Ayakları yere basmayan mega projeler başarısızlığa mahkûm
2021 yılından beri gerçekleştirilen Antalya Diplomasi Forumu (ADF), Davos Dünya Ekonomik Forumu ve Münih Güvenlik Konferansı gibi, dünyanın önemli bir siyaset ve diplomasi zirvesi olma umuduyla kurulmuştu. Malum, AKP iktidarı bu tür mega projeleri sever. Ama evdeki hesap bir türlü çarşıya uymuyor. Ne yazık ki, benzeri durumları daha önce İstanbul Finans Merkezi ve İstanbul Formula 1 Yarış Pisti projelerinde de yaşamıştık.
Kendi finans yapınız çürükse, ülkenizde hukuk yoksa, hesap vermekten, şeffaflıktan uzak bir anlayışla ülkenizi yönetiyorsanız, merkez bankanız emir kulu ise, sizin kurduğunuz finans merkezine kim gelir ki! Üstelik meşhur finans merkezi için Anadolu yakasında ulaşımı zor, uzak bir saha seçilmişse, buraya ancak emir komuta zinciri altındaki devlet bankaları ve merkez bankasından başkasını getiremezsiniz.
Yine aynı şekilde yıllardır bir türlü artmayan on bin dolar civarındaki kişi başı ortalama ulusal gelirle, ayın sonunu nasıl getireceğini kara kara düşünen vatandaşlar metro duraklarında, dolmuş, otobüs kuyruklarında ömür tüketirken, Formula 1 yarışlarına kim ilgi duyar? Üstelik bu pist, finans merkezi gibi kötü ve uzak bir yerde kurulmuşsa, oraya birkaç fanatik paralı insan dışında kim gider? Onlar da bir süre sonra ilgilerini kaybederler, pisti kapatmak zorunda kalırsınız.
Taksim Meydanı sürekli polis barikatlarıyla yasak bölge halinde tutulurken, kentiniz ne kadar tarih ve kültür zengini olsa da, yabancı ziyaretçiler gelmek istemezler. Kentin sokakları ve meydanları özgür olmadan, betonlaşma ve yağmaya son verilmeden, parklar ve yeşil alanlarla kent yaşanır hale getirilmeden, dünyanın en modern finans merkezlerini kursanız da fayda etmez.
Eskiden İstanbul’u daha yaşanır bir hale getirmek için gece gündüz çalışan bir Çelik Gülersoy vardı. Şimdi de şanslıyız, Mahir Polat gibi bir değerimiz var. Ama onu ödüllendirileceğimize, hapislere atıyoruz. Bırakın Mahir Polat işini yapsın, Bukoleon Sarayı’nı, tarihi Hipodromu, surları ve kentin diğer tarihi kültürel mekanlarını ayağa kaldırsın. Onun yapacağı hizmetler, sürekli ihanete uğrayan İstanbul’a mega projelerden çok daha değer katar. İstanbul’un orta yeri karakol haline getirilirse, gençler, kadınlar, aydınlar, gazeteciler yerlerde sürüklenip hapise atılırsa, yabancı gazeteciler apar topar sınır dışı edilirse, mega projelere kim itibar eder!
Antalya Diplomasi Forumu bu yıl iyice sönük geçti
ADF’nin akıbeti de İstanbul’dakilerle aynı olacak korkarız. Ülkede demokrasi olmadığı sürece, ADF’nin cezbedici bir etkinlik olabilme şansı yok. ADF üstelik bu yıl iyice sönük geçti. Sebebi Ekrem İmamoğlu’nun ve yol arkadaşlarının tutuklanması ve CHP’nin önderliğinde gerçekleşen kitlesel protesto eylemlerinin halkın gerçek eğilimini ortaya koymasıydı. Oysa ADF’nin önceki yıllara nazaran çok daha ilgi çekmesi için her vesile mevcuttu.
Kapı komşumuz Suriye’de iktidar değişimi olmuş, yeni rejimin lideri Antalya’ya davet edilmişti. Suriye Antalya’da tüm paydaşların katılımı ile enine boyuna tartışılabilirdi. Keza Antalya’nın burnunun dibinde cereyan eden Gazze faciasının tartışılması için zaman ve zemin müsaitti. Üstelik Forum’a Netanyahu hakkında soykırım iddiasıyla tutuklama kararı çıkartan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Başsavcısı Kerim Han da katılacaktı. Yine kapı komşumuz Ukrayna’yı yakıp yıkan kanlı savaşla ilgili önemli gelişmeler yaşanıyordu. Taraflar Trump tarafından isteksiz oldukları halde barış müzakerelerine zorlanmış, görüşmeler devam ederken Rusya’nın saldırıları nedeniyle dökülen kan iyice artmıştı. Ama Ukrayna Savaşı ADF’nda layıkı ile tartışılamadı. Taraflar ayrı forumlarda sadece birbirilerine suçlamalar yöneltip ayrıldılar.
Diğer taraftan, Trump NATO’yu örseleyince, Türkiye’nin Avrupa’daki önemi artmış, Ankara ziyaretçi yağmuruna tutulmuştu. Fransa ve İngiltere, AB üyesi olmayan Kanada, Norveç ve Türkiye’nin de katkılarıyla bir “Gönüllüler Koalisyonu” oluşturmak için kolları sıvamışlardı. Herkes Türkiye’ni öneminden bahsetmeye başlamıştı. Ama 19 Mart tutuklamaları bu havayı ters yüz etti. CHP’nin de aktif girişimleriyle Avrupalılar bir bir sırtlarını Ankara’ya dönmeye başladılar. Sonuçta AB üyeleri ADF’yi adeta boykot ettiler. Kosova, Karadağ, Moldova gibi ülkeleri saymazsak, bu yıl ADF’yi Avrupa’dan sadece Macaristan Başbakanı Viktor Orban şereflendirdi.
Macaristan Başbakanı Viktor Orban (ortada)
Bu yıl en çok Jeffrey Sachs iz bıraktı
Bu yıl Antalya’da en çok iz bırakan yabancı katılımcı BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı Başkanı Jeffrey Sachs oldu. Prof. Sachs bizim resmi temsilcilerin hoşuna gitmeyecek şekilde, Beşar Esat’ın devrilmesinin, mazisi 2011’e dayanan bir İsrail-ABD projesi olduğunu söyleyiverdi. Suriye’nin çiçeği burnunda geçiş dönemi Cumhurbaşkanı Ahmet El Şara’dan bu konuda bir cevap alamadık. El Şara basında sadece görüntüleriyle yer aldı. Bu durumda El Şara bazılarının iddia ettiği gibi bir proje figürü mü oluyor? Yakında işi bitince tarihin çöp sepetine mi atılacak? Cevap verseydi ne düşündüğünü anlardık.
BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı Başkanı Jeffrey Sachs
Öte yandan Sachs’ın sözlerini esas alırsak, Ankara HTŞ’ye destek verirken İsrail’in çıkarına mı hizmet etmiş oldu? Peki bundan sonra ABD-İsrail ikilisinin Suriye planı ne? Bunlar ilk elde akla gelen deli sorular. Ama Antalya’dan bu konularda pek ses çıkmadı.
Sachs konuşmasında 2011’de düğmesine basılan söz konusu proje sonucu, altı ülkede rejim değişikliği ve savaşlar gerçekleştiğini, projenin son ayağının İran’la savaş olduğunu belirtti. ABD ve İran şu sıralar Umman’da biraz dolaylı, biraz doğrudan görüşmeler yapıyorlar. Buradan sonuç çıkmazsa, ABD İran’ı savaşla tehdit ediyor. İsrail ise kapının arkasında saldırı için fırsat kolluyor. Bu satırların yazarı geçen haftaki son yazısında İran’a karşı ABD-İsrail kampında yer almamızın yaratacağı tehlikelerine dikkat çekmeye çalışmıştı. Buradan yine uyarı görevimizi yapalım.
Sayın cumhurbaşkanınızın sözleri ve ötesi
İzleyebildiğimiz kadarıyla Antalya’da Suriye ve Gazze içerikten ziyade retorik olarak ön plandaydı. Sayın Reis-i Cumhurun “İsrail bir terör devletidir” çıkışı hala kulaklarımızda çınlıyor. Ama bu tür bir retorik ne Gazze halkının acılarını dindirmeye ne de Suriye üzerinde kurulan İsrail tahakkümünü yok etmeye kafi. Aykırı bir ses olan Prof Sachs’ı saymazsak, ABD’den ADF’ye kayda değer bir katılım olmadı. Umalım ABD’nin kartları Trump’ın Ortadoğu ziyaretinde açılmaz. ABD Ankara’dan Gazze’den çıkarılacak sürgünlerin Kuzey Suriye’de iskan edilmesi konusunda işbirliği talep ederse, işte o zaman heybedeki turpun büyüğünü görürüz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
ABD’den pek gelen olmadı ama, Rusya’dan Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Ukrayna’dan Dışişleri Bakanı Andrii Sybiha Antalya’daydı. Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi, bunlar ne birbirleriyle konuştular, ne de aynı forumlarda yan yana geldiler. Oysa eskiden Türkiye tarafları buluşturabiliyor, somut bazı sonuçların elde edilmesine aracılık edebiliyordu. Sırf bu durum bile Türkiye’nin diplomasi alanında kaybettiği mevzilerin görülmesi bakımından yeterli bir örnek. Aynı durum ABD-İran görüşmeleri için de geçerli. Bir zamanlar aktif rol üstlendiğimiz İran nükleer güç görüşmelerinde bu kez Umman kolaylaştırıcı rolü oynuyor. Ne İran, ne de Araplar ADF’ye üst düzeyli temsilci gönderdiler. Antalya’da Uzak Doğu’dan ve Hindistan’dan da önemli bir da temsilci yoktu.
Kardeş Türki Cumhuriyetlerin AB’den aldıkları fonlar karşılığında bize sırtlarını dönerek GKRY nezdinde Büyükelçi atamalarının hemen akabinde gerçekleşen Antalya Diplomasi Forumu’nda “milli davamız” Kıbrıs hakkında ne yapıldığı ise meçhul. Umalım biz yapmamışsak, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar bu devletlerin temsilcilerine yaşanan hayal kırıklığını vurgulama olanağı bulmuştur. Hoş, ortada Sayın Tatar'ı dinleyecek Orta-Asya ülkelerinden üst düzeyli katılım da yoktu.
Antalya’da bir diplomasi forumu düzenlenir de, Yunanistan’dan katılım olmaz mı? Ama onlar da yoktu. Hiç olmazsa, Balkanlar’dan ve Afrika’dan davet ettiğimiz emekli siyasetçiler gibi, Yunanistan’dan Yorgo Papandreau’yu veya Alexis Çipras’ı davet edebilseydik. Aslında GKRY’den de bir temsilci çağrılabilseydi güzel olurdu. Tarafsız bölge sayılması gereken bu tür uluslararası toplantılar her türlü katılıma açık olmalı ki, herkes eteklerindeki taşı döksün.
Ama ADF’ye katılanların çoğu, her yıl olduğu gibi, önemi kendilerinden menkul, üçüncü dünyanın temsilcileriydi. Katılımcılar umalım, güzel Antalya’mızda güzel günler geçirmişlerdir. Bunların yol ve konaklama masraflarını alicenap devletimizin karşıladığını tahmin ediyorum. Ülkemizde şeffaflık olsa, ADF için ne kadar ve kimlere masraf yapıldığını öğrenme olanağımız olurdu. Bu konu maalesef başka bir bahara kalacak.
Ermenistan Dışişleri Bakanı: Sınır kapıları artık açılsın
ADF’de, Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan’ın sözleri önemliydi. Mirzoyan, Azeri karşıtı Ceyhun Bayramov ve Hakan Fidan’la ayrı ayrı görüşme olanağı buldu. (Konu ile ilgisi yok ama Dışişleri bürokratlarının çoğu niye Hakan Fidan gibi kirli sakal bırakmış olabilirler sizce?) İlham Aliyev de Antalya’daydı ama Başbakan Nikol Paşinyan gelmemişti. Ama Paşinyan Türk kamuoyuna mesajlarını bir ay kadar önce Erivan’a davet ettiği basın mensupları aracılığıyla vermişti. T24 okurları olarak bu mesajları Barçın Yinanç’tan ayrıntılı olarak öğrenmiştik. Mirzoyan, Paşinyan’ın mesajlarını tekrarlayarak, özetle Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi için kara sınır kapılarının açılması ve karşılıklı olarak diplomatik ilişki kurulmasının zamanının geldiğini söyledi.
Bu konular Ermenistan’ın Yukarı Karabağ’ı işgali nedeniyle Türkiye tarafından 1990’ların başında askıya alınmıştı. Karabağ Azeri topraklarına 2020 yılında savaşla yeniden katıldı. Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki barış görüşmeleri nihayet bu yıl sonuçlandı ve iki taraf bir taslak anlaşma metni üzerinde mutabık kaldılar. Ancak, Azerbaycan bu kez, uluslararası Minsk Grubu’nun lağvedilmesini ve Ermenistan Anayasası’ndan Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne yapılan atfın kaldırılmasını talep ediyor.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan
Şimdiye kadar Azerbaycan’ın lehine hareket ettiği görülmemiş olan Minsk Grubu’nun dağılması, Ermenistan’ın tek taraflı iradesini aşan bir durum. Bu grup Rusya, ABD ve Fransa’dan oluşuyor. Ermenistan bu konuda haksız sayılmaz. Ama, barış anlaşması imzalandığında, ortada Karabağ sorunu kalmazsa, Minsk Grubu’na da ihtiyaç kalmayacak.
Öte yandan, Ermenistan Anayasası’nda atıfta bulunulan Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’nde Yukarı Karabağ üzerinde hak iddiası yer alması önemli bir sorun. Bu pürüzün halledilmesi gerekir. Azerbaycan gibi, bizim de Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’yle ciddi bir sorunumuz var. Zira aynı bildiride “Batı Ermenistan” ifadesi yer alır. Bu ifadeden kastın Doğu Anadolu olduğu çok açık. Ama Paşinyan bu ifadenin şimdiki Ermenistan’ın batı bölümleri olarak algılanması gerektiğini öne sürüyor. Ayrıca Paşinyan diplomatik ilişki kurulurken imzalanacak anlaşmada karşılıklı olarak toprak bütünlüğüne saygı taahhütünün yer alacağını, dolayısıyla bu sorunun kendiliğinden ortadan kalkacağını ifade ediyor. Bir de aramızda Ermenistan’ın devlet simgesi olarak Ağrı Dağı’nı kullanma meselesi var. Paşinyan Ağrı Dağı simgesinin kullanılmasını anlamsız bulduğunu söylüyor. Çok güzel ama diplomaside tür açıklama ve iyi niyet beyanlarına güven olmaz. Paşinyan gider Koçaryan gelir, sorunlar yeniden hortlar. Kaygan zeminlerde yürümeye çalışmak yerine, ortada sorun varsa bunlara kalıcı ve kesin çözümler bulmak gerekir.
Biz baştan itibaren normalleşme için Ermenistan’dan soykırım iddialarının dış politika önceliği olmaktan çıkarılmasını ve Yukarı Karabağ’da işgale son verilmesini istedik. Paşinyan, soykırım konusunun Ermeni kimliğinin ve geçmişinin parçası olmaya devam edecek olmakla beraber, dış politikada başka ülkelerin parlamentolarında soykırım kararı çıkarılmasının Ermenistan için öncelik olmadığını, önceliğin komşular ile normal ilişkiler kurmak olması gerektiğini söylüyor. Bu yaklaşım makul görülmeli. Ermenistan’dan soykırım iddiasını reddetmesini hiç kimse beklememeli. Soykırım konusu, toplumlara bırakılmalı, tarihçilere değil. Halklar zaman içinde en iyi çözümleri kendileri bulurlar.
Karabağ’da işgal sona erdiğine göre Ermenistan’la normalleşme yönünde adımlar atabilmeliyiz. İlk aşamada Alican karayolu ve Kars demiryolu kapılarının açılmasına izin vermemizde yarar var. Paşinyan hükümeti önümüzdeki seçimleri kaybettiği takdirde, Koçaryan çizgisinde yeni bir aşırı sağcı Ermeni hükümetinin iş başına gelip evdeki bulgurdan olma ihtimali bulunduğu unutmamalıyız.
Soykırım ve Ermenistan’la ilişkiler konularına 24 Nisan vesilesiyle daha ayrıntılı olarak dönmeyi düşünüyorum.