Önceki gün öğle yemeğinde, Türk iş dünyasının yakından tanıdığı birkaç isimle birlikteydim.
İçlerinden biri, önemli bir grubun çok üst düzey yöneticisi olan, uzun bir Çin seyahatinden yeni dönmüştü.
ABD ile Çin arasındaki ticari gerilimi takip edenler olarak, Trump’ın kararlarının Çin tarafında nasıl bir tepki yarattığını merak ediyorduk.
Bu konudaki izlenimlerini anlatmasını rica ettik.
Çin’in toplam ihracatındaki ABD payı yaklaşık yüzde 15’ti ve yarı iletkenlere, telefon ve diğer elektronik ürünlere getirilen istisnalarla etkileme oranı yaklaşık yüzde 10’a düşmüştü ve Çin büyüyen iç pazarı sayesinde ABD’nin koyacağı engellerin öldürücü bir sorun haline geleceğine inanmıyordu.
Hatta genel hava bu işten daha çok zarar görenin ABD tarafı olacağı için, bu ticaret savaşının çok uzun sürmeyeceği şeklindeydi.
Yönetici dostumuzun izlenimi bu şekildeydi.
Ancak çok daha önemli bir mesele anlatmak istediğini söyledi.
“Yıllardır yurt dışında bazen iş yaptıklarımızla, bazen yatırımcılarımızla görüşmeler yaparım. İlk kez ülkem adına bu kadar utandım” dedi.
Şaşırdım. Yıllardır tanırdım ve genelde iyimser ve Türk olmaktan gurur duyan bir tavrı vardı.
“Nasıl yani” dedik ister istemez.
“Evet utandım. Ülkem adına, ülkemin yönetimi adına utandım. 40 yıldır yurt dışı ile iş yaparım. Türkiye’nin imajının bu kadar kötü olduğu bir dönem ve bunun bu kadar açık söylendiği bir ortam görmedim. Öyle Avrupalı ukalalığı falan da değildi. Çin’den bahsediyoruz ve Çin’de Türkiye’ye yönelik o kadar olumsuz bir algı oluşmuş ki, anlatamam.” dedi ve anlattı.
Ben açıkçası Ekrem İmamoğlu, hukuksuzluk falan gibi konulara gireceğimizi düşündüm.
“Elbette onlar da var. Türkiye’nin giderek daha hukuksuz bir ülke olmasından rahatsız olmuşlar belli. Neler olduğunu bize de sordular. Ama aslında kibarlıktan sorduklarını düşünüyorum. Olan biteni gayet iyi biliyorlar ve izliyorlar. Türkiye’de gördükleri hukuksuzluktan daha da vahim bir şey sanki. Hem hukuksuzluk hem de tutarsızlık görüyorlar. Dümeni kopuk bir gemi olduğumuzu, ne nereye gittiğimizin, ne hangi limana yanaşacağımızın belli olduğunu düşünüyorlar.”
Güldüm.
“Biz de öyle düşünmüyor muyuz?” dedim.
“Sizle aynı bakış değil Çinlilerinki. Onlar hukuksuzluğun bile bir hukuk türü olduğunu düşünürler. Yıllardır çalışırım. Bilirim. Türkiye’de bunun bile olmadığı kanaatindeler. Keyfilik, başı boşluk görüyorlar. Ne yapacağını bilmeyen bir ülke görüyorlar. Yönünü tayin etmemiş, edemeyen bir ülke görüyorlar. Güvenilir bir partner olmadığımızı düşünüyorlar. Siyaseten ne yapacağını bilmeyen ve oradan oraya savrulan bir anlayışa sahip olduğumuzdan eminler. Çok üzüldüm ve şunu gördüm. Çin artık Türkiye’ye yatırım falan yapmaz. Sermaye getirmez. Biz hep Çin’in Avrupa Birliği’ne atlama taşı olarak Türkiye’yi kullanacağını, Gümrük Birliği’nden ötürü avantajlı olduğumuzu düşündük. Bu yüzden çok sermaye geleceğine inandık. Ama şunu söyleyebilirim. Türkiye bugünkü yönetim anlayışına sahip olduğu müddetçe Çin’den artık tek kuruş yatırım gelmez. Bunu izlenim olarak söylemiyorum. Net bilgi olarak söylüyorum.” dedi.
“Ama daha yeni BYD Türkiye’de üretim için anlaşma yaptı. 1 milyar dolarlık yatırım yapmaya hazırlanıyor. Keza bir başka Çinli otomotiv üreticisi Cherry de Türkiye’de yatırım yapmayı planlıyor” diyecek olduk.
“Otomotiv, uzmanı olduğum alan değil ama şunu söyleyebilirim. BYD geri dönülmeyecek noktada ise fabrikasını kuracaktır. Geri dönüşü varsa bence vazgeçer ya da sınırlı bir yatırımla kalır. Cherry’nin ise geleceğini hiç zannetmiyorum. Şundan eminim. Çin artık Türkiye’ye yatırım yapmaz. Doğu Avrupa ülkelerini tercih eder. Benim bunca yıllık tecrübem bunu gösteriyor” dedi.
Moralimiz bozuldu.
Sonrasında Japonya’ya da uğramıştı.
“Bari Japonya’dan iyi bir haber ver” dedik.
“Keşke verebilsem. Biliyorsunuz Japonya Türkiye’ye asla vize uygulamayan bir ülkeydi. Şimdi onlar da Türkiye’ye vize koymayı düşünüyorlarmış. Çünkü Türk pasaportu satın almış pek çok kişi Japonya’nın kapısına dayanınca rahatsız olmuşlar. Vize koyup koymamayı tartışıyorlar” dedi.
Allahtan işim olduğu için yemeği erken terk ettim.
Biraz daha otursam masadan ağlayarak kalkardım herhalde.
Yapay zeka, AKP ve gençler
Cumhurbaşkanı Erdoğan, gençlerin niye AKP’den uzak durduğunun, niye AKP’ye oy vermeyi düşünmediğinin araştırılmasın istemiş ya.
Ben de “Araştırmasına gerek yok. Etrafına şöyle bir baksa anlar” diyorum ya.
Dün bunun somut bir örneğini daha gördük.
AKP’nin önemli isimlerinden, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş dün Ankara’da Bilim Üniversitesinde, Verimlilik ve Teknoloji Fuarı’nda yaptığı konuşmada aynen şunları söyledi:
“Yapay zekaya her türlü şeyi öğretebiliyoruz da yapay zeka gözyaşının değerini biliyor mu? Yapay zeka bir özür dilemenin ne anlama geldiğini anlayabiliyor mu? Yapay zeka, sevincin kederden nasıl ayrılabileceğini bize anlatabilir mi?
Dolayısıyla insanın yerine geçmesi planlanan yapay zekanın asla insanın yerine geçemeyeceği de önemli bir gerçektir.
Bunun için çok tehlikeli olarak, özellikle yeryüzünde devam eden şeytani bir oyunun parçası olan ‘insansızlaştırma’ sürecinin bir aracı olarak yapay zekanın kullanılmasına müsaade etmemeliyiz.”
Bütün dünya yapay zekayı konuşuyor. Gençler ellerindeki telefonlarla, kucaklarındaki bilgisayarlarla sürekli yapay zeka uygulamaları ile temas halindeler. Ödevlerini yapay zekaya yaptırıyor, sorunlarını yapay zeka desteği ile çözmeye çalışıyor, işlerinin bir bölümünü yapay zekaya devretmenin sağladığı kolaylıklardan yararlanıyor, gelecekte yapay zekadan yararlanabildiğimiz oranda zenginleşip, gelişebileceğimiz konusunda hemen hemen herkes hemfikirken Türkiye’nin geleceğine şekil vermesini umduğumuz bir Meclis’in AKP’li başkanı, üstelik de profesör ünvanlı başkanı yapay zekayı “şeytani bir oyunun parçası” olarak görüyor ve bunu bir teknoloji fuarında, Bilim adlı bir üniversitenin kürsüsünde söylüyor.
Nobel, yapay zeka alanında çalışan bilim insanlarına verilirken, profesör Emre Onur Kahya, üniversiteye ara verip, ikinci doktorasını yapmak için Nobelli bilim insanlarının yanında iki yıl geçirmeyi göze alıp, bilgisini paylaşmak için Türkiye’ye geri dönmüşken, en hızlı gelişen şirketler yapay zeka üzerine yatırım yaparlarken, yapay zeka için uygun çipler ürettiği için Nvidia dünyanın en değerli şirketi haline kısa sürede gelirken, Türkiye’yi yöneten ve sonsuza kadar yöneteceğini zanneden partinin söylemine bakın.
Sonra “Gençler bize niye oy vermiyor?”
Boş verin gençleri falan.
Siz oturun kalkın bu kafa ile ihtiyarlardan hâlâ oy alabildiğinize dua edin.
Türkiye’yi şadettiniz sıra Suriye’de
AKP gençlerden niye oy alamıyor sorusuna bir yanıt daha verelim.
Bürokratı bile evinde 26 kilo altın, 2 milyon dolar para, onlarca banka hesabında yüz milyonlarca lira ile yakalanan Ulaştırma Bakanı Uraloğlu Suriye’de internet altyapısı kuracaklarını açıkladı.
Ben de “Yuh” dedim.
Ben “Yuh” dediysem gençlerin ne dediğini tahmin etmek zor değil.
Biliyoruz ki, Türkiye dünyanın en kötü internet altyapılarından birine sahip.
Hız olarak bırakın gelişmiş ülkeleri, gelişmemiş ülkelerin bile altında.
Birkaç Afrika ülkesi ile eş düzeyde.
Üstüne üstlük de dünyanın en pahalı internet hizmetlerinden birini alıyoruz.
Hem kalitesiz hem pahalı.
Bu işleri denetlemesi gereken BTK yöneticilerinin bazıları, AKP’nin üzerine çöktüğü bazı Telekom şirketlerinin yönetiminde de yer aldığı için ortada bir rekabet ortamı da oluşamıyor.
İnternet altyapı yatırımını kamu yapmıyor, özel sektörün yapması için izin vermesi gerekenler yatırım yapmayan şirketlerin yöneticisi oldukları için bu izinleri de vermiyorlar.
Sonra da ilgili bakanlığın ilgisiz bakanı çıkıp “Suriye’ye internet altyapısı yapacağız” diyor.
Ben “Yuh” diyorum.
Gençler ise yanıtı sandıkta veriyor. Uraloğlu gibilerin anlayacağı dilden “Dur” diyerek.
Kurban Bayramı arifesi
Bahçeli’nin bulmaca gibi konuşmalarla verdiği mesajların ne manaya geldiğini yapay zeka çözebilir mi bilmiyorum ama hepimizin doğal zekalarımızla bu sözlerin arkasındaki gizli anlamları bulabilmek için epey bir enerji harcadığımızı biliyorum.
Öyle ki, geçen gün yolda çeviren bir okur, Bahçeli’nin bir Michael Jackson klibi izlenimi veren son videosunda, arka plandan geçen sarı taksinin hangi anlama geldiğini sorunca gülmeden duramadım.
MHP liderinin son iki açıklaması da arkadan geçen taksi kadar kafa karıştırıcı idi.
Önce “Galiba Ekrem İmamoğlu’nun tutuklu yargılanmasından rahatsız” dedik.
İki gün sonra yaptığı açıklama ile ise tam tersi bir izlemine kapılıp, “Acaba AKP ile yeniden anlaştı ve İBB’ye kayyım atanması için onay mı verdi?” diye düşünmeye başladık.
Çünkü son günlerde Ankara’da, özellikle de AKP çevrelerinde ya da AKP’ye yakın medya çevrelerinde, “Kurban Bayramı” diye bir söylemdir dolaşıyor.
“Kurban Bayramı arifesinde İstanbul’da çok önemli şeyler olabilir” diye bir dedikodu yayılıyor.
Tabii herkesin aklına da İBB’ye kayyım atanması olasılığı geliyor.
Hatta bazıları “Ekonominin daha iyiye gitme olasılığı giderek zayıfladığı için İstanbul’u kontrol altına aldıktan sonra bir erken seçim bile gündeme gelebilir” diyorlar ama doğrusu ben buna hiç ama hiç ihtimal vermiyorum.
Çünkü İmamoğlu’nun diploma iptali meselesi hâlâ sonuçlanmış değil. Diplomayı bir türlü yasal olarak iptal edemiyorlar.
Diğer davaları da hâlâ sonuçlanmadığı için aday olma hakkını hâlâ koruyor.
Bence AKP İmamoğlu’nun aday olarak karşılarında görmeyi göze alamaz.
O yüzden senaryonun bu bölümü inandırıcı değil.
Diğer bölümünde ise bayrama şunun şurasında ne kaldı ki!
Arifesine ondan da bir gün azı.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Gençlerin gericilik değil ilericilik beklediğini anladığımız zaman.