Devlet Bahçeli’yle Kasım ayında yaptığım görüşmeyi anlattığım Perspektif’teki yazım, “Şimdi barış zamanı, şimdi ezberleri bozma zamanı” cümlesiyle bitmişti.
O günden bugüne İmralı Heyeti’nin yoğun çalışmaları ile yürütülen iletişimlerle barış umudu tüm ülkeyi sarmaladı.
Maalesef, Türkiye siyasetinin en sıra dışı, nevi şahsına münhasır kişiliği ile tüm ülkenin gönlünü fetheden sevgili Sırrı Süreyya Önder’in beklenmedik kaybı ile büyük bir üzüntü yaşadık, yaşıyoruz.
Özellikle barış ve uzlaşma gibi çok hassas bir meselede tam da bu özgün, kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı tutumu layıkıyla gerçekleştirdiği için onun kaybı bütün Türkiye’yi yasa boğdu. Vefatı bile bütün ülkeyi birleştirdi ve barışı tesis etmek hepimizin Sırrı’ya verdiğimiz söze dönüştü. Bundan sonra sorumluluğumuz çok daha ağır hale geldi.
Tıpkı Orhan Doğan, Ahmet Kaya gibi Sırrı Süreyya etrafında oluşan sevgi halesi de adeta bu ülkenin geleceğini ve aydınlık yüzünü temsil ediyor.
Doktorlar, yaşamını bir mucizeye bağlamışlardı; ama Sırrı gibi bir insanın varlığı da başlı başına bir mucizeydi zaten.
O, barışın ipeğini ipek böceği misali örerken, kozasından çıkıp bir kelebeğe dönüştü ve emanetini hepimizin sorumluluğuna bıraktı.
Nurcu bir anneyle, sosyalist bir babanın oğlu olarak, şahsında birleşen değerler çerçevesinde bu ülkenin seküleriyle milliyetçisinin, Türk’üyle Kürt’ünün barış içinde bir aradalığını savundu hep.
Barış için yapılan ziyaretinden dönüşünde, Irak’tan aracıyla gelirken yapığımız bir görüntülü görüşmede, bazı küresel güçlerin sürece ket vurmak için elinden geleni ardına koymadığını, o yüzden gelişmeleri kendi haline bırakmadan barışın toplumsallaşmasının sağlanması için sivil toplumun öneminin altını çizmişti.
Geçenlerde Ankara’da DEM yönetimiyle yaptığımız bir görüşmede, “Bana anlatırsanız unuturum, bana gösterirseniz hatırlarım, beni dahil ederseniz anlarım” diye bir Çin deyişini anımsattım. Artık önümüzdeki süreç herkesi barışın bir parçası kılacağımız bir ortaklaşma dönemi olmalı, kimseyi dışarıda bırakma lüksümüz yok artık.
Şu an iyi ve olumlu olan, sürecin stratejik kısmının büyük ölçüde geride kalmış olması. Taktiksel ve teknik kısmı ise önümüzdeki süreçte TBMM bünyesinde iktidar ve muhalefetin ortak tutum ve müzakeresiyle gerçekleşmek durumunda. Başkalarının yolundan gidenlerin ayak izlerinin olmadığını biliyoruz. Çatışma çözümleri açısından son derece özgün bir süreç yaşanıyor, bunu sonuçlandırmak ve hedefe ulaştırmak da Türkiye için elzem oldu.
Her derdin devası kendi içindedir. Kendi kadim meselelerimizi baş başa vererek şiddeti, terörü reddederek, siyasetin alanını genişleterek başarmak zorundayız.
Özgür Özel’in bu süreçteki olumlu tutumu dikkate alındığında, hepimizi üzen vandalist saldırıyı belli mahfillerin rahatsızlığı olarak değerlendirmek gerekir; ama bu bile ters teperek yine bütün ülkeyi birleştirdi. Ne yapsalar, artık boşuna. El sıkışma adeti, elim boş, sorunları müzakereyle çözelim teklifinin jesti. Yumruk sıkmaya yeltenenlerin işi zor artık.
Yeni Bir Siyaset Diline İhtiyacımız Var
Yeni bir sayfa açmak, vites değiştirmek için hep söylediğimiz ‘yeni bir siyaset diline ihtiyacımız olduğundan’, Sırrı hepimize ilaç gibi geldi, şifa dağıttı.
Nefret diliyle değil gönül köprülerine olan ihtiyacımız nedeniyle kaybettiklerimizin şimdi kıymetini daha iyi anlıyoruz. Gülümseme insanlar arasındaki mesafeleri kısaltıyor.
Bu arada nasıl tuhaf bir ülkede yaşıyoruz ki herkesi birleştiren Sırrı, HDP kapatma davasında, siyasi yasaklı olması istenen bir kişiydi. Nasıl da bindiğimiz dalları kesmeye, insanımıza böyle hoyrat davranmaya meraklıyız, hiç mi ders çıkarmaz insan?
Diyeceksiniz ki farklı düşünenler de yok mu bu konularda? Sırrı’nın mesajlarının çetelesini çıkarıp, ölüm döşeğindeyken bile bunları servis etmeyi, polemik yapmayı marifet sayan kesimler de var tabii. Ama Sırrı zaten, defalarca “Hatalarım da, günahlarım da olabilir” deyip kendisiyle yüzlemeyi bilmiş ve kendini aşabilmiş bir insan. Bizim de geçmişte gerilimlerimiz olmadı değil, sonra gülüp geçtik, önümüzdeki mücadelelere baktık, dostluklar baki kaldı. Üzümü sıkarken cürufu, tortuyu bir yana bırakıp, öz suyuna bakarsınız.
Başkalarının zannına çok takılıp kalırsanız, o zanna tabi olursunuz. Niyetiniz halisse, yaftalara aldırmaya, yürek karartmaya gerek yoktur.
2007’de TBMM’ye girdiğimde ilk yapılan röportajlardan birinde “PKK silahları toprağa gömmeli, koşulsuz silah bırakmalı, hiçbir ideal ölenlerin yakınlarının gözyaşlarından daha değerli olamaz, şiddeti reddederek siyaseten çözüm aramalıyız, oyunu bozmamız için oyunun parçası olmamamız lazım. Bu sorunu ABD, AB çözemez, biz baş başa verirsek çözeriz” demiştim. (Mine Şenocaklı, Vatan gazetesi, 22 Ekim, 2007)
Aradan 18 yıl geçmiş, ne büyük insan ve zaman kaybı… Aziz dostum Orhan Doğan da, Sırrı Süreyya gibi böyle bir süreçte kalp krizinden vefat etmişti. Kızı Ayşegül Doğan, DEM’de onun bıraktığı yerden aynı barış ve demokrasi mücadelesini sürdürüyor bugün.
Artık daha fazla zaman kaybetmeye vaktimiz yok. Sırrı Süreyya’nın bize bıraktığı yerden de bizler devam etmeliyiz. Artık geri dönülmez bir sürecin içindeyiz, çünkü ortada bir B planı da yok. Yaşadıklarımızın çocuklarımızın kaderi olmaması hep birlikte vereceğimiz mücadeleye bağlı. Hep birlikte izin vermeyelim bu kâbusa.
Kar taneleri gibi dağılmayalım, bir arada duralım ki kötülükle baş edebilelim.
“Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, ancak kardeş gibi yaşamayı unuttuk” diyen Martin Luther King’i hatırlayarak ve sevgili Sırrı Süreyya Önder’e verdiğimiz sözü tutarak “barış” için birleşelim.
Bu sefer unutturamayacaklar, onlar değil, biz başaracağız.
Sırrı Süreyya’yı Nazım Hikmet’le uğurlayalım:
Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha,
güzelim dünya elvedâ,
ve merhaba
k â i n a t . . .