Öncelikle CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e geçmiş olsun.
Birincisi, burada bir koruma ihmali olduğu çok açık. Ana muhalefet partisi genel başkanının korumaları çok daha hassas, uyanık, dikkatli olmalı.
İkincisi, Türkiye’nin artık bu “basit” gibi görünen “basit yaralamalı” şiddet olaylarına çok sert tedbirler almasının zamanı geldi de geçiyor. Trafikte, sokakta, çarşıda, pazarda en küçük meselede yumruk savuranlara, bıçak çekenlere, silah gösterenlere, sopa taşıyanlara caydırıcı cezalar gelmeli. Ceza Kanunu, bireyin hakkını koruyacak ölçüde müteselsilen yeniden düzenlenmeli. Cezaevleri dolu mu? Elektronik kelepçeyle suçlular en azından evlerine hapsedilmeli. İnfaz Kanunu değişmeli ve bazı suçlarda ceza ertelemesi olmamalı.
Üçüncüsü, Türkiye terörle yaşayan bir ülke. Bu ülkede politikacı olmak maalesef hedef olarak yaşamak anlamına geliyor. Avrupa’da başbakanlar makamlarına bisikletle gidiyorlarmış; terör örgütlerinin hedefindeki Türkiye’de bu mümkün değil. Cumhurbaşkanı’nın koruma konvoylarını eleştirenler, Türkiye gerçekleriyle yüzleşmeli. Türkiye’de korumalarla gezmek “diktatörlük” olarak eleştiriliyor, bunun bir gereklilik olduğu görülmeli.
KİM DİKTATÖR?
“Diktatör” demişken; son zamanlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik “diktatör” söyleminde yeniden artış görülüyor. Türkiye, dünyada en geniş katılımlı ve en sağlıklı seçim yapabilen ülkeler arasında ilk sıralarda yer alıyor. Seçmenin tercihleri üzerinde “propagandanın” ve “seçim rüşvetlerinin” etkisi zannedildiği kadar belirleyici değil. Seçmen oy vereceği partide vizyon arıyor, proje arıyor, umut arıyor, cesaret arıyor; kıyas yapıp en iyiyi tercih ediyor.
Muhalefetin sürekli seçim kaybetmesi, iktidarın gücünden kaynaklanmıyor, muhalefetin beceriksizliğinden, yetersizliğinden kaynaklanıyor.
Aradan 102 yıl geçmiş olmasına rağmen CHP “tek parti” hissiyatından ve kuruluşunda var olan “diktatörlük” mirasından sıyrılabilmiş değil. “Kurtuluş Savaşı’nı biz yaptık, Cumhuriyet’i biz kurduk; öyleyse ülke üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahibiz” anlayışı tamamen yanlış olmakla birlikte 102 yıl sonra bile CHP’de hüküm sürüyor. CHP, başkalarını itham etmek yerine, en başta kendisi bu diktatörlük hevesinden kurtulmalı. Türkiye CHP’nin tapulu malı değil. Devlet ve hazinesi artık CHP’nin tapulu malı değil. CHP, artık partilerden bir parti olduğunu, hem de milletin az bir kısmının teveccüh ettiği parti olduğunu kanıksamalı.
Eğer Türkiye’de bir diktatörlük hevesi varsa, CHP’nin genlerinde var.
PAPA’NIN VE PAŞA’NIN MAL VARLIĞI
Laf lafı açıyor… Katolik lider Papa’nın ölümünün ardından hiç mal varlığı olmadığı söylendi ve Diyanet İşleri Başkanımızla gayet münasebetsiz ve mantıksız kıyaslamalar yapıldı.
Öncelikle Papaların evlenmediğini, mirasçılarının olmadığını, Katolik mezhebi mensuplarının bağışlarıyla dünyanın en büyük, en zengin şirketlerinden biri olan, adı sürekli şaibelerle anılan Vatikan’ı ve 15 milyar doları yönettiğini hatırlatalım. Ayrıca cebinden sadece 100 dolar çıktığı söylenen son Papa’nın 20 milyon dolar şahsi serveti olduğu da iddia ediliyor.
Mal varlığı, miras ve CHP’nin kendisini ülkenin yegâne sahibi olarak görmesi demişken, CHP’nin ilk Genel Başkanı Mustafa Kemal’in mal varlığı geldi aklımıza. Liste buraya sığmaz: 155 bin dönüm arazi, çiftlikler, bira, malt, buz, soda, gazoz, deri, tarım aletleri ve demir fabrikaları, yoğurt, kaşar peyniri, beyaz peynir, yağ ve şarap imalathaneleri, çiftlikler, mağazalar, çok sayıda sığır, koyun, at, tavuk, traktörler, kamyonlar, otomobiller ve nakit para…
Paşa hazretleri belli ki sadece iyi bir asker, iyi bir politikacı değil, aynı zamanda Osmanlı subay maaşını ve Cumhurbaşkanlığı maaşını iyi değerlendiren bir finans sihirbazıymış.
FALYALI İDDİALARI: BU GAZETECİLİK Mİ ŞİMDİ?
Bugün Kıbrıs Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ayşemden Akın’ın “Halil Falyalı Yaşıyor” başlıklı 3 yazısını satır satır okudum. Ortada gerçekten bir röportaj var mı belli değil. İddiaların doğruluğu ya da yanlışlığı bir yana, hiçbirinin ispatı, delillendirilmesi, belgelendirilmesi de mümkün değil. Bu iddiaların tamamını Fetullahçıların ürettiğini ya da yaydığını da hatırlatalım. Şurası çok net: Ayşemden Akın, farkında olarak ya da olmayarak Fetullahçılar tarafından kullanılmış. Kaynağı Cemil Önal’ın Hollanda’da öldürülmesi, iddiaların ses getirebilmesi için Fetullahçıların bir suikastı olabilir. Ayşemden Akın, mesnedi olmayan iddialar nedeniyle yargı önünde zor günler geçirecektir; güvenliği de mutlaka en üst düzeyde sağlanmalı, özellikle Fetullahçılardan büyük bir dikkatle korunmalıdır. Ama görünen şu ki, bu, gazetecilik değildir.