Gazetelerde okuduğunuz, televizyon kanallarında karşınıza çıkan her habere inanmayınız; hatta aynı haber birkaç gazete ve TV’de yayımlanmış olsa da…
İlişkilerin ara sıra sertleştiği iki komşu ülke olan Pakistan ile Hindistan, her zaman patlamaya hazır bomba görüntüsündeki Keşmir ihtilafı yüzünden yine çatışmacı bir ortama girdi.
Her iki ülke 'nükleer' birer güç oldukları için, çatışmalarının korkunç sonuçlar doğurması mümkün ve bu sebeple o bölgeden gelen haberler dünyanın başka ülkelerinde de tetikte durmayı gerektiriyor.
[Stokholm’daki silahlanma faaliyetlerini yakından izleyen kurumun (SIPRI) verilerine göre, Hindistan ve Pakistan’ın her birinde 170 atom bombası bulunuyor.]
Donald Trump’ın ABD’ye başkan seçilmesinin dünya coğrafyasındaki ihtilaflı bölgeler üzerinde böyle bir etkisi var: En ufak vesile bile çatışmalara yol açabiliyor…
Rusya ve Çin de ihtilafları kendi çıkarlarına kullanmak üzere kenarda hazır bekliyorlar.
Yeni ihtilaf, nüfusu ağırlıklı olarak Müslüman olduğu için Pakistan’ın yakından ilgilendiği Keşmir’de yaşanan bir terör eylemi yüzünden, 7 Mayıs’ta, Hindistan’ın Pakistan’a saldırısıyla başladı.
Pakistan’ın nükleer cephaneliğinin kontrolü ve gerektiğinde kullanılmasını denetlemekle görevli Ulusal Komuta Otoritesi’nin (NCA) toplantıya çağrıldığı duyulunca, bütün önemli başkentler alarma geçti.
Komşusunun bazı askeri tesislerini vurmakla yetindi Pakistan.
İhtilafın nükleer gücün de kullanıldığı büyük bir savaşa dönüşmemesi, Rusya ve Çin’in gerilimin azaltılması yolundaki tavsiyelerinin ardından ABD’nin devreye girmesiyle engellendi ve çatışma her iki ülkeden az sayıda kişinin (40 + 40 kişi) hayatını kaybetmesiyle dört günde sona erdi.
Yazımın girişindeki, medyanın haberlerine inanılmaması uyarım ile sonrasında verdiğim sınırlı savaş arasındaki ilgiyi kuramamış olabilirsiniz. Oysa, iki ülkeyi yerle bir edebilecek çapta -nükleer- bir savaşa da sürükleyebilecek çatışmacı bir ortamın sırası ve sonrasında medyanın sergilediği tavır ilgi çekmeyecek gibi değil.
Özellikle Narendra Modi gibi otokrat bir liderin on yıldır başbakan olduğu Hindistan’nın medyası yayınları, gazeteciliğin yanlış ellerde ne hallere gelebileceğini göstermesi bakımından önemli örnekler içeriyor.
Çatışmacı ortamda Hindistan medyasının yayın anlayışıyla ilgili bilgiyi New York Times (NYT) gazetesinin haberinden aktarayım:
“Hindistan’ın ana akım medya kuruluşlarında, Pakistan’la yaşanan çatışma sırasında şovenist içerikli yalanlar aktı. / Haberlerde Hindistan’ın ezici zaferleri yer aldı: Hindistan saldırıları, Pakistan’ın bir nükleer üssünü vurmuş, iki Pakistan savaş uçağını düşürmüş ve ülkenin petrol ve ticaret açısından can damarı olan Karaçi Limanı’nın bir kısmını yok etmişti. / Verilen her bilgi son derece ayrıntılıydı, ancak hiçbirisi doğru değildi.”
NYT haberinin başlığı durumu özetliyor zaten: “Gerçek olmayan hücumlar.”
Gazete, o günlerde yaşanan *‘dezenformasyon dalgası’*nın ezici boyutlarda olduğunu yazıyor.
Durum daha iyi anlaşılsın diye bir bölümü daha aktarayım:
“Bu dezenformasyon selinin bir kısmı ana akım medyaya da sızdı. (..) Sunucular ve yorumcular, nükleer silaha sahip iki ülke arasında çıkacak bir savaş için adeta tezahürat yapan kişilere dönüştü. Tanınmış bazı televizyon kanalları doğrulanmamış bilgileri hatta uydurma haberleri yayınladı; bu durum da milliyetçi coşkunun etkisiyle körüklendi.”
Yalan haberler, ekranlara taşınan haritalar üzerinden, uzman kılıklı yorumcular desteğinde izleyicilere ulaştırılmış.
İşi, Hindistan donanmasının Karaçi’ye saldırdığı yalan haberine kadar vardıranlar bile çıkmış…
NYT, belli başlı gazeteler ile haber kanallarının yakın zamanlara kadar meslek ilkelerine aykırı yayınlardan kaçındığı bilinen bir ülkede, kritik bir ortamda, hemen bütün medyanın tek sesle yalan habercilik yapmasının sebeplerini de irdeliyor.
Okuyalım:
“Hindistan’da, Narendra Modi ’nin 2014’te iktidara gelmesinden bu yana ifade özgürlüğü giderek aşındı. Birçok medya kuruluşu, hükümetin itibarına zarar verebilecek haberleri göstermemeleri yönünde baskı altına alındı. Diğer bazıları -özellikle büyük televizyon kanalları- hükümet politikalarını destekler hâle geldi. (Bazı küçük ve bağımsız internet haber kuruluşları daha hesap verebilir gazetecilik yürütmeye çalışıyor, ancak erişim alanları sınırlı.)”
Amerikan gazetesinde çıkan haberi okurken, yazan ve yayınlayanlardaki, “Trump döneminde biz de böyle olur muyuz?” endişesini sezdim.