İyiler erken ölürmüş

Sırrı Süreyya Önder öldü.

O yaşam savaşını, biz onu, şahane bir adamı kaybettik.

Nasıl biriydi diyecek olursanız tek kelime ile tarif ederim, “şahane” biriydi.

Eşi bulunmaz, soyu tükenmişlerden.

İki kelime daha hakkım olsa “İyi insandı” derdim.

Gerçekten çok ama çok iyi bir insandı.

Bunca yılda sadece bir kişi için kötü konuştuğunu duydum. (Hepinizin tanıdığı bir troll için)

Ben Sırrı için bunları söyleyince bazıları kızıyor.

Türkiye Cumhuriyeti için kötü konuşmuş.

“Ne hıyrını gördük” demiş.

Demişse hakkı olduğu için demiştir.

8 yaşında babasını kaybetmiş.

9 yaşında bir fotoğrafçıya çırak olmuş.

14 yaşında Sıtma Savaş’ta mevsimlik işçilik yaparken, iktidar değişince Milliyetçi Cephe hükümeti çocuk falan dememiş, işinden kovmuş.

16 yaşında Maraş Katliamı’na tanık olmuş. Tepkisini bir yürüyüşe katılıp gösterince 16 yaşında hapse atılmış.

Tahliye olunca girdiği üniversite sınavında Ankara Siyasal’ı kazanmış.

12 Eylül’de siyasi görüşleri nedeniyle tutuklanmış. 12 yıla mahkum edilmiş. 7 yıl hapis yatmış.

Sinemacı olmuş, yazar olmuş.

Milletvekili olmuş.

Devlet için, terör örgütü ile devlet arasında arabuluculuk yapmış, çözüm arayışına katkıda bulunmuş.

Sonra devleti yönetenler oy kaybettikleri için süreci bitirmiş, kendileri için arabuluculuk yapan Sırrı’yı tutup hapse atmışlar. Gıkını çıkarmadan girip yatmış.

Şimdi bir düşünün, tüm bunlar sizin başınıza gelse “Hayrını gördük” der miydiniz!

Ben desem “Ne hayrını gördük” diye haksızlık etmiş olurum, Sırrı derse “haklı” olur…

Adıyaman gibi bir yerde sosyalist ailenin çocuğu.

Türk ama Kürtlerle büyümüş.

Ne Türkçü ne Kürtçü.

İnsan.

Adam.

O adam gibi adamın aort ameliyatından beri, sık sık hastaneyi arayıp durumunu soruyordum.

Hastanenin eski başhekimi çok şaşkındı. “Bir insan 62 yıllık hayatında nasıl bu kadar kendini sevdirebilir. Ben bu kadar gerçek seveni olan insan görmedim” diyordu.

Tanıyınca sevmemek mümkün değildi.

Yıllardır tanışırdık ama Gezi sırasında çok daha yakın tanımıştık birbirimizi.

Meclis’te 200 Sırrı olsa sorunlar daha kolay çözülür diye düşünürdüm hep ama çok Sırrı yoktu ortalıkta.

Yaşıttık. Hatta benden birkaç ay büyüktü ama “Abey” diye hitap ederdi.

Bu son açılım sürecinde birkaç kez konuştuk.

İlk aradığımda “Akıllanmadın, süreç sonunda seni yine içeri atarlar” dedim gülerek.

“Vallah haklısın abey. Ama bizimki bir umut.”

Sonra birkaç kez daha konuştuk.

Programa gel anlat, diyordum.

“Anlatacak bir şey olsa gelip anlatayım” diyordu.

Sonra o felaket geldi başına.

Göz göre göre aslında.

O gün biliyordum artık geri gelmeyeceğini. Ama içindeki iyiliğin onu yaşatma ihtimali hep vardı diye umdum.

Dönse de eski Sırrı olmayacağını biliyordum.

Ama o umut hep vardı.

Dün hastanede yakınları ile ayak üstü sohbet ettik.

Birkaç dakika sonra ölüm haberi geldi.

Ve aynı soru kaldı geriye.

Niye hep iyiler erken ölüyor!

Kanal İstanbul en az 80 milyar dolar

AKP sözcüsü Ahmet Hakan ve AKP’nin Şehircilik Bakanı Murat Kurum “Kanal İstanbul gündemimizde yok” diye utanmadan yalan söylerken, projeden doğrudan sorumlu Ulaştırma Bakanlığının tepesindeki isim, Abdülkadir Uraloğlu “Kanal İstanbul’u yapacağız” diyor.

Doğruyu söyleyen Uraloğlu, para bulurlarsa yapacakları kesin.

Peki nasıl bir paradan söz ediyoruz.

Yaklaşık 45 kilometrelik kanalın maliyetini benim hesaplamam imkansıza yakın olduğu için, Türkiye’de dev projeler gerçekleştirmiş ve bu tip büyük işlere aşina bir müteahhitlik firmasının üst düzey bir yöneticisine sordum.

Uraloğlu’nun açıkladığı planları yolladım ve maliyet hesaplamasını rica ettim. Biraz süre istedi. Haritaları incelememiz, arazi yüksekliği hesapları yapmamız lazım dedi.

Sonra da hesapladığı yaklaşık maliyetleri yolladı.

Kanal İstanbul için yaklaşık 13,28 milyar metreküp kazı yapılması gerekiyordu. Bu İstanbul Havalimanı için yapılan hafriyatın yaklaşık 6 katı kadardı.

Bunun maliyeti 40 milyar doları buluyordu ve uzaklaştırma maliyeti buna dahil değildi.

Kanalın yaklaşık 40 km’lik bölümünün dibine ve 25 metrelik yanlarına beton maliyeti yaklaşık 1,56 milyar dolar.

Bu betonun demir ve kalıp donatı maliyeti de yaklaşık 3 milyar dolar tutuyordu. Kazı uzaklaştırması ve şev destekleme hariç maliyet kaba bir yaklaşımla 45 milyar dolardı.

Kazılan malzemenin uzaklaştırılması ise başka bir maliyetti.

Kanalın hemen iki ucuna boşaltılacak bile olsa 13 milyar tonunun en az 15 km taşınması demekti. Bu da kazı maliyetinden daha yüksek bir miktar tutardı.

Bir karşılaştırma olarak 100 milyon metreküp kum ve 7 milyon ton kaya ile yapılan Dubai’deki Palm Jumeirah projesi 12 milyar dolara mal olmuştu.

Şu an için gündemde olmamasının nedeni, ortalıkta bunu yapacak bir para olmaması, kendi kendini ödemesi mümkün olmayan projeyi bir yatırımcının üstlenmek istememesiydi.

Bu proje için şimdiye kadar kimlerin girişimde bulunduğunu da başka bir yazıda anlatırız.

Yer bilimlerinde yetkinlik

Oksijen gazetesi çok hoş bir çalışma yapmış.

Türkiye’de deprem üzerine konuşan uzmanların bilimsel durumlarını araştırmış.

Ne kadar bilim üretip kaç makale yazmışlar.

Bu makaleler başka bilim insanları tarafından kaç kez alıntılanıp başka çalışmalara kaynak olmuş ve buna bağlı olarak h endeksi kaç olmuş.

H endeksi dediğimiz ne kadar fazla sayıda makalesinin, ne kadar fazla sayıda atıf aldığını, kaynak gösterildiğini anlatan hesaplama. Bunun yüksek olması için bir makalenin yüzlerce değil, farklı makalelerin çok sayıda atıf alması gerekiyor.

Buna göre Türkiye’de jeoloji alanında en fazla uluslararası değerde makalesi olan bilim insanı Celal Şengör.

Şengör’ün 457 makalesi 47 bin 511 atıf almış. Bu da Şengör’ün h endeksini 74’e ulaştırmış.

Prof. Namık Çağatay 372 makale, 8 bin atıf ile 52 h endeksine sahip.

Okan Tüysüz 195 makale, 10 bin 732 atıfla h endeksini 43 yapmış.

Naci Görür 75 makalesi ile 10 bin atıf almış.

Cenk Yaltırak 204 makale, 3 bin 790 atıf ile h endeksini 34 olarak görünüyor.  

Şener Üşümezsoy’la ilgili pek bir bilgi yok. 2 makalesi görünüyor. Atıf yok. H endeksinde yer almıyor.

Ahmet Ercan da hemen hemen aynı durumda. Çok az sayıdaki makalesi deprem ve sismoloji ile ilgili değil. Depremle ilgili bilimsel yayını yok. H endeksi 0.

Ama biz gerçeğin peşinde olan bir millet olmadığımız için Şener Üşümezsoy’ı seviyor ve ciddiye alıyoruz.

Celal’e ise kızıyoruz.

Çünkü Celal Şengör’ü başka alanlardaki fikirleri yüzünden sevmeyince, jeoloji alanında Türkiye’nin en yetkin adamı olduğunu da unutuveriyoruz.

Le Pichon’a bir madalya versek iyi olmaz mı!

Jeolojiden ve akademiden söz etmişken, geç kalmış bir yazıyı yazalım.

Bugün anladığımız manada bir jeoloji biliminden söz ediyorsak, bu bilim dalının modern kurucuları arasında Fransız Jeolog ve jeofizikçi Xavier Le Pichon’dan söz etmeden olmaz.

Bugün Dünya’nın hareketlerini anlamamızda en önemli gelişme olan levha tektoniği kavramını bulan ve geliştiren üç beş isimden biri, Dan McKenzie ile birlikte en önemlilerindendi. (Her ikisi de Teke Tek Bilim’e konuk oldular. Xavier 2000 ve 2019’da iki kez)

Dünyanın yaşayan en önemli jeologlarından biriydi.

Ta ki, 22 Mart’a kadar.

Uzunca bir süredir bir mide kanseri ile mücadele eden Le Pichon, 22 Mart günü 87 yaşında hayatını kaybetti.

Ben de kendisini saygıyla anmak zorundayım.

Çünkü ciddi bir Türkiye dostu idi.

1999 depremi sonrası Türkiye’ye geldi.

O sırada henüz Marmara’nın altındaki fayların haritası çıkarılmamıştı ve bunun için çok özel donanımlar ve su altı ve su üstü araştırmaları gerekiyordu.

Bunun için de ciddi bir para lazımdı.

Xavier gitti Avrupa fonlarından, farklı akademilerden yaklaşık 70 milyon Euro topladı.

Titanic’in yerini bulmasıyla ünlü Le Suroit araştırma gemisi ve Nautile batiskafını Marmara’ya getirdi.

Bila bedel aylarca çalışarak Marmara’nın fay haritalarını çıkardı. Araştırmasında yanında Şengör ve Görür vardı.

Daha sonra da bir eli ve gözü hep Türkiye’de oldu.

Ben çok sevdiğim bir dostumu, Türkiye’de her zaman yanında olmuş bir bilim insanını kaybetti.

Keşke Türkiye Cumhuriyeti Devleti eşine bir madalya verip onurlandırsa diye düşündüm hep.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Bilim insanı ile akademisyeni karıştırmadığımız zaman.