Barışı inşa etmek savaşmaktan daha zor; şimdi Kürt meselesini yeniden düşünme zamanı

Ekonomik, siyasal, toplumsal krizler yumağına sıkışmış olduğumuz bir zaman aralığında ülkenin geleceği için önemli bir eşiği geçme fırsatıyla karşı karşıyayız. Devlet Bahçeli’nin ekim ayındaki hamlesiyle başlayan, DEM heyeti temasları, Öcalan mektuplarıyla süren sürecin ilk raundu PKK’nın kendini feshedeceğini açıkladığı bildiriyle sonuçlandı.

Şunu not edelim, Öcalan ve PKK bildirileri yeni bir ideolojik pozisyon tarif ediyor. Öcalan da örgüt de “eşit vatandaşlık” temelinde bir Türkiye beklentisine vurgu yaparken özerklik dahil ayrılıkçı hiçbir talebe yaslanmayan yeni bir ideolojik pozisyona geçiyor.

Asıl heyecan verici olan ise silahlı mücadeleyi esas almış bir örgütün, kurucusunun inisiyatifi ve önerisine katılarak silahı bırakıp kendini feshedeceğini açıklamış olması. Gerekçesi, örtülü müzakerelerde alınan verilen ne olursa olsun fesih ve yeni bir ideolojik pozisyonun ülkenin siyasetini etkileyecek önemli sonuçları olacaktır. Yalnızca bu kadarı bile düne göre bugün daha umutlu ve mutlu olmamızı sağlamalı bence. Bildirilerin, açıklamaların detaylarında neler olduğundan, açıklanan ya da açıklanmayan mutabakatların ne olduğundan bağımsız olarak geleceğimizi, zihnimizi, ruhumuzu rehin almış bir meselede sivil siyasete açılacak alan bile umutlarımızı çoğaltmaya yeter.

 

Çünkü Kürt meselesi özgür, eşit ve adil, yeni bir onurlu ortak yaşamın kurallarını yeniden düzenlemek meselesidir. Yolun üzerinde engeller, engel olmak isteyen iç ve dış aktörler de var elbette. Her bir aktörün zihnimizde ve toplumda da bir karşılığı, tabanı, destekçisi var. Ama asıl engel zihinlerimizde. Asıl engel gerçek meselemizi çözecek aklımızı teröre rehin vermiş olmamızda.

Ortalık terör uzmanı, güvenlik uzmanı kaynıyor ama Kürt meselesi konuşan yok. Giderek Kürt meselesinde gerçekleri unuttuk, yapmamız gerekenleri hatırlamıyoruz. Siyasi aktörler de akıllarını ve yüreklerini terör meselesine rehin verdikleri için meselenin öznesi insanlar yok bütün bu konuşulanların, yazılıp çizilenlerin içinde.

İşte şimdi terör bahsi kapanıyorsa, PKK kendini feshediyor, iktidar siyasi alanı güçlendirecek adımlar atacaksa, asıl meselemizi konuşabileceğiz demektir.

DEM Parti PKK bildirisi sonrası “herkesi ezberlerini bozmaya" davet ederken, sürecin kimse için taviz, teslimiyet, yenme yenilme anlamına gelmediğine, barışın artık düş değil, toplumsal zorunluluk haline geldiğine işaret etti.

Barış aktivisti ve yazar Gülayşe Koçak “Barış için atılan her adım, en küçük adım bile süreç açısından çok kıymetli. Adımı kimin attığının zerrece önemi yok; o eli hemen sımsıcak kavramak, o adımın karşılığını vermek gerekir” diyerek hepimizin sorumluluğunu hatırlattı.

Elbette bu sevinci doya doya yaşamalıyız. Terörsüz Türkiye diye bir hedefi küçümsemek, yanlışlamak ve gelinen aşamayı hafife almak mümkün değil.

Demokratikleşmeyi konuşma zamanı

Öte yandan krizler yumağından çıkabilmek için yapmamız gereken bir dünya işin, çözmemiz gereken bir yığın düğümün henüz tek bir ipinin ucunu ele geçirmekte olduğumuzu unutmamak gerekiyor. Yalnızca iktidarın çizdiği çerçevedeki süreçte daha yapılacak çok iş var. Süreç hala birçok tuzağa, riske, sabotaja, dış müdahaleye açık.

Süreçte her türlü provokasyon olabilir, elbette PKK içinde de devletin içinde de hatta yurtdışında sürece taş koymak, terör kozunu yitirmek istemeyenler olabilir. Ama ideolojik pozisyonunu değiştirerek silah bırakmaya karar vermiş ve bunu dünyaya ilan etmiş bir kurucu liderin ve yapının silaha geri dönüşü artık çok da mümkün ve kolay olamaz.

Aynı zamanda “Siyasi ve hukuki reformlarla demokrasi ve sivil siyasetin güçlendirilmesinin yanı sıra bin yıllık kardeşliği ve birlikte yaşama iradesini pekiştirip ileriye taşıyacak stratejik ve yasal adımların çatı ve çerçevesinin nasıl belirleneceği ayrıca ele alınmalı, müştereken ve maşeri vicdana muvafık halde tatbik edilmelidir. Barış havası, güvenlik ortamı mutlak surette kalıcı ve gerçekçi olmalıdır” vurgusu yapan Bahçeli’nin açıklamasından sonra iktidar kanadının da eski paradigmalarda sabitleneceğini varsaymak da doğru değil.

İktidar Kürt meselesi ile ülkenin demokratikleşmesi, devletin yeniden inşası ilişkisini kopardığını sanıyor olsa da gerçekte bu iki meseleyi birbirinden ayırabilmek mümkün değil. O nedenle aktörlerin ne dediğinden daha çok beni heyecanlandıran kısmı yaşananların ve hele başarılı da olursa, hemen tüm aktörlerde ve meselelerde paradigmaları değiştirme potansiyeli.

Toplum, sade vatandaş henüz sahnede yok. Sade vatandaşı sahneye henüz davet eden de yok zaten. Şimdilik mesele yalnızca iktidar ve devlet ile Öcalan ve PKK arasında. Muhtemelen sürecin gelişmesine bağlı olarak Meclis’in gündemine ve dolayısıyla da tüm siyasi aktörlerin muhataplığına doğru evrilmesi beklenir. Başka türlü sürecin başarıya ulaşması mümkün değil.

Toplumsallaştırmadan değişimin önü açılamaz

Fakat önceki açılım süreçlerinden deneyimlediğimiz ve bildiğimiz bir şey var ki o da bu türden büyük zihni kurum- kural değişikliklerinde toplumsal rıza ve içselleştirme olmadan kalıcı çözüm mümkün değil. Elbette başta Kürtler olmak üzere herkes şimdilik temkinli bir iyimserlikle bekliyor. Güçlü bir toplumsal itiraz da destek de gözlenmiyor henüz.

Yine de terörün ürettiği zihni ve ruhi esaretten kurtulabildiğimiz oranda, siyasetin alanı genişleyecek. Süreci esas itibarıyla devletin bekası, güvenlik ve bölgesel gelişmelerin riski ve fırsatları penceresinden sürdüren iktidara karşı siyasi alanı genişletecek yöntemleri bulmak gerekiyor. Sürecin devletin yeniden yapılandırılması ve demokratikleştirilmesi, denge ve denetleme mekanizmalarının yeniden tesisi gibi bir alana çekmeden gerçekten toplumsal uzlaşmayı ve barışı inşa etmek mümkün değil.

Terörün rehninden kurtulsa da hala önümüzde iki zihni eşik var. Birincisi tüm meselelerimiz gibi bu meseleyi de iktidar yandaşlığı-karşıtlığı kutuplaşmasının içinden değerlendiriyoruz çoğunlukla. İktidarın bu süreçten kendi lehine bir siyasi pozisyon üretmeye çabaladığından kuşku yok. Bu noktadan yola çıkarak meseleyi Kürtler veya DEM Parti iktidara destek verecek iddiasına bağlamak, Kürtlerin siyasi ahlakını sorgulamak, deneyimlerini, yaşadıklarını yok saymak doğru değil. Öte yandan ‘Türkler, CHP’liler, cumhuriyetçiler kategorik olarak çözüme karşılar, çünkü Erdoğan’a karşılar’ kalıbına sıkıştırmak da doğru değil.

İkinci zihni eşik ise genel olarak Kürt meselesine dair ezberlerin toplumun bir kesiminde güçlü oluşu. Toplumun bir kesiminde siyaset ve medya marifetiyle öyle bir algı oluşturuldu ki sanki Kürt meselesini çözmek demek Türklerin onurundan, gururundan, cebinden bir şey alıp Kürtlere vermek demek.

Önce şunu anlamamız lazım. Kürtlerden esirgediklerimiz aynı zamanda kendi hayatımızda fedaya razı olduklarımızdır. Kürtlerden esirgediklerimiz, kendi hayatımızda da vasata razı olmamıza yol açmaktadır. Kürtlerden esirgediklerimiz nedeniyle örneğin biz de kendi hayatımıza dair kararlara katılamıyoruz, yerel yönetimleri bile demokratikleştiremiyoruz.

Dünyamızı ve zihnimizi terörden kurtarıyor olduğumuza göre belki de işe Kürt meselesini bir kez daha yeniden düşünmek ve tanımlamaktan başlamalıyız. Kürt meselesi tek başına ekonomik geri kalmışlık sorunu değildir elbette. Tıpkı tek başına terör, tek başına demokrasi, tek başına yönetim, tek başına insan hakları, kültürel kimlik sorunu olmadığı gibi.

Kürt sorunu tüm bu sorunların tümünden beslenen, tümünün sonucu olan aynı zamanda tümünü de besleyen ve çoğaltan daha karmaşık bir meseledir. En önemlisi de Kürt meselesi ülkenin temel demokrasi, insan hakları, yönetim ve hukuk sorunlarının çözümünün önündeki en büyük tıkaçtır. Sorunun kendisi de, ülkenin geleceği de, toplumsal barış ve huzur da teröre rehin edilip, her şey silahların ve ölümün gölgesinde konuşulduğu için çözüm yolunda mesafe alınamamaktadır.

Şimdi terör tıkacından kurtuluyor isek, gündemi ortak ve onurlu yaşamı inşaya çevirebilmek için neler yapabileceğimizi düşünmek zamanıdır.

Şimdi yeni bir zihin haritasına ve dile ihtiyacımız var. Gündelik hayatın ihtiyaç ve taleplerinden beslenen, çözümü yalnızca hâkim siyasi aktörlerden beklemeyen… Ortak kadere inananların ortak hayatını dikkate alan… Birbirinin kutsallarına, hassasiyetlerine, yaralarına saygı gösteren… Birbirinin varoluşuna, kimliğine, farklılığına, onuruna, diline saygı duyan… Yarının ortak hayatının yeni kurallarını örmeyi hedef edinen…

Konuştuğumuz meselelerin ve hatta yaşadığımız krizler yumağının hemen tümü ve de Kürt meselesi özü itibarıyla siyasi bir mesele. Siyasi bir meseleyi yalnızca siyasi çoğunluğun gücüyle ya da merkezi bir otoritenin tekçi tercihleriyle çözemiyoruz. Aksine yeni yönetim sistemine geçişle beraber yaşadığımız gibi hemen her şey daha da kötüye gidiyor. Ancak diğer siyasi aktörleri de sürece dahil ederek, siyasi zemin ve araçları kullanarak başarılı olabiliriz. Çünkü geldiğimiz noktada tüm meselelerimizin de Kürt meselesinin de çözümü çok anahtarlı kasayı açmak demek. Anahtarlar hem meselenin farklı boyutlarında gizli hem de ikiden fazla aktörün elinde. Anahtarları herkes aynı anda çevirirse kapı açılabilir. Bu durumda da anahtar sahibi herkesi sürece dahil edebilmemiz gerekir. Yalnızca teknik seviyeden bakılınca bile sürecin başarıyla yönetilmesi için yapılması ve kollanması gereken çok şey var. Siyasi aktörleri çoğaltarak, süreçleri son derece şeffaf götürerek, örtük pazarlıklardan uzak durup toplumsal ve siyasal uzlaşmaları hedefleyerek meseleyi çözebiliriz. Bu da önümüzde çok uzun bir sürecin olduğunu gösteriyor.

Toplumsal psikoloji açısından en önemli eşik ise sorunun bu kadar yıldır aynen sürüyor oluşu. Şu noktada bile toplumun büyük kesimlerinin zihninde, beklentisinde çözüme dair somut vaat eksik. Bu eksiklik sorunun hep var olacağı ve çözülemeyeceği duygusunu ve beklentisini körüklüyor. Bu duygu hali içinde, meselenin çözümsüzlük içinde devamı beklentisi varlığını sürdürüyor. Bu ruh hali ve beklenti de ülke ve kişisel geleceğimize dair tüm tasavvurlarımızı ve iddialarımızı biçimliyor. Geldiğimiz noktada sorun mu bu ruh halini yaratıyor, bu ruh hali mi sorunu çözümsüz kılıyor, artık birbirine karışıyor. Nitekim şu anda kamuoyunda gözlenen tedirginlikler, temkinlilikler, vehimler bu duygu halinden besleniyor.

Yani meselenin bir yanı da somut problemlerden, reel politiğin sorunlarından kaynaklanan ve beslenen temel sorunun giderek duygusal sorun haline dönüşmüş olması.

O nedenle artık şimdi barışmak daha çok yürek istiyor. Çünkü barışı inşa etmek artık savaşmaktan daha zorlu bir süreç.