31 Mart’taki yerel seçimlere iki hafta kala siyasi tansiyon nispeten yükseldi denebilir. Tansiyonun kalbinde kuşkusuz İstanbul var ancak başkent Ankara’daki yarış da yabana atılmayacak bir çekişme içinde geçeceğe benziyor. CHP’li Mansur Yavaş ile AKP’li Turgut Altınok arasında geçecek olan yarışta farklı bir iddiayla yoğun bir kampanya yürüten bir isim daha var: Yeniden Refah Partisi (YRP) adayı Suat Kılıç.
Taze bir Yeniden Refahlı olan Suat Kılıç’ı pek muhtemeldir ki kamuoyunun geneli Adalet Kalkınma Partisi’nin Gençlik ve Spor Bakanlarından biri olarak hatırlıyor. Suat Kılıç üç dönem milletvekilliğinin ardından arkasında epey de tartışma bırakarak ayrılmıştı eski partisinden. Ayrılmasının ardından hükümet medyası kendisinin bakanlığı döneminde Fethullahçı kadroların önünü açtığına dair çok şey yazıp çizdi. Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde bir tartışma nedeniyle kendisine tokat attığı da çok konuşuldu. Suat Kılıç, bu iddiayı defalarca yalanlasa da hala kendisine en çok sorulan şeydir. Ben sormadım. Zira geçmişte ne yaptığından ziyade Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı olarak Türkiye’ye yeni ne önerdiğini merak ediyorum.
Suat Kılıç ile bir Cuma namazı çıkışında Ankara’nın Mamak ilçesinde buluştuk. Aslında "buluştuk" ifadesi durumu tam karşılamıyor. Kılıç, ilçe merkezindeki neredeyse tüm esnafları gezdi, ben de bir mesafeden kendisini izledim. Yeniden Refah Partisi’nin il teşkilatından çoğunluğu kadın olan kalabalık bir ekip de kendisine eşlik ediyordu. Kapı kapı dolaşarak siyaset yapma geleneğini canlandırmış, sokakta karşılık görünce de son derece motive olmuş bir Yeniden Refah Partisi ile karşı karşıyayız. Ekonomik krizden çıkmak için hükümet ve ana muhalefetten bambaşka bir model öneren YRP muhtemeldir ki tam bu yüzden ülke genelinde tahminlerin üzerinde oy alacak.
Suat Kılıç, 28 Mayıs seçiminden 13 gün sonra (10 Haziran’da) katıldığı Yeniden Refah Partisi’nin gündemine hızlı bir geçiş yapmış. Onun gündeminde artık "Milli Görüş ekonomik modeli" ve 6284 sayılı kanunun erkekler açısından ne kadar adaletsiz olduğu gibi başlıklar var. Çizdiği genel çerçeve içinde beklenmedik ya da sürprizli bir unsur olmamakla beraber Ankara’daki çarpık yapılaşmaya panzehir olarak Cumhuriyet’in ilk dönem mimarisine ve kültürüne işaret etmesi dikkate değer bir vurgu. Söylemlerini diğer adaylardan ayrıştıran bir diğer nokta ise çevre köylerden Ankara’ya göç edenleri köylerine döndürme konusunu etraflıca çalışmış olmaları.
"Adaylarınız çekilir mi anlamsız bir soru olur"
-Bugün sahada sizi ve Yeniden Refah Partisi İl Teşkilatı’nın bir bölümünü takip etme fırsatım oldu. Sahadaki tavrınıza bakılırsa 31 Mart’ta Yeniden Refah Partisi’nin Ankara ve İstanbul’da Cumhur İttifakı lehine çekilmesi ihtimali ortadan kalkmış gibi gözüküyor.
Anlamsız bir soru olur, anlamsız bir yorum olur. Yüksek Seçim Kurulu partilerin seçime girme yeterliliklerine göre o pusulaları basıyor, oluşturuyor.
"Ankara ve İstanbul'da yarış başa baş gidiyor"
-Türkiye, siyasetinde son dakikaya kadar her şeyin mümkün olduğunu daha dokuz ay önce deneyimledi. 14 Mayıs’a birkaç gün kala cumhurbaşkanı adaylarından Muharrem İnce çekildi. Pusulalar basılmıştı, seçmen Muharrem İnce’nin fotoğrafının olduğu pusula ile sandığa gitti. Dolayısıyla Türkiye siyasetinde yaşananlara bakınca, küçük partilerin son dakika çekilme ihtimalleri anlamsız bir soru olmuyor. Son dakika pazarlıklarının varabildiği yerler deneyimle sabit.
Partiler adaylarını ilan ettiler. Parti teşkilatları da kendi adaylarının peşinden gitmek arzusunda. Bir de şöyle bir durum var; herhangi bir yerde aday çıkarmadığınızda sizin seçmeninizi partiye tümden konsolide etme şansınız zaten yok. O zaman DEM Parti'nin aday çıkartması, İYİ Parti'nin aday çıkartması, Zafer Partisi'nin aday çıkartması karşısında CHP'nin Ankara ve İstanbul'da tümüyle havlu atmış olması gerekirdi. Ama görünen o ki havlu atmış değiller. Bir önceki seçimde DEM Parti İstanbul'da açıktan, Ankara'da örtülü bir şekilde CHP adayını destekledi. Zafer Partisi diye bir olgu ortada yoktu. Bugün bu partilerin tümü Ankara ve İstanbul'da aday çıkarmış durumda. Ama buna rağmen iki şehirde de başa baş gidiyor yarış. DEM, İstanbul'daki oyunun tamamını alamıyor, Zafer İstanbul'daki oyunun tamamını alamıyor, İyi Parti İstanbul'daki oyunun tamamını alamıyor. Alsalar zaten CHP'nin yüzde 30'lara gerilemesi lazım.
"Seçmen partilerin kurduğu ittifaklara göre hareket etmeyebiliyor"
-Bu aritmetiğin nedeni sizce Ankara ve İstanbul'daki CHP adayları partilerinden daha büyük birer markaya mı dönüşmüş olmaları mı?
Yok, o anlamda ifade etmiyorum. Seçmen partilerin kurduğu ittifaklara göre hareket etmiyor, onu diyorum. Seçmen, partilerin kurduğu ittifakların dışında hareket edebiliyor. Sağ seçmen refleksiyle hareket edebiliyor, sol seçmen refleksiyle hareket edebiliyor, seküler seçmen refleksiyle hareket edebiliyor. Yani üç partinin ittifak kurup bir araya gelmesi üçünün oylarının toplamı kadar oy ortaya çıkacağı anlamına gelmiyor.
"Başkanlık sistemi '40+1' olarak uygulanabilir ve böylece zorunlu ittifaklar ortadan kalkmış olur"
-Ben size Ankara ve İstanbul’da seçimi kimin kazanacağına yönelik tahminlerinizi sormayacağım. Çünkü zaten tahmininizi paylaşmak yerine “Ben kazanacağım” diyeceksiniz. Bir yarıştasınız ve doğaldır ki kendi iddianızın altını çizmek durumundasınız. Onun yerine biraz önce ‘seçmen ona göre hareket etmiyor’ dediğiniz ittifak siyasetine dair görüşünüzü sormak istiyorum. Geçen sene Türkiye iki blokta da birbirine benzemeyenleri oportünizmde bir araya getiren bir ittifaklar seçimi yaşadı. Türkiye’yi bu tür bir ilkesiz ittifaklar siyasetine kilitleyen şey aslında ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kendisi. Zaten 2023 seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan da başkanlık sistemini yüzde 40’la kazanacak bir biçimde düzenleme arzusunun sinyalini verdi. Ancak şu an için bu arzu Devlet Bahçeli’ye takılmış gözüküyor. Sizin partiniz başkanlık sisteminin geleceği konusunda durduğu yer neresi?
Biz esasında geleneksel olarak başkanlık sisteminden yana bir siyasi çizgiyi temsil ediyoruz. Yönetimdeki işlevselliğin artması, karar alma mekanizmalarının hızlı çalışması, daha hızlı icraatın yapılabilmesi açısından başkanlık sisteminden yanayız. Bunu defalarca ifade ettik. Ama gelinen noktada seçim öncesi ittifakları zorunlu kılan ‘50+1’ modelinin sürdürülmesi zor bir model olduğunu görüyoruz. İktidar tarafında da konuşulduğu gibi bu model ‘40+1’ şeklinde de uygulanabilir. Bu takdirde her siyasi partinin kendi başına ‘40+1’e ulaşma olasılığı daha kuvvetli olur. Böylece de partiler diğer partilerin içinde erimemiş olur. Zorunlu ittifaklar ortadan kalkmış olur. Tabii başkanlık modelini ilkesel olarak benimsiyor olmakla birlikte kuvvetler ayrılığının da takviye edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Denge ve denetim mekanizmalarının bugün olduğundan daha etkili çalışması gerektiğini düşünüyoruz. Yargının bağımsızlığını hiçbir şekilde yitirmemesi lazım.
"Yargı tabii ki bağımsız"
-Şu anda sizce Türkiye'de yargı bağımsız mı?
Yargı tabii ki bağımsız. Ben anayasaya bakarım. Anayasal anlamda yargı bağımsızlığı var. Ben yaşananları yargıda çatışma olarak görüyorum. Bu çatışmanın da bir an evvel Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde giderilmesi lazım. Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki çatışma bir yetki çatışmasına dönüşmek üzere.
-Anayasanın açık hükümlerini uygulamamakta bir beis görmeyen ve Anayasa Mahkemesi ile kavgasında alenen hükümet tarafından desteklenen bir Yargıtay var. Bu normal bir durum mu?
Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki çatışma, bir yetki çatışmasına dönüşmek üzere. Bu çatışmanın gitmesi, yoruma mahal bırakılmaması için bir anayasa değişikliği yapılması gerekiyor. Bu anayasa değişikliğinin ivedi yapılması lazım.
-O halde Yeniden Refah Partisi yerel seçimlere kendi başına gidiyor olsa da yerel seçimlerden sonra Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin gündeme getirebileceği olası bir anayasa değişikliği teklifine destek verebilir. Ben sözlerinizden bunu mu anlamalıyız?
Bir anayasa değişikliği teklifi var mı ortada? Varsa bilelim. Görmediğin anayasa değişikliği teklifine ‘evet’ ya da ‘hayır’ nasıl diyebilirsiniz? CHP'den gelecek bir anayasa değişikliği teklifine de ‘evet’ denilebilir. AK Parti'den gelecek bir anayasa değişikliği teklifine de ‘evet’ denilebilir. Önemli olan içinde ne olduğu.
"Cumhurbaşkanının yeniden seçilmesinin önünü açacak teklife hiçbir muhalefet partisi 'evet' demeyecektir"
-Siyaseti yakından takip edenlerin ortak kanaati Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 31 Mart’tan sonra bir anayasa değişikliği paketi hazırlayarak içine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir kez daha -yani dördüncü kez- seçilmesinin önünü açacak bir düzenlemeyi de dahil edeceği yönünde.
Böyle bir teklife hiçbir muhalefet partisi ‘evet’ demeyecektir.
-Bu konu ilk gündeme geldiğinde geçen kasım ayında siz “Eğer ki 50+1 sisteminden duyulan memnuniyetsizlik varsa hazırlamayı düşündükleri anayasa paketinin içerisinde getirirler, biz de değerlendirmemizi yapar, fikrimizi söyleriz” demiştiniz.
Yeniden Refah Partisi adına ben tek karar verici değilim ki. Zaten şu an gündemde olmayan bir mesele. Gündemi konuşalım mı?
-Hükümetin anayasa değişikliği konusunda bir hazırlık içinde olduğunu düşündürten dolayısıyla da konuyu gündem haline getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisi oldu aslında. Geçen hafta yaptığı açıklamada “Yasa gereği bu benim son seçimim” dedi, eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da “Belki vakti gelince Meclis seçimlerin yenilenmesi kararı alarak, Cumhurbaşkanımıza yeniden adaylık yolunu açar” diye devamını getirince doğal olarak konu gündemin ta kendisi haline geldi.
Mecliste belli bir çoğunlukları var ama anayasa değiştirecek çoğunlukları yok. Sistematik bir sorun varsa bununla ilgili bir anayasa değişikliği teklifine dahil oluruz. Yoksa Cumhurbaşkanı'na bir dönem daha seçilme hakkı getirecek bir anayasa değişikliği teklifi AK Parti'nin gündeminde yok ki bizim gündemimizde olsun. AK Parti böyle bir değişiklik teklifi getireceğini söyledi de ben mi duymadım acaba? Hiç gündemde olmayan bir şey. Bekir Bozdağ’ınki sadece bir yorum; meclis erken seçim kararı alırsa Cumhurbaşkanı da yeniden seçilme hakkına sahip olur. Bu bir yorum.
"31 Mart sadece yerel seçim değil, ekonomi karnesinin de oylanacağı bir seçim olacak"
-Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan, 31 Mart’a kendi adaylarınızla gitme kararınızı özetle “Geçen seneki genel seçimdi ve beka meselesiydi. Bu yerel seçim, beka konusu değil” diye özetliyor. Öte yandan siz geçenlerde Medyascope’ta Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtlarken dediniz ki -tabii mealen söylüyorum-; “Halk Mayıs 2023’te hükümete vize verdi ama bunun ekonomik sonuçları nedeniyle kızgın.” Bu dile getirdiğiniz yerel siyasetin ötesine geçen bir tercih etme ya da etmeme sebebi. Soru şu; 31 Mart 2024 yerel seçimleri sonuçları itibariyle yerel seçimden daha fazlası anlamına gelebilir mi?
Evet, öyle olacak. Normalde yerel seçimin sadece bir çöp, çamur, çukur seçimi olması lazım. Trafik sorunu seçimi olması lazım. Metrolar, altyapılar, üst yapılar, kentsel dönüşüm seçimi olması lazım ve bunları yapamayan belediye başkanlarının gönderilmesi lazım. İşte bugün siz yaşadınız, Ankara’da bulunduğunuz yerden buraya neredeyse bir buçuk saatte geldiniz. Akşamüstü 5’te bir yerden bir yere ulaşım bir buçuk saat sürebiliyorsa o şehir kötü yönetiliyor demektir. Ankara'yı böyle yöneten bir belediye başkanının bir daha kazanma potasına girememesi lazım. Keza İstanbul’da trafik problemi keşmekeşe dönüşmüş durumda. Deprem öncelikli bir şehir olan İstanbul’da kentsel dönüşümler yapılmamış, depreme hazırlık sağlanamamış, yıkılması gereken binalarda ilgili önlemler alınamamış. Bunları yapmamış olan bir belediye başkanının bir daha kazanma potasına dahi girememesi lazım. Sadece belediye başkanının görevleriyle ilgili bir güven oyu olsaydı hem Ankara hem İstanbul'da CHP'li belediye başkanlarının yarışta havluyu baştan atmış olmaları lazımdı. Her ikisi de başarısız belediye başkanları, bu net. Ama gelinen noktada ekonomiyle ilgili problemler var, mutfak enflasyonu var, faizler çok yüksek. Bugün insanlar bir ev sahibi ya da bir araba sahibi olmanın hayalini dahi kuramıyor.
Dolayısıyla bu seçim yerel seçim parametrelerinin yanında genel seçime yönelik parametrelerin de değerlendirileceği bir seçim olacak. Ekonomi değerlendirilecek, hayat pahalılığı değerlendirilecek, enflasyon değerlendirilecek, sağlık sistemi değerlendirilecek, istihdam değerlendirilecek, genç işsizliği değerlendirilecek. Sokakta yürürken benim gördüğüm bu. 31 Mart sadece bir yerel seçimden ibaret değil, genel ekonomi karnesinin de oylanacağı bir seçim olacak.
"En önemli alternatif biziz"
-Dolayısıyla da Adalet Kalkınma Partisi'nin oylarında bir düşüş bekler misiniz Türkiye genelinde?
Yeniden Refah Partisi'nin oyları artacaktır. Yani alternatif partilerin oyları artacaktır diye düşünüyorum. Burada da en önemli alternatif Yeniden Refah Partisi.
-Siz de Yeniden Refah’ın AKP’ye en önemli alternatif olduğunu söylüyorsanız, o halde Cumhurbaşkanı Erdoğan sizlere sitem etmekte kendi açısından haklı belki de. Onların sayesinde meclise 5 milletvekili soktunuz nihayetinde.
Siyaset konuşmak istiyorum ama zor bir röportaj oluyor benim için. Her cümleyi Cumhurbaşkanı’na yönelik manşet çıkarabileceğiniz bir yere çekmek istiyorsunuz gibi geliyor. Zor bir röportaj oluyor o yüzden. Kimin kimi nerede gördüğünün bir önemi yok. Biz Yeniden Refah Partisi'yiz.
-Bu soruların benzerleri Genel Başkanınız Fatih Erbakan’a başka söyleşilerde de soruldu, soruluyor.
Yeniden Refah Partisi seçime girme yeterliliği olan bir siyasi parti. Dolayısıyla seçime kendi logosuyla girmek istiyor, kendi adaylarıyla girmek istiyor. Neresi yanlış bunun?
"Tabana kuvvet, 30 sene önceki propaganda yöntemleriyle yol almaya çalışıyoruz"
-Benim açımdan yanlış bir yanı yok. Yanlış gören Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Bir yerinde bir yanlış yok. Cumhurbaşkanlığı seçiminde öyle bir tercih oldu ama ekonomi bugün bu noktada. Cumhurbaşkanlığı seçiminde kazanan Kemal Kılıçdaroğlu da olsaydı ekonomi bugün olduğundan daha iyi bir yerde olmayacaktı. CHP'nin de ekonomi reçetesi aynı ekonomi reçetesi, yani ortodoks ekonomi politikaları. Faizi artırmaya, faiz artırımlarıyla enflasyonu düşürmeye, piyasayı küçültmeye, büyümeyi küçültmeye, büyüme hızını düşürmeye dayalı bir ekonomik yaklaşım. Şu an Mehmet Şimşek’in başında olduğu ekonomi yönetiminin uyguladığı zaten bu. Ekonominin düzlüğe çıkması için alternatif bir ekonomik modelin gelmesi lazım. Heterodoks modelin alternatifi Ortodoks model gibi sunuldu ama değil aslında. Her ikisinin de dışında, bizim geçmişte uygulamasını yaptığımız, öz kaynaklara dönmeyi, milli ekonomiye dönmeyi, öz kaynakları büyütmeyi, ihracatı büyütmeyi, teknoloji pazarını artırmayı hedefleyen bir ‘Millî Görüş ekonomik modeli’ var. Bizim üzerinde durduğumuz model bu ve bu modele dönülmediği sürece ekonomideki bu çalkantı devam edecek. Durum bu.
Biz herhangi birinin kendini alternatif olarak görmesiyle ilgili değiliz. Sonuçta biz vatandaşa gidip, tabana kuvvet anlatıyoruz. Televizyonumuz yok, Hazine yardımımız yok. Çok büyük sosyal medya olanaklarımız yok. Büyük duvarları, panoları, billboardları kiralayacak bir parasal gücümüz de yok. Tabana kuvvet insanlara 30 sene önceki, 40 sene önceki siyasetin yöntemleriyle, yürüyebildiğimiz kadar, ulaşabildiğimiz kadar, selamlaşabildiğimiz kadar insana broşürlerimizi veriyoruz, okumalarını rica ediyoruz. Bu şekilde bir propagandayla yol almaya çalışıyoruz. Bir siyasi parti bu kadar güç koşullarda büyüyebiliyorsa bir şeyler iyiye gitmediğinden dolayı bunu yakalıyordur. Öyle bakmak lazım.
"İttifaka rağmen yanlışları görüyoruz, bu çok kemikli ve şahsiyetli bir durum"
-Biraz önce Erdoğan’ın görev süresi ve olası anayasa değişiklikleri konusunda sorduğum soruları yanıtlarken zorlanmanızın sebebi çok uzun süre Adalet ve Kalkınma Partisi içinde siyaset yapmış olmanız diye tahmin ediyorum. Bu tür bir duygusal zorluk mu hissediyorsunuz?
Yok, daha temelde şöyle de bakıyorum. Evet, arkadaşlarımın önemli bir kısmı AK Parti'de.
Ama ilkesel olarak şöyle bakıyorum; ayrılığın da bir ahlakının, bir hukukunun olması gerekir. Hani bir camiadan dün ayrılıp bugün oraya veryansın etmenin çok manası yok. Sokağın dili zaten söylenmesi gerekeni söylüyor. Sokağa çıkıp insanlarla karşılaştığımızda zaten alternatif ekonomi modelinin, ekonomideki sorunları çözecek modelin Yeniden Refah’ta olduğunu insanlara söylüyoruz. Yani 14-28 Mayıs’ta ittifak olmuşuz, cumhurbaşkanlığı seçiminde destek vermişiz. Dolayısıyla bugün Mayıs'taki irademizi yerden yere vurmanın bir manası yok. Ama yanlışlıkları görüyoruz. Bizim o dönemde söylediğimiz bir cümle vardı; “Doğruya doğru, yanlışa yanlış”. Aslında bir ortaklıkla bunu benimsemek, kabullenmek de kolay bir şey değildir. Bu çok net ve kemikli bir durum, çok şahsiyetli bir durum.
-Türkiye’de, özellikle de bu kadar koyu kutuplaşmış siyaset ortamında alışık değiliz ama.
Aynen öyle, çok doğru yakaladınız. Alışık olunmayan bir tarz olduğu için bu tarzı anlamakta insanlar problem yaşıyor. Hatta bazı vatandaşlar sokakta hatırlatıyor bazen; “Ya geçen gün şu konuda iktidarın getirdiği önergeye destek verdiniz.” E verdik. Yurt dışına asker gönderme tezkeresine destek veriyoruz. Bu çok net. Emekli maaşlarıyla ilgili bir iyileştirme getirirse ona da destek veririz. Bu da çok net. Ama öte yandan İsveç'in NATO üyeliğine ‘ret’ oyu kullandık. Faiz yükü fazla olduğundan dolayı 2024 bütçesine ‘ret’ oyu kullandık. Bizim 5 milletvekilimizin desteğine belki iktidarın zaten ihtiyacı yoktu. Ama biz de tarihe not düşmüş olduk. Bu tür tercihleri seçmenin bir kısmı henüz algılayamamış olabilir.
"Erdoğan'ın sözlerini üzerimize alınmadık, adaylarımız kazanma potasına girdi diye rahatsızlık duyacak halimiz yok"
-Siz düne kadar beraber siyaset yaptığınız insanlara karşı sert bir dil kullanmak istemiyor olabilirsiniz. Ama Yeniden Refah Partisi’nin Elazığ adayına miting izni verilmedi. Urfa’daki adayınızın eski AKP’li olması nedeniyle orada büyük bir tazyik altındasınız. Kazanma ihtimaliniz olan illerde tam saha pres uygulanıyor adaylarınıza. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dili de çok sert. İşte ‘gölgemizde siyaset yapanlar’, ‘sirk cambazı’ gibi ifadeler kullanarak Yeniden Refah’ı işaret etti malum.
Biz bunları üzerimize alınmadık. Ve dedik ki; öznesi doğrudan belirtilmemiş herhangi bir cümleyi ya da sert eleştiriyi üzerimize almıyoruz. Biz yolumuza bakacağız. Sonuçta adaylarımız kamuoyundan teveccüh görürlerse kazanırlar, görmezlerse kazanamazlar. Şanlıurfa'da, Elazığ’da ya da başka illerde ya da ilçelerde Yeniden Refah Partili adaylar toplumdan teveccüh görürse bu diğer partilerin doğru aday tespiti yapamadıklarının da göstergesi olarak görülecektir. Herhangi bir il ya da ilçedeki adayımız teveccüh görüyor diye, kazanma potasına girdi diye, potansiyel oluşturdu diye bundan rahatsızlık duyacak halimiz yok. Ama temelde iktidarla kavgalı olalım, didişelim, itişelim, kakışalım, siyasetin dilini sertleştirelim gibi bir yaklaşım içinde de değiliz.
"Adam asgari ücret alıyor, üçte birini eşine nafaka olarak ödüyor"
-Bugünkü esnaf ziyaretleriniz sırasında sizinle birlikte ekibinizi de gözlemledim. Parti teşkilatından size eşlik eden ekibin içinde çok sayıda kadın vardı. Refah Partisi kadın kollarının da zaten kuvvetli bir damarı vardı. Bu alışık olduğumuz bir siyasal örgütlenme şekli. Ancak biraz önce siz de hatırlattınız 30 sene öncenin dinamikleriyle şu ankiler çok farklı. Türkiye’deki kadın hareketini ayağa kaldıran İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması tartışmasının kuvvetli bir tarafı oldu Yeniden Refah. Hatta Cumhur İttifakı’na katılma şartlarınızdan biri 6284 sayılı kanunun kaldırılmasıydı. Bu AKP ile yaptığınız protokole de girdi. Meclise girdikten sonra da nafaka hakkını kaldıran yasa teklifi sundunuz meclise. Türkiye’nin başkentine, ülkenin iki büyük şehrinden birine belediye başkanı olarak bu bahsettiğim siyasetin toplamından büyük endişe duyan şehirli kadınlara ne demek istersiniz? Yeniden Refah’ın önerdiği siyasetinin kadınların toplumsal kazanımlarını geri götürmesinden endişe duymaktan haksızlar mı?
Bir kere konu başka bir boyutta ele alınıyor. Bir yıl evli kaldığı eşinden ömür boyu nafaka almayı hangi kadın ister? Bir yıl evli kaldığı eşinden ömür boyu nafaka almak hak mıdır?
Bir yıl evli kaldığı erkekten ömür boyu nafaka almak hak değil. Birlikte edindikleri çocukların iştirak nafakası başka bir şey, birkaç yıl evliliğin sonrasında erkeğin kadın tarafına ömür boyu nafaka vermek mecburiyetinde kalması başka bir şey. Sosyal, toplumsal sorunların farkına varmak lazım. Bunun için de taraflarla içli dışlı olmak lazım. Adam asgari ücret alıyor, bunun üçte birini eşinde nafaka olarak ödüyor. Zaten asgari ücretle geçinmek, tümü cebinde kalsa bile mümkün değil. Üçte birini ayrıldığı eşine ömür boyu vermeye devam ettiği sürece yeni bir hayat kurma şansı yok. Bizim verdiğimiz kanun teklifi bununla ilgili bir kanun teklifi. Erkek tarafının çocukların bakımı dışındaki nafaka yükümlülüğünü beş yılla sınırlandırıyor. Sonrasında kadın tarafının nafaka ihtiyacı varsa bunu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde oluşacak bir fon üzerinden karşılamalı, devlet karşılamalı.
Diğer taraftan kadına şiddet konusunda bizim aykırı bir düşüncemiz yok. Kadına şiddet konusunda siz ne düşünüyorsanız, bugün sahada gördüğünüz kadınlarımız da aynı şeyi düşünüyor. Hangi kadın şiddet görmek ister? Bugünkü esnaf ziyaretinde refakatimizde olan hanımefendilerin içinde üç tane belediye meclis üyesi adayı vardı. Bu kadınlar ilçe belediye meclisinde görev yapacak, büyükşehir belediye meclisinde görev yapacak insanlar. Kim şiddet görmek ister? Eşinden ya da erkek arkadaşından ya da başka herhangi bir erkekten şiddet gören kadınlar açısından şiddetin önlenmesiyle ilgili zaten mevzuatta olan bütün kanunlar tam saha anlayışıyla uygulanıyor. 6284’ün olmaması halinde kadına şiddet serbest mi kalıyor diye düşünüyorsunuz siz? Ceza kanundaki bütün maddeler uygulanıyor. KADES hattı uygulanıyor.
"Kadının beyanını değil, doğru beyanı esas almak lazım"
-“Ceza kanunundaki bütün mevzuat uygulanıyor” dediğiniz ortamda 2023 yılında 315 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Erkeklere dair benzer bir istatistik yok. Ayrıca o rakamın üzerine 248 kadın da şüpheli biçimde ölü bulundu. İstanbul Sözleşmesi’ne dönersek… Partiniz hükümetin Sözleşme’yi feshetme kararında etkili olan aktörlerden biriydi. İstanbul Sözleşmesi’nin neresi aile ve ahlak yapısını bozuyordu ya da bugün 6284 sayılı kanun neden bozsun aile yapısını? Bu retorik bir soru değil, kusura bakmayın ben hakikaten anlamakta güçlük çektiğim için soruyorum.
İki temel problem var orada. Bir, “kadının beyanı esastır” dediğiniz zaman, tek başına taraflardan birinin beyanını esas alıp diğer tarafı ifadesine bile başvurmaksızın mahkûm etmektir. Bu adil değil, hakkaniyetli değil. 6284'te bu var; kadının beyanı esastır. Kadının beyanını esas almak yerine doğru beyanı esas almak lazımdır. İki, kadına şiddetle alakası olmayan bir ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ vurgusu var orada. Toplumsal cinsiyet eşitliği ile 6284'ün kadını şiddetten koruma misyonu arasında ne bağlantı var, ne alaka var?
Sizi itham altında bırakmak istemem ama 6284'le ilgili bize eleştiride bulunanların çoğuna sorduğumda gördüm ki çoğu 6284'ü baştan sona okumamış, Kanunlarımızdaki diğer maddelerden bir haber, 6284'ün dipnotlarına da bir göz atma ihtiyacı duymamış. Yani bilgisiz akıl verme durumu var bu konuda. Bakın, 6284 şu an uygulamada ve biz hala her gün iki üç kadın cinayeti duymuyor muyuz?
"Ailenin korunması için psikolojik eğitim sağlayacağız"
- 6248 olmasa belki 20 olacak o rakam.
Hayır alakası yok. KADES hattı var, polis bu konuda çok ciddi bir özverili çaba yürütüyor. Buton uygulaması, elektronik kelepçe uygulaması var. Ama diğer taraftan aileyi korumayla da ilgili bir refleks geliştirmemiz lazım. Aileyi de korumamız lazım. Çocukların anneli babalı büyüyebileceği bir iklim, bir ortam sağlamamız lazım. Ve burada Yeniden Refah Partili belediyeler olarak biz diyoruz ki “Şiddet gören, kadını destekleyen, sahiplenen ve koruyan yuvalar oluşturacağız.” Öte yandan aileye sosyal ve psikolojik destek sağlayacağız. Erkek tarafına da özellikle. Ailenin korunması için aile eğitimleri, aile seminerleri, psikolojik eğitimler sağlayacağız.
-Kadına karşı şiddet konusunda ülke o kadar sorunlu bir yerde ki ekstra yasal korumanın kaldırılmasını zaten şiddet heveslisi olanların ‘vize’ olarak görmesi kaçınılmaz. Bir de tabii şu var; Türkiye'nin çözülmeyi bekleyen onca meselesi varken, Yeniden Refah Partisi neden 6284’ü ya da nafakayı öne çıkartıyor?
Yok, o haksızlık. Bizim AK Parti ile 30 maddelik protokolümüze bakarsanız ne demişiz? Yeni vergi konulmayacak, yeni zamlar yapılmayacak, enflasyon kontrol altına alınacak.
"6284'ün kadına karşı şiddeti önlemekle ilgili bir misyonu yok"
-Protokol delik deşik zaten. 28 Mayıs’tan sonra gelen yeni zamları, yeni vergileri saymayalım burada.
Siz bana “Neden bunu öne çıkarttınız?” dediğiniz için anlatıyorum. 6284 o protokoldeki 30 maddeden sadece bir tanesi. Yeni vergiler koymayacaksınız, aynı vergileri bir daha almayacaksınız, vergi oranlarını artırmayacaksınız, faizleri yükseltmeyeceksiniz diyoruz, en düşük emekli maaşını asgari ücret düzeyine çıkartmanız lazım. Milli eğitim politikalarını baştan sona revize etmek lazım. Bu eğitim politikalarıyla yüksek nitelikli nesil yetiştirilmesi mümkün değil. Bu ihracat rakamıyla Türkiye'nin düzlüğe çıkması mümkün değil. Milli madenciliğe yönelmek ve öz kaynakları artırmak lazım. Denk bütçe yapmalısınız. Kamu tek hesabına geçmelisiniz. Havuz sistemini oluşturmalısınız. Tahville bono ihracı yapmamalısınız. Biz bunların hepsini diyoruz. Yani 30 maddenin neredeyse 20 tanesi ekonomiye ilişkin maddeler. Kalan 5-6 tanesi tarımın, sanayinin, eğitimin reform edilmesiyle ilgili maddeler. Sadece bir iki tanesi sosyal ve toplumsal konular. Durum böyleyken sadece 6284 ile anılmak esasında bazı lobilerin, sözüm ona kadın hakları savunucularının gündemini takip etmek olur. Biz kadına şiddetin engellenmesiyle önlenmesiyle ilgili inisiyatiften nasıl geri adım atabiliriz? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Kızlarımız var, eşlerimiz var, çocuklarımız var, gelinlerimiz var, annelerimiz var.
Ve bu toplumda şiddeti sadece belli bir kesim görmüyor. En sağından en soluna kadar, en muhafazakarından en sekülerine kadar kadına şiddet yelpazesi, çok geniş bir yelpaze. Ve bununla ilgili mücadeleyi tüm kesimlerin birlikte vermesi lazım. Anlatmaya çalıştığımız ama anlatamadığımız şey şu; 6284'ün kadına yönelik şiddeti önlemeyle ilgili bir misyonu yok.
Orada “kadının beyanı esastır” konusunu sakıncalı buluyoruz. Yani “Erkekler hep sağlıksız ve problemli, kadın tarafı hep haklı” anlayışının adaletli bir anlayış olmadığını söylüyoruz.
"Ankara'daki yapılaşmanın Cumhuriyet'in ilk dönemindeki mimariyi, kültürü ve zarafeti yansıtması lazım"
-Seçim kampanyanızdaki şu söyleminiz dikkatimi çekti; “Gazi Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’ine yakışır bir başkent için çalışacağım.” Mustafa Kemal’in başkenti bugün nasıl bir yer olmalıydı?
Atatürk'ün Ankara'yı başkent yapmasında çok büyük bir vizyon var, bir deha var ve devlet adamlığı var. İstiklal Savaşı'nı yürütürken ortaya konulan dehayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara'da açılırken ortaya konulan dehayı, Ankara'nın başkenti ilan edilmesinde de görüyoruz. Aslına bakılırsa kendisi bir Osmanlı subayı. Selanik'te doğmuş, gençlik yılları İstanbul'da geçmiş, sarayda geçmiş. Atatürkçüler yanlış anlamasın, şunu söylemeye çalışıyorum; Cumhuriyet’i kurduktan sonra 15 yıl cumhurbaşkanlığı yapmasına rağmen Ankara'yı İstanbul'a taşımayı düşünmemiş. Çok isabetli bir karar. Demek ki Ankara'nın başkent olması, savaşın kazanılması sürecinde padişahtan ya da işgalden uzakta olmaktan ibaret bir tercih değildi. Esasında Anadolu'nun ortasında Ankara'yı başkent tercih etmekle genç Cumhuriyet’e yeni bir ekonomik ve sosyal model oluşturmak istemiş. Ankara başkent olduğu içindir ki Ankara'nın doğusunda Kayseri gelişebilmiş, Gaziantep gelişebilmiş, Sivas gelişebilmiş, Erzurum gelişebilmiş. Deyim yerindeyse İstanbul'dan ibaret zannedilen bir büyüme, kentleşme ve modernleşme hamlesi Ankara merkezli olarak Anadolu'nun tümüne yayılabilmiş. Bu modeli korumamız lazım.
Atatürk'ün başkentinde trafik probleminin olmaması lazım. Atatürk'ün başkentinde çöp, çamur, çukur olmaması lazım. Atatürk'ün başkentinde arka sokakların bile tertemiz, pırıl pırıl ve güvenli olması lazım. Cumhuriyet'in başkenti Ankara'da kadınlar, çocuklar sokağa çıkarken başıboş sokak köpeklerinden korkmaması lazım. Şehrin havasının temiz olması lazım. Suyunun temiz olması lazım. İstihdam imkanlarının geniş olması lazım. Yapılaşmanın Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki o Cumhuriyet'in ilk dönem mimarisine uygun bir şekilde bir kültürü, bir estetiği, bir sanatı, bir zarafeti mutlaka yansıtması lazım. Bütün bunlar da birlikte bir Cumhuriyet kenti olarak kendini göstermesi lazım.
"Köy nüfusu tamamen şehirde, Ankara 1970'lerin başkenti gibi bir görüntüde"
-Size göre bugün başkent Ankara’nın en önemli sorunları neler?
Şu an Ankara aldığı göçlerin baskısı altında henüz kent kimliğini oluşturamamış, modernleşememiş, kalkınamamış, sokaklarını temizleyememiş, trafik problemini çözememiş, kentsel dönüşümlerini tamamlayamamış, gecekondularından kurtulamamış. Maalesef 2024'ün değil de 1970'lerin başkenti gibi bir görüntü içerisinde. Yeniden Refah Partili belediye başkanı olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci yüzyılına yakışan bir başkente Ankara'yı çevirmeyi istiyorum.
Köy nüfusu tamamen şehirde. Şu an çevre illerden aldığı göçler var, deprem bölgesinden aldığı göçler var. Mevcut Büyükşehir Belediyesi bu göç hareketini yönetme konusunda çok geri kalmış durumda. Ayrıca tabii Atatürk Orman Çiftliği de Atatürk'ün Ankara'ya armağan ettiği önemli bir model, diyor ki; “Aslında burası evet Cumhuriyet'in başkentidir ama Anadolu'nun en verimli tarım arazileri de buradadır. Bu tarım arazilerine sahip çıkın.” Bugün Ankara'nın dörtte üçü tarım arazisi, bunun ekilip sürülmesi lazım, hayvancılık yapılması lazım. Ankara keçisinin, Ankara koynunun yaşatılması lazım, büyükbaş hayvancılığın yapılması lazım. İnsanların karnının Ankara'nın tarlalarından ve ahırlarından doyması lazım. Ama maalesef kentleşirken köylüyü unutmuşuz. Köylüyü de şehre alıp hepimiz sefalette eşitlik arayışına girmişiz.
"Köye dönüşü finanse edeceğiz, evini alıp köye götürene ücretsiz nakliye sağlayacağız"
-Ankara’nın merkezine göç eden köy nüfusunu geri döndürme hedefiniz var, nasıl olacak bu?
Tarımsal üretimi canlandıracağız, köyleri yeniden harekete kavuşturacağız. Tarımsal üretime döneceğiz, hayvancılık üretimine döneceğiz, Ankara'ya bir zirai gübre fabrikası kazandıracağız. Köyden kente göç edenlerin yeniden köye dönüşünü ekonomik anlamda finanse edeceğiz, destekleyeceğiz, baba ocağını onarana, baba ocağı onarım finansmanı sağlayacağız. Evini alıp kalkıp köye götürene ücretsiz nakliye imkânı sağlayacağız. Genç çiftçilere hayvancılık desteği vereceğiz. Zirai gübre fabrikasının yanında ata tohumu üretim tesislerini oluşturacağız. Et entegre tesisleri kuracağız, hayvancılık ihtisası organize sanayi bölgeleri kuracağız. Cumhuriyetin başkenti burada modern yüzüyle pırıl pırıl parıldarken, öte yanda tarım arazilerinde Atatürk'ün hayaline uygun bir şekilde köylü tarımsal üretimine devam edecek. Şehirde aç kalmak yerine “Köylü milletin efendisidir” sözüne atfen, köyünde hem karnı doyacak hem bizim karnımızı doyuracak hem emeğinin karşılığı olan parayı alıp cebine koyacak. Hayalimiz bu.
"Nargile kafelerle hükümet bile başa çıkamadı"
-Nargile kafeler ne olacak?
Nargile kafelerle merkezi hükümet bile başa çıkamadı, yasaklar çıkardı, kapama kararları aldı. Tabii bu kültür bizim kültürümüz değil. Şehir kültürünün parçası haline gelmişler ama bu şehre ait değil, Anadolu'ya ait değil. Ama tüketenler kim? Anadolu insanı, bizim insanımız tüketiyor, tüketicisi biziz nihayetinde. Dolayısıyla böyle bir paradoksal durum var. Ankara'yı bu paradokslarından kurtaracağız. Tabii ki Yozgat kültürü, Çankırı kültürü, Sivas kültürü, Karadeniz kültürü, Kayseri, Çorum kültürü Ankara'da yaşayacak. Bunlar Anadolu'nun zenginlikleri. Şiveleri yaşayacak, folkloru yaşayacak, ahengini hissettireceğiz her zeminde. Ama şehirde bir kakofoni değil, bir harmoni olmalı. Herkes kültür-sanat faaliyetlerine bir yerden tutunabilmeli. Gençlerin başkenti olmalı, kadınların başkenti olmalı, çocukların başkenti olmalı. 12 yaşında bir kız çocuğu evden otobüsten dolmuşa dolmuştan ne bileyim raylı sistemlere binip okuluna gidip ya da kursuna gidip tekrar geri gelip aynı güvenlik içerisinde evine ulaşabilmeli.
-Ben 12 yaşında bir kız çocuğuyken bunu yapabiliyordum Ankara'da…
Daha geniş zamanda tekrar görüşmek üzere kalkmak durumundayım. Geniş katılımlı bir iftara yetişmem gerekiyor ve şimdiden geç kalmış durumdayım.