İktidarın algıları yönlendirme kapasitesi yok oldu: Toplum, anlatılan İmamoğlu hikâyesine inanmadı

İktidarın yargı eliyle yürüttüğü İmamoğlu operasyonunun ardından 6 hafta geçti. Operasyonun sonuçlarını iki ayrı düzlemde gözlüyoruz; operasyonun ve ardından yaşananların siyasi sahnede ve aktörler arası pozisyonlarda ürettiği sonuçlar ve toplumsal alanda yarattığı ya da görünür kıldığı meseleler var.

Gelişmeler ve açıklamalardan anladığımız, operasyonun başlangıcı ve kapsamı konusunda iktidar ortakları arasında bir mutabakat yokmuş. Hem İmamoğlu operasyonunda hem de “Terörsüz Türkiye” şiarıyla yürüyen süreçte iktidar blokunu oluşturan aktörlerin farklı hareketleriyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.

İktidar koalisyonunun Erdoğan ve Ak Parti kanadı meseleyi kendi iktidarını sürdürme arzu ve niyeti üzerinden şekillendiriyor.

 

İktidarın ardındaki zihni koalisyonun diğer ortakları ise (MHP, milliyetçiler ve adlarını bilmediğimiz ama zihnen devletin bekası üzerinden meselelere bakan bazıları siyasetçi bazıları bürokrat, teknokrat insanlar ve sivil uzantıları) genel olarak meselelere devletin bekası, güvenlik, küresel ve bölgesel dinamiklere karşı devleti güçlendirmek üzerinden bakıyor. Yönetilemeyen sorunlar biriktikçe, ekonomik buhran sürdükçe, merkezileşmenin ürettiği keyfiliklerin çoğalttığı toplumsal hoşnutsuzluklar arttıkça bu kanat bazı hamlelerle iktidara yön vermeye çalışıyor.

Açılım meselesinin de böyle gündeme geldiğini sanıyorum. Bir yandan Öcalan’a Meclis’te konuşma çağrısı, diğer yandan kayyum atamaları gibi süreçteki çelişik görünümlü hamlelerin faillerinin iktidarın farklı ortakları olduğu anlaşılıyor. Öte yandan sürecin geldiği noktada da şimdilik ortaklar arasında bir uzlaşma olduğunu söylemek mümkün. Hele Sırrı Süreyya Önder’in sağlığı konusunda hükümet kanadının çabalarına, iktidar medyasının Önder haberlerinin tonlamalarına bakarak bu uzlaşmanın şimdilik sağlandığı görülüyor. Yine de son düzlükte, hukuki düzenlemeler yapma zorunluğu ve iktidarın hamle yapma gerekliliği doğduğu anda Erdoğan’ın ne yapacağını kestirmek şimdilik zor.

İmamoğlu operasyonu da böyle gelişti denebilir. Ahmak davası kararları onaylanırsa siyasi yasak kapsamına girecek, diploma iptali kararı onaylanırsa aday olamayacak İmamoğlu’na ve ekibine hoyratça operasyon çekildi. Üç koldan, üçü de yargı kararlarıyla İmamoğlu’nu sahneden indirme gayretine bakarak önümüzdeki seçimlerde İmamoğlu’nun şansının ne olduğunu, iktidarın İmamoğlu’na kaybetme ihtimalini satın aldığını anlamak mümkün.

İktidar kanadı operasyonun iki gerekçesini ve iki ayağını anlattı kamuoyuna, “kent uzlaşısı ve teröre destek” ile “yolsuzluk için örgüt oluşturmak”.

Bunca medya desteği, troller ve operasyonel haberler, sözcüler, anlatılara karşın toplum iktidarın anlattığı İmamoğlu hikayesine inanmadı. Uzun süredir zayıflamakta olduğunu gözlediğimiz, iktidarın toplumsal algıları yönetme, yönlendirme kapasitesinin İmamoğlu operasyonunda tümüyle yok olduğunu, çalışmadığını gördük.

Bunun birden fazla nedeni var. Birincisi iktidarın algıları yönetme konusundaki en büyük kapasite ve aygıtlarından olan medya üzerinden gündemi belirleme, siyasi alanı çerçeveleme politikalarının sözcülerinin, ekran yüzlerinin, köşe yazarlarının inandırıcılıklarını kaybetmiş olmaları. Kendileri ve iktidardaki destekçileri ne kadar farkındalar bilinmez ama sahiciliklerini yitirdiler. Habercilik ve yorumculuktan öte tutturdukları kutuplaştırıcı dil, bilim ve etik dışı pozisyonlar nedeniyle böyle. Analiz ve yorum yerine aktivistlik yaptıkları için böyle. Habercilik değil dedikoduculuk yaptıkları için böyle. Daha da önemlisi hemen tüm ekranlarda ve köşelerde aynı 30 kişinin, hemen her farklı olayda aynı kelimeler ve açıklamalarla Erdoğan yanlısı pozisyonlanmalarına toplum doydu. Daha da vahimi muhalif görünen çokça yazan konuşanın da tarzını etkilediler, birbirlerini çoğalttılar.

İkincisi ve asıl önemlisi ise bu kez operasyonun öznesi İmamoğlu’ydu. İmamoğlu’nun siyasi pozisyonu, kullandığı dil ve söylemlerinin, Erdoğan’a ve adaylarına karşı üç kez seçim kazanmış olması gibi birçok nedenle toplumda önemli bir karşılığı var. Muhalif seçmen gözünde Erdoğan ile rekabete girecek ve kazanma umudu yüksek bir siyasetçi. İmamoğlu’nun çok daha önemli özelliği şu; yalnızca muhalif seçmen ona bakmıyor. İktidar yandaşlığı karşıtlığı kutuplaşmasındaki yandaşların, muhafazakâr seküler yaşam biçimi geriliminde muhafazakarların, Türk Kürt kültürel geriliminde Kürtlerin kulak verdikleri, gözlerini çevirdikleri bir siyasetçi. Üstelik muhalif seçmenin gözünde Erdoğan’a karşı kazanma umudunu en yüksek seviyeye taşıyan siyasetçi.

Böyle bir siyasi figüre, ahmak davası, diploma iptali çabaları yürürken yapılan operasyonun sahici delillere yaslanmadığı daha ilk günden anlaşılınca iktidarın hikayesini toplum satın almadı.

 

Motivasyonları farklı olsa da tepki ve itirazları ortak yığınlar meydanlarda

Aksine beklenmedik biçimde toplumun önemli bir kesimi imza atarak, dayanışma sandıklarında oy vererek, mitinglere katılıp meydanlara çıkarak tepkisini açıkça gösterdi. Veri Pusulası bulgularına göre araştırma katılımcılarının yüzde 69’u İmamoğlu’nun tutuklanması ve çevresinde gelişen olaylarda devletin tavrını “keyfi ve adaletsiz” olarak değerlendirdi. Cumhurbaşkanı adaylığı ön seçiminde 1.878.149 CHP üyesinden 1.654.651 üye oy kullandı. Yaklaşık 62 milyon seçmenin 13.844.070’i dayanışma sandıklarına İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı için arzu ve irade beyan etti.

Yaşanan sürecin değerlendirilmesi sorulduğunda, toplumun yüzde 65’i İmamoğlu’nun tutuklanması ve çevresinde gelişen olayları hükümetin muhalefete baskı kurma girişimi olarak tanımladı. Toplumun yüzde 61’i ülkedeki demokrasi ve hukukun üstünlüğüyle ilgili daha da olumsuz düşünmeye başladı.

Tüm araştırmalarda kabaca toplumun üçte ikisinin gidişattan ve güncel gelişmelerden son derece rahatsız olduğunu gördük. Öte yandan rahatsız ve tepkisini gösteren milyonların siyasi kimlik ve pozisyonlarının, tercihlerinin monolitik olmadığını da gördük. Farklı kesimler farklı dürtülerle meydanlara çıktılar.

Saraçhanedeki gençlerle diğer kalabalıklar da Yozgat’ta meydana inen çiftçiler de… İlk kez meydanlara çıkan üniversite gençliği de lise gençliği de farklıydı. Kimi hayat pahalılığından, kimisi işsizlikten, kimisi özgürlüğünü kaybetme korkusundan kimisi geleceksizliğine ve çaresizliğine itirazdan tepkilerini gösterdiler.

Veri Enstitüsü’nün araştırmasına göre, ülkedeki demokrasinin işleyişinden memnunum diyenler yüzde 18, “metropolün karamsar gençleri” adını verdiğimiz sosyolojik kümede ise daha da vahim yüzde 8 oranında.

Genel olarak hayatından memnun olanlar toplum genelinde yüzde 36 ama metropolün karamsar gençlerinde yalnızca yüzde 12.

Türkiye’de hayat şartları 5 yıl sonra daha iyi olacak diyenler yüzde 27, metropolün karamsar gençlerinde ise yalnızca yüzde 4. Evet, yanlış yazmadım, metropolün karamsar gençleri adını verdiğimiz kümenin gelecek 5 yıldan umutlu olanları yalnızca yüzde 4.

‘Benim hayat şartlarım 5 yıl sonra daha iyi olacak’ diyenler yüzde 35, metropolün karamsar gençlerinde yüzde 9 oranında.

Son haftalarda gündeme gelen doğum oranları tartışmalarına ışık tutması için not edelim. ‘İnsanlar ekonomik durumları iyi değilse çocuk yapmamalıdır’ diyenler yüzde 51, metropolün karamsar gençlerinde yüzde 65. Toplumdaki bazı demografik değişimlerin nedenleri arasında artık ülkenin gidişatına dair algılar da var. Evlenme yaşı geriliyor, 30’lara doğru geliyor, çocuk sahibi olma yaşı geriliyor, 35 yaşa doğru geliyor. Bunun nedeni kentleşme, ekonomik koşullar, ilişki biçimlerinin değişmesi kadar siyasi iklimin ürettiği gerilimler, çatışmacı ve belirsizlik esaslı ortam ve geleceğe güvensizlik de aynı zamanda.

Bunlar ve daha birçok nedenle, toplumun farklı birçok kesimi tepkisini dışa vuracak biçimde hareketlendi. Bu toplumsal hareketlenmenin siyasi aktörleri ve siyasi zemini etkileme potansiyelinin oldukça güçlü olacak.

Bu hareketlenmelerin ilk bakışta İmamoğlu ve CHP üzerindeki etkilerinin oldukça önemli olacağı kuşkusuz ama öte yandan iktidar bloku ve ülkenin birçok meselesinde de güçlü etkileri olacağını söylemek mümkün.

Örneğin ekonomideki buhranı aşmak için uygulanmaya çalışılan programın artık başarı şansı olmayacak.

İktidarın bir kanadının iktidarını sürdürebilmek için nereye kadar hoyrat ve cüretkâr politikalara, uygulamalara yönelebileceği bir kez daha deneyimlenmiş oldu. Ekonomik zeminde ve finansal piyasalarda inandırıcılığı kalmamış bir programla nereye kadar gidilebilir, normal seçim tarihine kadar ekonomi ve asıl insanlar, haneler ne kadar dayanabilirler belli değil.

Öte yandan bu koşullarda iktidarın erken seçim kararı alabileceğini beklemek de gerçekçi değil.

Tam da bu nedenle Bahçeli’nin ve MHP’nin açıklamalarını ve hedefini anlamak önemli. Bahçeli’nin önceliği hala PKK’nın kendini feshetmesi ve ardından yapılacaklar. Yanı sıra Anayasa değişikliğiyle devletin daha da güçlendirilmesi ve bugünkü sistemin tahkimi.

Bahçeli İmamoğlu operasyonunda anlatılan hikayeyi toplumun satın almadığını da görmüş olabilir ama asıl terörsüz Türkiye hedefine olası olumsuz etkilerini önemsemiş görünüyor. Dolaylı uyarıları sonrası nitekim operasyonun kent uzlaşısı bacağı gündemden düşürüldü. Medyada inandırıcılığı kalmamış bazı isimlere uyarılar usulünce yapıldı.

Kamuoyuna yansıyan açık veya dolaylı tartışma ve açıklamalardan anladığımız İmamoğlu operasyonun arkasından gelişen toplumsal tepkinin tonu ve dozu iktidar blokunda da başkaca ve önemli etkiler üretecek. İktidarı oluşturan zihni koalisyonda çok önemli ayrışmaların yaşanması ihtimali bana kalırsa son derece düşük. Hala bu zihni koalisyonu bir arada tutan siyasi, ekonomik, askeri ve ahlaki birliktelikler geçerli. O nedenle kısa vadede büyük bir kopuş, yer değiştirme ya da erken seçim gibi kararlar beklemek mümkün görünmüyor. Ama anlaşılan o ki Bahçeli ortağını bir hasar tespit görüşmesine davet ediyor.

Elbette yakın zamanda yaşayacaklarımızı etkileyecek bölgesel ve küresel dinamikler var ve siyasi zeminde olabilecekler en az yaşanılan toplumsal tepki kadar siyasi zemini ve aktörleri de etkileyecek. 

 

İktidarın ardındaki zihni koalisyonun diğer ortakları ise (MHP, milliyetçiler ve adlarını bilmediğimiz ama zihnen devletin bekası üzerinden meselelere bakan bazıları siyasetçi bazıları bürokrat, teknokrat insanlar ve sivil uzantıları) genel olarak meselelere devletin bekası, güvenlik, küresel ve bölgesel dinamiklere karşı devleti güçlendirmek üzerinden bakıyor. Yönetilemeyen sorunlar biriktikçe, ekonomik buhran sürdükçe, merkezileşmenin ürettiği keyfiliklerin çoğalttığı toplumsal hoşnutsuzluklar arttıkça bu kanat bazı hamlelerle iktidara yön vermeye çalışıyor.

Açılım meselesinin de böyle gündeme geldiğini sanıyorum. Bir yandan Öcalan’a Meclis’te konuşma çağrısı, diğer yandan kayyum atamaları gibi süreçteki çelişik görünümlü hamlelerin faillerinin iktidarın farklı ortakları olduğu anlaşılıyor. Öte yandan sürecin geldiği noktada da şimdilik ortaklar arasında bir uzlaşma olduğunu söylemek mümkün. Hele Sırrı Süreyya Önder’in sağlığı konusunda hükümet kanadının çabalarına, iktidar medyasının Önder haberlerinin tonlamalarına bakarak bu uzlaşmanın şimdilik sağlandığı görülüyor. Yine de son düzlükte, hukuki düzenlemeler yapma zorunluğu ve iktidarın hamle yapma gerekliliği doğduğu anda Erdoğan’ın ne yapacağını kestirmek şimdilik zor.

İmamoğlu operasyonu da böyle gelişti denebilir. Ahmak davası kararları onaylanırsa siyasi yasak kapsamına girecek, diploma iptali kararı onaylanırsa aday olamayacak İmamoğlu’na ve ekibine hoyratça operasyon çekildi. Üç koldan, üçü de yargı kararlarıyla İmamoğlu’nu sahneden indirme gayretine bakarak önümüzdeki seçimlerde İmamoğlu’nun şansının ne olduğunu, iktidarın İmamoğlu’na kaybetme ihtimalini satın aldığını anlamak mümkün.

İktidar kanadı operasyonun iki gerekçesini ve iki ayağını anlattı kamuoyuna, “kent uzlaşısı ve teröre destek” ile “yolsuzluk için örgüt oluşturmak”.

Bunca medya desteği, troller ve operasyonel haberler, sözcüler, anlatılara karşın toplum iktidarın anlattığı İmamoğlu hikayesine inanmadı. Uzun süredir zayıflamakta olduğunu gözlediğimiz, iktidarın toplumsal algıları yönetme, yönlendirme kapasitesinin İmamoğlu operasyonunda tümüyle yok olduğunu, çalışmadığını gördük.

Bunun birden fazla nedeni var. Birincisi iktidarın algıları yönetme konusundaki en büyük kapasite ve aygıtlarından olan medya üzerinden gündemi belirleme, siyasi alanı çerçeveleme politikalarının sözcülerinin, ekran yüzlerinin, köşe yazarlarının inandırıcılıklarını kaybetmiş olmaları. Kendileri ve iktidardaki destekçileri ne kadar farkındalar bilinmez ama sahiciliklerini yitirdiler. Habercilik ve yorumculuktan öte tutturdukları kutuplaştırıcı dil, bilim ve etik dışı pozisyonlar nedeniyle böyle. Analiz ve yorum yerine aktivistlik yaptıkları için böyle. Habercilik değil dedikoduculuk yaptıkları için böyle. Daha da önemlisi hemen tüm ekranlarda ve köşelerde aynı 30 kişinin, hemen her farklı olayda aynı kelimeler ve açıklamalarla Erdoğan yanlısı pozisyonlanmalarına toplum doydu. Daha da vahimi muhalif görünen çokça yazan konuşanın da tarzını etkilediler, birbirlerini çoğalttılar.

İkincisi ve asıl önemlisi ise bu kez operasyonun öznesi İmamoğlu’ydu. İmamoğlu’nun siyasi pozisyonu, kullandığı dil ve söylemlerinin, Erdoğan’a ve adaylarına karşı üç kez seçim kazanmış olması gibi birçok nedenle toplumda önemli bir karşılığı var. Muhalif seçmen gözünde Erdoğan ile rekabete girecek ve kazanma umudu yüksek bir siyasetçi. İmamoğlu’nun çok daha önemli özelliği şu; yalnızca muhalif seçmen ona bakmıyor. İktidar yandaşlığı karşıtlığı kutuplaşmasındaki yandaşların, muhafazakâr seküler yaşam biçimi geriliminde muhafazakarların, Türk Kürt kültürel geriliminde Kürtlerin kulak verdikleri, gözlerini çevirdikleri bir siyasetçi. Üstelik muhalif seçmenin gözünde Erdoğan’a karşı kazanma umudunu en yüksek seviyeye taşıyan siyasetçi.

Böyle bir siyasi figüre, ahmak davası, diploma iptali çabaları yürürken yapılan operasyonun sahici delillere yaslanmadığı daha ilk günden anlaşılınca iktidarın hikayesini toplum satın almadı.

 

Motivasyonları farklı olsa da tepki ve itirazları ortak yığınlar meydanlarda

Aksine beklenmedik biçimde toplumun önemli bir kesimi imza atarak, dayanışma sandıklarında oy vererek, mitinglere katılıp meydanlara çıkarak tepkisini açıkça gösterdi. Veri Pusulası bulgularına göre araştırma katılımcılarının yüzde 69’u İmamoğlu’nun tutuklanması ve çevresinde gelişen olaylarda devletin tavrını “keyfi ve adaletsiz” olarak değerlendirdi. Cumhurbaşkanı adaylığı ön seçiminde 1.878.149 CHP üyesinden 1.654.651 üye oy kullandı. Yaklaşık 62 milyon seçmenin 13.844.070’i dayanışma sandıklarına İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı için arzu ve irade beyan etti.

Yaşanan sürecin değerlendirilmesi sorulduğunda, toplumun yüzde 65’i İmamoğlu’nun tutuklanması ve çevresinde gelişen olayları hükümetin muhalefete baskı kurma girişimi olarak tanımladı. Toplumun yüzde 61’i ülkedeki demokrasi ve hukukun üstünlüğüyle ilgili daha da olumsuz düşünmeye başladı.

Tüm araştırmalarda kabaca toplumun üçte ikisinin gidişattan ve güncel gelişmelerden son derece rahatsız olduğunu gördük. Öte yandan rahatsız ve tepkisini gösteren milyonların siyasi kimlik ve pozisyonlarının, tercihlerinin monolitik olmadığını da gördük. Farklı kesimler farklı dürtülerle meydanlara çıktılar.

Saraçhanedeki gençlerle diğer kalabalıklar da Yozgat’ta meydana inen çiftçiler de… İlk kez meydanlara çıkan üniversite gençliği de lise gençliği de farklıydı. Kimi hayat pahalılığından, kimisi işsizlikten, kimisi özgürlüğünü kaybetme korkusundan kimisi geleceksizliğine ve çaresizliğine itirazdan tepkilerini gösterdiler.

Veri Enstitüsü’nün araştırmasına göre, ülkedeki demokrasinin işleyişinden memnunum diyenler yüzde 18, “metropolün karamsar gençleri” adını verdiğimiz sosyolojik kümede ise daha da vahim yüzde 8 oranında.

Genel olarak hayatından memnun olanlar toplum genelinde yüzde 36 ama metropolün karamsar gençlerinde yalnızca yüzde 12.

Türkiye’de hayat şartları 5 yıl sonra daha iyi olacak diyenler yüzde 27, metropolün karamsar gençlerinde ise yalnızca yüzde 4. Evet, yanlış yazmadım, metropolün karamsar gençleri adını verdiğimiz kümenin gelecek 5 yıldan umutlu olanları yalnızca yüzde 4.

‘Benim hayat şartlarım 5 yıl sonra daha iyi olacak’ diyenler yüzde 35, metropolün karamsar gençlerinde yüzde 9 oranında.

Son haftalarda gündeme gelen doğum oranları tartışmalarına ışık tutması için not edelim. ‘İnsanlar ekonomik durumları iyi değilse çocuk yapmamalıdır’ diyenler yüzde 51, metropolün karamsar gençlerinde yüzde 65. Toplumdaki bazı demografik değişimlerin nedenleri arasında artık ülkenin gidişatına dair algılar da var. Evlenme yaşı geriliyor, 30’lara doğru geliyor, çocuk sahibi olma yaşı geriliyor, 35 yaşa doğru geliyor. Bunun nedeni kentleşme, ekonomik koşullar, ilişki biçimlerinin değişmesi kadar siyasi iklimin ürettiği gerilimler, çatışmacı ve belirsizlik esaslı ortam ve geleceğe güvensizlik de aynı zamanda.

Bunlar ve daha birçok nedenle, toplumun farklı birçok kesimi tepkisini dışa vuracak biçimde hareketlendi. Bu toplumsal hareketlenmenin siyasi aktörleri ve siyasi zemini etkileme potansiyelinin oldukça güçlü olacak.

Bu hareketlenmelerin ilk bakışta İmamoğlu ve CHP üzerindeki etkilerinin oldukça önemli olacağı kuşkusuz ama öte yandan iktidar bloku ve ülkenin birçok meselesinde de güçlü etkileri olacağını söylemek mümkün.

Örneğin ekonomideki buhranı aşmak için uygulanmaya çalışılan programın artık başarı şansı olmayacak.

İktidarın bir kanadının iktidarını sürdürebilmek için nereye kadar hoyrat ve cüretkâr politikalara, uygulamalara yönelebileceği bir kez daha deneyimlenmiş oldu. Ekonomik zeminde ve finansal piyasalarda inandırıcılığı kalmamış bir programla nereye kadar gidilebilir, normal seçim tarihine kadar ekonomi ve asıl insanlar, haneler ne kadar dayanabilirler belli değil.

Öte yandan bu koşullarda iktidarın erken seçim kararı alabileceğini beklemek de gerçekçi değil.

Tam da bu nedenle Bahçeli’nin ve MHP’nin açıklamalarını ve hedefini anlamak önemli. Bahçeli’nin önceliği hala PKK’nın kendini feshetmesi ve ardından yapılacaklar. Yanı sıra Anayasa değişikliğiyle devletin daha da güçlendirilmesi ve bugünkü sistemin tahkimi.

Bahçeli İmamoğlu operasyonunda anlatılan hikayeyi toplumun satın almadığını da görmüş olabilir ama asıl terörsüz Türkiye hedefine olası olumsuz etkilerini önemsemiş görünüyor. Dolaylı uyarıları sonrası nitekim operasyonun kent uzlaşısı bacağı gündemden düşürüldü. Medyada inandırıcılığı kalmamış bazı isimlere uyarılar usulünce yapıldı.

Kamuoyuna yansıyan açık veya dolaylı tartışma ve açıklamalardan anladığımız İmamoğlu operasyonun arkasından gelişen toplumsal tepkinin tonu ve dozu iktidar blokunda da başkaca ve önemli etkiler üretecek. İktidarı oluşturan zihni koalisyonda çok önemli ayrışmaların yaşanması ihtimali bana kalırsa son derece düşük. Hala bu zihni koalisyonu bir arada tutan siyasi, ekonomik, askeri ve ahlaki birliktelikler geçerli. O nedenle kısa vadede büyük bir kopuş, yer değiştirme ya da erken seçim gibi kararlar beklemek mümkün görünmüyor. Ama anlaşılan o ki Bahçeli ortağını bir hasar tespit görüşmesine davet ediyor.

Elbette yakın zamanda yaşayacaklarımızı etkileyecek bölgesel ve küresel dinamikler var ve siyasi zeminde olabilecekler en az yaşanılan toplumsal tepki kadar siyasi zemini ve aktörleri de etkileyecek.