Son 100 yıl önce kurulan devletlerin hemen tamamı şimdi haritadan silinmişken, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu tarihte sahip olduğu 783,562 km² yüz ölçümünden bir karış bile bir toprak kaybetmedi.
Yok olan devletler
Türkiye Cumhuriyet’inin doğduğu 1923’te kurulan devletlerin hemen tamamı, bugüne kadar büyük imparatorlukların bile dağıldığı veya çeşitli büyüklükteki ulus devletlerin toprak kaybına uğrayarak tamamen yok olduğu bir dönemi yaşadı. Her ülkenin yıkılmasının farklı sebepleri olabilir ancak özü itibari ile iç barışını sağlayamamak ve uluslararası dengelere uygun hareket edememek bu nedenlerin özü olarak karşımıza çıkıyor.
Bu dönemde hayata geçen devletler arasından sadece Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu 1923’ten bugüne kadar geçen 102 yıl içinde karşı karşıya kaldığı iç ve dış tehditlere, bölgesel ve küresel savaşlara, hatta nükleer silahların kısmen kuIIanıldığı II. Dünya Savaşı'na rağmen, kurulduğu tarihte sahip olduğu yüz ölçümünden hiçbir toprak kaybına uğramadı.
Tek yol
Türk Milleti bu sonucu, XX. yüzyılın başlarında Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde tüm dünyaya karşı inanılmaz fedakarlıklarla kazandığı istiklal savaşı sayesinde ve bu savaş akabinde halk iradesine dayalı olarak kurduğu laik, egemen ve bağımsız modern Cumhuriyetinin oluşturduğu alt yapısı sayesinde elde etti.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren hurafelere değil, müspet ilime dayalı eğitim politikası benimsedi. Bu politikasını, bugün hala içinde bulunduğumuz “Feodal Düzen”e son verebilecek etkili tek yol olan Köy Enstitüleri deneyimiyle ete kemiğe büründürdü. Laiklik kavramına, dini ve mezhepsel inançlarla kişisel siyasetin birine karıştırılmaması anlamında açıklık getirerek her iki kavramın kendi içinde tutarlılık ve saygınlığını korumaya özen gösterdi.
Özetle tekrarlayacak olursak; ”laiklik” iç yönetimimizde olduğu gibi, dış politikamızı ilgilendiren alanlarda da kararların dini ve mezhepsel akidelere göre değil, ülke çıkarlarının gözetilerek alınmasını sağladı. Bununla birlikte diplomasimizde, yine gerçekçiliğin ve bilimsel yaklaşımın bir gereği olan pragmatizm kuralını ıskalamadı.1970’lerde İsrail’e karşı güçler dengesine ayar vermek için İslam Konferansı Örgütü (İKO’nun) kurulmasına ( Pakistan’la beraber) önayak oldu. Ancak bu Örgütün alacağı kararları, laik Cumhuriyetimizin Anayasasın uygunluğu ölçüsünde tatbik edeceğine dair rezerv beyan etti.
Şimdilerde 100 yılı aşmış olan Cumhuriyetimizin temellerini oluşturan bu parametrelerin bugünkü dünya güçler dengesi koşullarında tam anlamıyla uygulandığını söylememiz mümkün değil. Yapılması gereken bu ilkelerin toplumun geneli tarafından anlaşılmasının, içselleştirilmesinin ve koşullar elverdiği ölçüde uygulanmasının sağlanmasıdır.
Cumhuriyetle başlattığımız ileriye yönelik hamlelerde duraklama ve belli bir geriye dönüş sürecine girilmesi
Bu bahiste önemli bir nokta, ileriyi hedef alan söz konusu prensiplerin (ana unsurları değişmemek şartıyla zamanın gereklerine göre özgürlük ve demokrasi çerçevesinin genişletilmesinin konuşulması yerine) bu değerlerin gerisine gidilmesi yönünde tartışmalar, bizi yapıcı değil yıkıcı bir etkiler hücumu karşısında bırakmış olmasıdır. Zira o zaman Cumhuriyetle kazandığımız devrimlerde geriye dönüş sürecini başlatmış oluyoruz. Çünkü (İslam dünyasında ilk ve tek devrim örnek olan kadın hakları devrimi dahil *) söz konusu devrimler, bizim son 100 yıl içinde çevremizde ve dünyada yaşanan krizlere ve belirsizliklere karşı her şeye rağmen göğüs gerebilmemizin garantisini oluşturmaya devam ediyor. Şu kadar ki İstanbul Sözleşmesi'nden beklenmedik bir şekilde aniden çıkılması ters yönde atılan ve eşit vatandaşlık ilkesini karartan önemli bir geri adımı oluşturuyor. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti, Orta Doğu Coğrafyasında yer alan Müslüman çoğunluklu devletler arasında en fazla öğrenciye sahip devletlerin başında geliyor. (**)
Temel parametreler
Hakkıyla uygulandığı ve çağın getirdiği özgürlük ve demokrasi anlayışı ile genişletildiği takdirde yukarıda değindiğimiz temel parametreler, en başta laiklik ilkesi olmak üzere, toprak bütünlüğümüzün, bağımsızlık ve egemenliğimizin korunması temel hedeflerini ihtiva ediyor. Bu temel hedeflerin uygulanması devletler hukuku ve ikili ve çok taraflı Antlaşmalara titizlikle riayeti gerektiriyor. Türkiye Cumhuriyeti kapsamında bu hedefler güvenlik, ekonomik ve sosyal kalkınma ve refah arayışı ve bölge ve dünya barışına katkımızla ilgilidir. Bu kapsamda bahsettiğimiz tüm bu hedefler bağımsız ve tarafsız adalet ve temel hak ve özgürlüklerle, serbest seçimler, esasında demokrasi sözcüğünde özetlenebilecek çağdaş evrensel değerlerdir.
Aydınlanmamızın koruyucusu olan gençlerimiz
102 yıl önce kurulan Cumhuriyet’imizde, bugün yurt içinde ve dışında, XXI. yüzyıl değerlerine katkı yapılabilecek bilgi, yetenek ve iradeye sahip ve dünya gençliğiyle bütünleşmiş çok değerli genç bir nüfusa sahibiz. Mustafa Kemal’in devrimlerimizin korunmasını genç kuşaklara emanet etmesi, devlet adamlığının büyüklüğünü gözler önüne bir kez daha seriyor. Bu gençlerimiz dünyada barış ve işbirliğine inanan; ideolojik değil rasyonel hareket eden; haklı ile haksızı ayıran; yaşamın her yönüne, sanata ve estetiğe değer veren bir gençlik. Onlar başka ülkelerin içişlerine karışmama, başkasının toprağına göz dikmeme, ve kimsenin de bizim bir karış toprağımıza göz dikmesine izin vermeme gibi Cumhuriyetimizin dış politikasının geleneksel çizgisinde bir hayatı özleyen gençlerimiz. Bu vesileyle geçmişte dış politika uygulamalarımızda önemli bir özelliğinin, keskin dönüşlerden kaçınma anlamında “Gradualizm” ilkesine riayet olduğunu hatırlatalım.
Türkiye, dünyanın en istikrarsız bölgesinde yer alıyor
Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği'nin dağıldığı 1990’lı yıllardan bu yana XXI. yüzyıl jeopolitik ve jeostratejik dünya koşullarını şekillendirmekte olan gelişmelerin tüm yoğunluğuyla yaşandığı bölgenin tam merkezinde yer alıyor. Bu bölge, gerçek yaşamda takriben II. Dünya savaşının sona erdiği yıllardan beri istikrarsızlıklar, gerginlikler ve belirsizlikler içinde.
Türkiye, iç ve dış politikasının yukarıda değindiğimiz köklü parametreleri sayesinde son 100 yılda dünyadaki büyük yıkımlardan kendini mümkün mertebe korumakla kalmamış, aynı zamanda, halen karşı karşıya bulunduğumuz demokrasi, insan hakları adalet, ekonomi, yoksulluk, yolsuzluk gibi ciddi sorunlarımıza rağmen son 50 ila 70 yılda dünyada köklü biçimde değişen uluslararası koşullara mümkün mertebe ayak uydurabilecek esnekliği göstermeyi başarmıştır. Ülkemizde ekonomik koşullar, özgürlük ve demokrasi ortamı geliştikçe Türk milleti halen içinde bulunduğu karamsarlığı terk edecek ve bilimde, araştırmada, sanat ve sporda ve her alanda daha önemli başarılar gerçekleştirecektir.
Komşularımız etnik ve mezhepsel yönetimleri sebebiyle dağılıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin son 102 yıl içinde yakın ve uzak çevresindeki komşuları etnik ve mezhepsel devlet yapıları sebebiyle hercümerç içinde yok olma sürecinde ilerlerken Türkiye Cumhuriyeti, büyük yaşamsal sorunlarına rağmen devlet olarak bütünlüğünü her şeye rağmen koruyor, Böyle bir dönemde bazı değerli siyasi liderlerimiz ve akademisyenlerimizin mevcut sorunlarımızı, Cumhuriyetimizin sağlamlığını ve sürdürülebilirliğini 102 yıldan bu yana ispat etmiş olan kurucu fabrika ayarlarına avdet etme ve daha fazla özgürlük, ve daha fazla demokrasiyle çözme tercihi yerine, felaket çemberine gark olmuş bulunan bir kısım Güney komşularımızın etnik, dinsel ve mezhepsel devlet yapılarına öykünmesi en hafif tabiriyle şaşırtıcıdır.