin-Rusya bağını zayıflatmak: Rusya’nın Çin’e tam bağımlı hale gelmesini engellemek için Moskova ile sınırlı, kontrollü bir işbirliği zemininde ilişkileri sürdürüp, Çin’e karşı Avrasya denkleminde boşluk yaratma fırsatı kollamalı.
• Avrupa ile güven tazeleyici adımlar: NATO içi uyumu artıracak, transatlantik güveni yeniden tesis edecek bir diplomasi inşa etmeli. Avrupa’ya yönelik baskıcı değil, tamamlayıcı bir strateji izlemeli.
• Türkiye gibi bölgesel güçlerin sürece katılımı: Türkiye’nin özgün pozisyonunu kullanarak, ara aktörlerin diplomatik potansiyelinden faydalanmalı. Bu bağlamda, İstanbul barış görüşmelerine yeniden ivme kazandırılabilir.
Sonuçta, yeni dünya düzeninde yalnızca askeri ve siyasi kaş gücü yetmiyor; bunu gördük. Soğukkanlı strateji, diplomatik ustalık ve güven inşa eden liderlik belirleyici olacak. Trump, bu kez sadece seçmenine değil, dünyaya da güven vermek zorunda. Kişisel egosuna da çok güvenmesin. Aksi halde, tarih onu barış vadeden ama savaşın derinleşmesine tanıklık eden bir lider olarak hatırlayacak. ve hiç beklenmedik yeni çatışmaların, felaketlerin de önünü açabilecek.