Annan planı
Hatırlanacağı gibi Kıbrıslı Rumların, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Annan tarafından Türk ve Rum halklarına AB’ye üye olmak için sunulan “Kapsamlı Çözüm Planı" önerisi, Nisan 2004 yılında adada iki toplum arasında yapılan referandumda Türkler tarafından kabul edilmesine fakat Rumlarca reddedilmesine rağmen GKRY’nin 1 Mayıs 2004’te üyeliğe kabul edilmesi, Türklerin ise bu haksızlığa ilaveten, bir de ticaret ambargosuna maruz bırakılması Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de barış umutlarının tabutuna mıhlanan son çivi olmuştu. Bu arada yine hatırlanacağı gibi o tarihlerde de AB üyeliği için geçerli olan bir koşul da aday ülkenin tam üyelik statüsü kazanabilmek için önce komşularıyla, eğer varsa, siyasî sorunlarını çözme zorunluluğu idi. Bu koşul AB’nin bizzat kendisi tarafından getirilmişti.
Üye ülkelerin AB’yi kendi politikaları için bir baskı aracı olarak kullanmaları
Yunanistan, Doğu Akdeniz ve Ege’de Türkiye ile mevcut siyasî sorunlarını çözmeye teşebbüs etmeksizin altı yıl devam eden müzakere sürecinden sonra, AB’nin kendi koyduğu koşulları yine kendisine çiğneterek 1 Ocak 1981’den itibaren birliğe üye oldu. Yunan diplomasinin başarısını ortaya koyan ve aynı zamanda AB üyesi ülkelerin çifte standardını da gösteren bu başlangıç, Schuman, Monnet, Spinelli gibi kurucu babalarının görüşlerini geçersizleştiriyordu. Çünkü adı geçen devlet adamları Avrupa Birliği'nin, her bir üyesinin kendi ulusal çıkarını koruma amacıyla değil Avrupa’nın barış, istikrar ve refahı idealine hizmet için kurulduğunu savundular. Ne var ki ileriki yıllarda sırf Yunanistan değil üye ülkelerin hemen tamamı, bu ideali bir tarafa bırakarak birliği kendi ulusal çıkarlarının bir baskı aracı olarak kullanma yolunu seçtiler.
Kıbrıs sorunun temelinde ada Türklerinin yaşam haklarının korunması yatar
Tabii ki Kıbrıs sorunu, BM Genel Sekreteri Annan’ın “Kapsamlı Çözüm " önerisinin Nisan 2004 yılındaki referandumda Türkler tarafından kabul edilmesine rağmen Rumlarca reddedilmesiyle başlamadı. Kıbrıs sorununun temelinde ada Türklerinin yaşam haklarının korunması ve adadaki Türklerin ve Rumların ve her birinin ana vatanları Türkiye ve Yunanistan arasında Doğu Akdeniz’de 1960’ta uzun vadeli bir barış ve iş birliğinin sağlanması için kurulan siyasî eşitlik dengesinin Yunanistan tarafından yıkılmaya kalkışılması yatar. Hatırlanacağı gibi bu denge aslında Lozan’da 1923’te kurulmuş; Zürih ve Londra Antlaşmaları ile 1959 ve 1960’ta Kıbrıs bağlamında teyit edilmişti. Ancak Kıbrıslı Rumlar bu dengeyi 1963’te silah zoruyla kendi lehlerine yıkmaya teşebbüs ettiler (*Kıbrıs’ta Unutturulmak istenen Yakın Geçmiş T24-27Mart 2025 ). "Kanlı Noel" diye anılan bu teşebbüs Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’de barış ve istikrarı bugüne kadar tehdit eden çözülmeyecek bir sorun haline getirdi.
Yunanistan’ın genişleme emelleri
Yunanların çoğu, 1821- 1829 Yunan Bağımsızlık Savaşı'nın hâlâ devam ettiğine inanırlar. Bu görüş, Kilise ve sağ siyasî çevrelerde bugün dahi savunulur. Atina’da göreve gelen hemen her hükûmet, fırsat bulduğu ölçüde antlaşmaları ihlal etme pahasına emrivakilerle bu yönde adımlar atmıştır. Örneğin 12 Ada'nın silahlandırılması, Ege’de uluslararası hava sahasının sahiplenilmesi gibi teşebbüsler hatta Yunanistan’ın mevcut sınırları dışında bulunan bazı tarihî toprakların ülkenin yeni güvenlik stratejisinin kapsamında görülmesi gibi, şimdi resmî ağızlarca pek tekrar edilmeyen beyanlar zikredilebilir.
AB içinde iki Yunan Devleti
Bu tür davranışlar Yunanistan’ın topraklarını genişletme emellerine ışık tutar. Nitekim Yunanistan 1981’de AB üyelik statüsünü kazanmasından itibaren bu statüsünü genişleme emellerine hizmet için daha ciddi bir kararlılık ve etkinlikle kullanmaya başlamıştır. GKRY ise Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında 2004’te AB’ye üye olur olmaz bu kez Yunanistan’ın, Avrupa’da Türkiye’nin çıkarları aleyhindeki diplomasisinin ve etkinliğinin Birlik içinde adeta iki Yunan devletinin gücüne eşit düzeyde arttığını görüyoruz. AB’de üye ülkelerin kendi çıkarları açısından önem taşıyan konuları birbirleriyle taviz pazarlıklarında kullanmalarına imkan veren çalışma yöntemleri sürdükçe Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında GKRY, Türkiye’nin çıkarlarını hedef alan çabalarını yoğunlaştırmayı sürdürecektir. Dolayısıyla 4 Nisan 2025 tarihli AB - Orta Asya Cumhuriyetleri Semerkant Zirvesi'ndeki benzeri hamlelerle önümüzdeki dönemlerde sık sık karşılaşacağımıza muhakkak nazarıyla bakabiliriz.
Türk Devletleri Teşkilatı üyesi devletlerin GKRY’ye büyükelçi atamaları
Türk Devletleri Teşkilatı üyesi olan Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın, KKTC’yi tanımazken Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne Büyükelçi atamaları Ankara’da beklenmedik bir gelişme oldu. Prof. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş, bu konuda yazdığı makalesinde (*) AB’nin Ukrayna savaşıyla başlayan alternatif enerji kaynaklarına yönelik arayışlarının da bu süreci tetiklediğinin tahmin edildiğini; ancak en önemli etkenin tabii ki AB’nin Orta Asya devletleri ile ilişkilerini “stratejik ortaklık” seviyesine yükseltme kararı olduğunu ifade ediyor. Prof. Bozkuş ayrıca AB Konseyi’nin, 4 Nisan 2025 tarihli Birinci AB-Orta Asya Zirvesi’nde Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan ile iş birliklerini “stratejik ortaklık” seviyesine yükseltme kararı aldığını ve AB’nin “stratejik ortaklık” kapsamında 5 Orta Asya ülkesine 12 milyar Euro yatırım yapacağını açıklamasının da bu devletlerin yüzünü Batı’ya çevirmesinde önemli bir faktör olduğunu vurguluyor.
Prof. Bozkuş, bu gelişmeyi AB ile Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın ilişkileri açısından aydınlatıcı bilgi ve görüşleriyle değerlendiriyor. AB’nin bu hamlesinin Türkiye dış politikası açısından değerlendirecek olursak bu konuda aşağıdaki düşüncelerimize yer vermek uygun olabilir:
AB'nin Yakın Komşuluk Politikası
Bilindiği gibi Birlik, 2007 tarihli Lizbon Zirvesi'nde yürürlüğe koyduğu AB Yakın Komşuluk Politikası'nı, Ukrayna ve Gazze savaşlarına, uluslararası ticarette Başkan Trump’ın göreve başlamasıyla patlak veren dünya gümrük krizlerine rağmen, Lizbon’da planlandığı şekilde, muntazaman uyguluyor. AB şimdiye kadar AB ile coğrafi yakınlık paylaşan 16 devletle ilişkilerini “tam üyelik” hedefinden bahsetmeden düzenleyerek AB’nin barış, ekonomik iş birliği ve demokrasi gibi temel ilkelerinin tüm kıtayı kapsayan geniş Avrupa Birliği'ne yerleştirilmesi idealini gerçekleştirme hedefini güdüyor. Avrupa Yakın Komşuluk Politikası, biri Güney’de Akdeniz boyutu (Barcelona süreci) ile; diğeri ise Doğu Avrupa’da, Doğu Partnerliği adı altında Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Ukrayna ve Belarus’u kapsıyor. Belarus, 2021’de AB’nin Doğu Ortaklığı’ndan çekildiğini bildirdi. Ukrayna ve Moldova AB’nin genişleme politikası içinde ilerleme kaydetme yolunda girdi. Gürcistan ise AB’ye aday ülke olarak kabul edilmiş olsa da ülkedeki son siyasî gelişmeler nedeniyle sıkıntılı bir konumda.
AB'nin Birinci Orta Asya Zirvesi
AB’nin, Birinci Orta Asya Zirvesi adı altında Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan ile Semerkand’da yaptığı toplantı ise Avrupa’nın barış, ekonomik iş birliği ve demokrasi gibi temel ilkelerini ile defa olarak Kafkasya’nın doğusuna götürme yolunda attığı yeni bir adım olarak nitelendirilebilir. Bu adımın hedefine ulaşıp ulaşamayacağı konusunda bu aşamada bir tahminde bulunmak için zaman tabii erkendir. Ancak AB’nin uluslararası düzenin halihazır karışıklığı ve güvensizliği içinde bu çapta bir teşebbüse kalkması Birliğin sahip olduğu geniş vizyonu kanıtladığını da kabul etmek gerekiyor.
“Yeni bir çağın kapısını aralamak”
Gerçekten de Prof. Özkuş yukarıda değindiğimiz makalesinde “AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen’in Orta Asya devletlerinin AB ile yakınlaşarak “yeni bir çağın kapısını aralamak” istediğini, böylece AB’nin “yeni Orta Asya stratejisinde” kendine enerji, ulaşım, sanayi ve ekonomi rekabetinde yer edinmeyi planladığını ve aynı zamanda, "uzun vadede Rusya ve Çin’e yönelik mevcut bağımlılıklarından ve içinde bulunduğu jeopolitik rekabetten de kurtulmak istiyor” dediğini hatırlatıyor.
Bir taşla iki kuş vurmak
Birinci AB-Orta Asya Zirvesi’nde Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında aslında Türkiye’nin GKRY olarak tanımladığı bir yönetimde Büyükelçilik açmaları konusuna gelince bu gelişmenin, Türk Devletleri Teşkilatı üyesi olan Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın ülkemizle ilişkileri arasında en azından şimdilik bir mesafe yarattığı aşikar görünüyor. Bu sonuç 1981’de AB üyesi olan Yunanistan’ın ve 2004’te Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında GKRY’nin de üyelik statüsünü elde etmesiyle birlikte her ikisinin AB içinde temel hedeflerinin bu üyeliklerinin kendilerine sağladığı diplomatik imkanlar sayesinde Türkiye çıkarlarının karşısında durmak olduğuna yukarıda değinmiştik. Gerçekten de bu kez Birinci AB-Orta Asya Zirvesi vesilesiyle Yunanistan ve GKRY, hem öteki AB partnerleriyle birlikte von der Leyen’in dediği gibi AB’nin, “yeni Orta Asya stratejisinde” kendilerine bir yer edinmekte ve hem de Türk Devletleri Teşkilatı üyesi olan Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın, KKTC’yi tanımak şöyle dursun, Güney Kıbrıs’a Büyükelçi atamak suretiyle Türk milletiyle Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasındaki güven duygularında bulanıklık yaratılmasına sebep olmakta. Bu sonuç, Yunanistan ve GKRY ikilisinin adeta bir taşla iki kuş vurmuş olması atasözünü akla getiriyor.
Bu örnek olay, Kıbrıs Cumhuriyeti adı altındaki GKRY ve Yunanistan’ın, AB politikalarını, örtülü fakat etkili şekilde yönlendirme kapasitesi sahip olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Dolayısıyla, dış politikamızın oluşturulmasında ve uygulanmasında AB diplomasisini bu açılardan da yakından izlememiz yararlı olabilir.
(*) “Üç Türk Devleti Neden Güney Kıbrıs’a Büyükelçi Atadı”, Prof. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş, Fikir Turu.