Sayın Genel Başkanımız Özgür Özel’in son olarak Van mitinginde kürsüden yinelediği üzere TBMM’de ana muhalefet ve yerel seçim sonuçlarına göre de Türkiye’de birinci parti konumundaki CHP tabiatıyla “terörsüz Türkiye” ülküsünü destekliyor. Kaldı ki, sözkonusu PKK ise yıllardır bu terör örgütü Türkiye’de eylem yapamaz durumdaydı.
Ancak, iktidardaki AKP-MHP koalisyonundan farklı olarak partimiz bununla yetinmiyor. CHP, genel başkanının ağzından da dile getirildiği üzere, Kürt Sorunu’nun varlığını da tanıyor ve Cumhuriyetin tam ve gerçek demokrasiyle taçlandırılmasının ülkemizin tüm yurttaşlarının mutlu, müreffeh, huzurlu, umutlu ve güvenli yaşamaları için tek çözüm yolu olduğunun da altını kalın kalın çiziyor.
Kürt meselesine ilişkin genel duruma ve son gelişmelere ilişkin yaklaşımımı bu sütunda ayrıntılı değindiğim için aynı görüşleri bugün burada yeniden tekrar etmeyeceğim. Aşağıda bugün Türkiye’ye baktığımızda nasıl bir durum gördüğümüzü betimlemekle söze başlayacağım: En başa yazılması gereken, 15.5 milyon yurttaşın oyuyla belirlenen ve ilk seçimdeki en güçlü muhalefet Cumhurbaşkanı adayı olan Sayın İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu tüm yakın çalışma arkadaşlarıyla birlikte hukuksuzca Silivri zindanında tutsak.
Erdoğan rejiminin “yol temizliği” bağlamında Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Ümit Özdağ da aynı zindanda. Şimdi DEM olan eski HDP’nin Eş Genel Başkanları Sayın Selahattin Demirtaş ve Sayın Figen Yüksekdağ da öyle. Yine HDP’den sayıları belki bine varan milletvekili ile yöneticisi de siyasal tutuklu.
Anayasada yazılı protesto ve gösteri yürüyüşü hakkı askıda. Aksine, kolluk kuvveti kendinde olmayan yetkileri kullanarak slogan yasaklıyor, pankartlara el koyuyor, en temel insan haklarını keyfi biçimde ihlâl ederek üniversite öğrencilerimizi gözaltına alıyor. En çarpıcı örnek Esila Ayık’ın durumu.
Kayyum uygulamaları devam ediyor. Van ve Mardin gibi DEM’in kazandığı belediye örneklerinin yanı sıra CHP’nin İstanbul’daki Şişli ve Esenyurt ilçe belediyelerine de Kürt yurttaşın iradesi hiçe sayılarak kayyum atandı. Kent uzlaşısı diye bir suç uyduruldu. Fransa gibi kimi ülkelerde “üçgen” adı altında kurumsallaşmış bu uygulama siyasetin en basit bir gereği, bir uzantısıyken burada suç addedildi.
İfade özgürlüğüne gelindiğinde Türkiye’nin küresel ölçekte iktidar eliyle düşürüldüğü lig belli. Bağımsız yani iktidarın kamu kaynaklarıyla beslemediği medyanın sesi gün be gün RTÜK’ün yağdırdığı yayın durdurma vb. cezalarla ve görevini yapan mensuplarına açılan davalarla kesiliyor.
Bu liste kuşkusuz uzatılabilir, genişletilebilir, derinleştirilebilir. Bizden istenen ise “ceteris paribus” bir yaklaşımla yani tüm bunların olmadığı varsayılan yahut olsa da bunların hepsine göz yumarak, bunlar kanıksatılarak ülkemize steril bir laboratuvarmış gibi bakmamız ve münhasıran PKK’nın kendini feshetme ve silâh bırakma açıklamasına odaklanmamız.
Maalesef kamuoyu yoklamaları da gösteriyor ki kapalı devre yürütülen süreç halkımızın desteğini de almış değil. Nasıl alsın ki? Sürecin iktidar tarafının herhangi bir ikna çabasına giriştiği yok. Adeta emir-komuta zinciri içinde ama uygun adım ama tekme tokat bilinmeyen, açıklanmayan bir menzile götürüldüğü izlenimi egemen.
Örnek olarak başkent Ankara’nın Eryaman Stadı’nda Amedspor daha geçtiğimiz hafta sonu saldırıya uğruyor ve hakaretamiz tezahüratlarla ayrılıkçılığa uğruyor.
Tüm bunlar bizlere “toplumsal barışın yolunu açtığı, zeminini yarattığı” söylenen Erdoğan-Bahçeli ortak yönetiminde yaşanıyor. “Bu ne yaman çelişki” dersek abartmış olur muyuz?
Bakınız kendi de bilfiil alanda görev yapmış Sayın (e.) Kurmay Yarbay Hakan Şahin yakın zamanlı bir sosyal medya paylaşımında ne diyor: “40 yıldır, F-16 pilotu yüzbaşı kendi ülkesinin ‘o’ dağlarını bombaladı, yüzbinlerce er düşman belletilen bir halka/coğrafyaya karşı savaşa gönderildi. Dolayısıyla, TSK’nın profesyonel personelinden askerliğini ‘oralarda’ yapmış şimdi sivil olan milyonlarca kişiye kadar çok geniş bir kesim mantıklı ve tutarlı bir ikna bekliyor. Bunu yapacak olan da MHP değil. İktidar sahibi AKP/Erdoğan. Bundan kaçınılıyor şu an." Haksız mı?
Uluslararası boyuta dönersek de bambaşka bir keşmekeşle karşılaşıyoruz. Bize anlatılan “yakın ve gerçek” tehlikenin Suriye’den kaynaklandığıydı. Hatta, nasıl olacaksa İsrail’in ülkemize her an saldırmak üzere olduğu dahi epey üfürülmüştü. Kuzeydoğu Suriye’deki SDG denetimindeki alana ise “girdik giriyoruz, istediğimiz an dalarız” yollu kostaklanmalar kulaklarımızı neredeyse sağır ediyordu. Bir anda o cenah da sütliman oldu. “Öyle yapılmalıydı” demiyoruz, neyin değiştiğini sorguluyoruz.
Bize söylenen SDG Komutanı Mazlum Abdi’nin terörist olduğu. Halen TSK’nin sınırın ötesindeki ileri karakol veya harekât üssü sayısı 140 dolayında. Abdi, Erbil’e geçip Fransa Dışişleri Bakanı Barrot ile görüşüyor. Dönüyor geliyor Kamışlı’da uluslararası Kürt konferansını DEM heyetinin de katılımıyla topluyor. Anlatılan ile yapılan ve yaşanan arasındaki tutarsızlık bu boyuttayken bu iktidarın hangi sözüne inanılır, hangi sözü ikna edici olur?
İmralı Cezaevi’nde 1999 yılından bu yana bulunan Abdullah Öcalan’ın da türlü olanaklardan yararlandığını ve bir sekretaryaya sahip olduğunu medyadan öğreniyoruz. Eğer ülkemizde halen yasalar geçerliyse tüm mahkumlar aynı haklardan tümüyle yararlanmalıdır. Ancak, Osman Kavala ve Can Atalay gibi simge isimler bile haklarındaki AİHM ve AYM kararları uygulanmayıp, yıllardır eziyete maruz kalırken hangi yasal çerçevede farklı isimlere farklı uygulamalar öngörülebilir?
En başta vurguladığım üzere, CHP toplumsal barış ve terörsüz Türkiye ülkülerine tam destek veriyor. Bizim tepkimiz ve eleştirimiz hukuksuzluğa, daha doğrusu (bu yaşadığımıza öyle denebilecekse) “ikili hukuka” yahut düpedüz ikiyüzlülüğün her türlüsüne. İç cepheyi tahkimden Erdoğan’ın anladığının genel başkanımıza yaptığı pek de üzeri örtülü olmayan Cumhurbaşkanı adayımız Sayın İmamoğlu’nu zindanda unutmak koşuluyla anlaşma teklifine.
Biz kendilerini bugünlük sınırsız muktedir sananların yalanlarını, tutarsızlıklarını, ceberrutluklarını, çapaçulluklarını yüzlerine vurmaktan geri durmayacağız. Adayımızı yanımızda, sandığı önümüzde görünceye dek de mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Yinelemek gerekirse CHP’nin tüm yurttaşlara önerisi tam ve gerçek demokrasiyle taçlanmış cumhuriyetimizin eşit yurttaşları olarak yaşamaktır.