KKTC’de devlet skandalı da Hakan Fidan’a nasip oldu

KKTC’yi tanıtmak bir yana adeta devasa bir batakhaneye, adeta bir suç ve kara para aklama üssüne dönüşmesi de AKP-MHP koalisyon iktidarı dönemine nasip oldu. Bu defa minare öylesine kılıfa sığmadı ki, Erdoğan yıllardır kasasını emanet ettiği Maksut Serim’in oğlu Lefkoşa Büyükelçisi Yasin Ekrem Serim’i önce Ankara’ya celp etti, peşine babasıyla birlikte ikisini de sessiz sedasız görevlerinden azletti.  

Milli iradeyi dilinden düşürmeyen ama milli iradenin tecelligâhı TBMM’ye gelip düzenli hesap vermeye tenezzül etmediği halde Genel Başkanımız Özgür Özel’e “haddini bil” gibi düzeysizce dil uzatabilme ayrıcalığını dahi kendinde bulabilen sarayın dışişleri sekreteri Hakan Fidan lağım gibi patlayan skandal hakkında ağzını açıp tek kelime edemiyor. Kamu kaynaklarını gönlünce çarçur eden keza sarayın propaganda müdürü Fahrettin Altun ise bir “dezenformasyon” açıklaması olsun uyduramıyor.

“Babasının oğlu” olmak dışında hangi liyakatına, birikimine, deneyimine dayanılarak Lefkoşa gibi kilit önemi haiz bir başkente Büyükelçi atandığı anlaşılamayan Yasin Ekrem Serim görev yerinde yalnızca yedi ay kalabildi. KKTC’nin güvenilir gazetecilerinden Ayşemden Akın’ın Cemil Önal’la, adı geçenin 16 ay tutuklu kaldığı Hollanda’da yaptığı ve Genel Yayın Yönetmeni de olduğu “Bugün Kıbrıs” gazetesinde yayımlanan söyleşiden bu karanlık atama ve apar topar görevden almanın nedenlerini anlamaya başlıyoruz.

 

Önal, 8 Şubat 2022 tarihinde Girne’de öldürülen sanal bahis şirketi ve kumarhane işletmecisi Halil Falyalı’nın işlerinin mali veçhesini yöneten kişi. Onun Hollanda ve ABD ilgili makamlarıyla paylaştığını ve delillendirdiğini aktardığı ifadelerine göre eski Başbakan Binali Yıldırım ve güncel dışişleri sekreteri Hakan Fidan’ın oğullarının da adlarının karıştığı iddia edilen karanlık ilişkiler yumağını öğreniyoruz. Falyalı’nın, sözü edilen iki mahdum da aralarında olmak üzere yakın ilişkide olduğu kimi AKP dönemi önde gelenlerine ait uygunsuz görüntüleri içeren bir video arşivini -herhalde güvence kabilinden- elinde tuttuğu bilgisini ediniyoruz.

Önal’ın ifadelerinin ciddiyeti Hollanda makamlarınca anlaşmalı serbest bırakılmasından ve koruma altına alınmasından belli. İddiasına göre, Yasin Ekrem Serim bizzat Fidan tarafından toplam 45 video kaydından oluşan arşivi almak üzere Lefkoşa’ya büyükelçi atanmış. Netameli görevini başarmış da. Ancak kayıtlardan beşini, ya o da kendini güvenceye almak için veya kayıtların ait olduğu kişilerle ilişkisi nedeniyle elinde tutmayı yeğlemiş. Böylece Fidan, arşivi ancak eksik durumda MİT Başkanı İbrahim Kalın’a teslim edebilmiş. 

İşin ciddiyetini ortaya koyan bir başka boyutu da baba-oğul Serimlerin Erdoğan tarafından görevlerinden derhal el çektirilmelerinde. Öyle ki, girişte dikkat çektiğim üzere, oğul Serim diplomatik teamüle aykırı olarak ve hatta KKTC makamlarına saygısızlık da yapılarak adı geçen zaten Ankara’ya gelmişken görevden alınıyor ve adaya dönemiyor. Baba Serim ise ta İBB zamanından beri Erdoğan tarafından anahtarı kendine emanet edilen kasayla vedalaşmak zorunda kalıyor.  

Dahası, Ankara iki devletli çözümü savunadursun, adanın kuzeyiyle güneyinin yeraltı âlemleri arasında (ABD’de “crimesyndicate”, Güney Amerika’da “cartel” dedikleri gibi) “federasyon” kurulmuş bile. Maktul “baron” Halil Falyalı, Hollanda’dan Belarus’a, Türkiye’den Dubai’ye uzanan bir kara para aklama ağında güneyin “baronlarından” Lukas Fanieros ile yıllardır ortaklık yapmaktaymış. Sağlama için yalnızca şu basit soruları sormak yeterli: Hollanda ve ABD ilgili makamlarına Ankara tarafından adli iş birliği talebinde bulunuldu mu? Bulunulduysa bu sağır edici suskunluk neden?

O arada, AB Komisyon Başkanı Von der Leyen’le yaptıkları toplantının ardından Orta Asya Türk cumhuriyetlerinden Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan GKRY’de büyükelçilik açma kararlarını resmen duyurdular. Bu ülkeler GKRY’yi “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak zaten SSCB’nin yıkılmasıyla, başlarında bağımsızlıklarını kazandıkları 1990’lı yıllarda tanımışlardı. Şimdi bu adımı da atmaları kendi ulusal çıkarlarını Erdoğan ve onun dışişleri sekreterinin bize anlattıklarının aksine Binali Yıldırım’ın “aksakallısı” olduğu bu Türk devletleri topluluğunda da bekleneceği üzere ulusal çıkarların, hayal edilen “soydaşlıktan” önde geldiğini, “soydaşlık” kavramının diplomaside pek yol tutmadığını gösteriyor.  

Esasen zamanında üstlendiği diplomatik görevler bağlamında adayı çok iyi tanıyan eski meslektaşım Engin Solakoğlu’nun da son yazısında vurguladığı üzere “KKTC’nin kendi kurucu belgelerinde de yer aldığı gibi ‘KKTC’ bir müzakere pozisyonu.” Nitekim Solakoğlu, adadaki tek meşru hükümetin “Kıbrıs Cumhuriyeti” olduğunu belirten BMGK 186 sayılı kararın Türkiye tarafından da adaya BM Barış Gücü gönderilebilmesini teminen tanındığını da aynı yazıda anımsatmış.

Sonuç olarak, devlet ciddiyeti denilen şey tek kaşı indirip diğerini kaldırmakla, her gördüğünüz kameraya dik dik bakmakla olmuyor. Makam aracınızı kullanan şoförün kapısını bir görevliye, sonra kendi kapınızı o şoföre açtırmak gibi gereksiz afra-tafrayla da olmuyor. İçeride elinizin altındaki kamu yayın kuruluşlarına başka, dışarıda görüştüğünüz muhataplara kapalı kapı ardında başka hikâye anlatıp, başka tezgâh açmakla da olmuyor. Herkesi kör alemi sersem sanmakla, o muhayyel devlet ciddiyeti hiç bağdaşmıyor.

Hele kasanız tamtakırken, hele siz gelecek cumhurbaşkanlığı yarışında en güçlü rakibinizi hukuksuz biçimde hapse tıkmışken etkin diplomasi yürütmek güç hatta olanaksız. Çok rezaletler de gördük, görmedik değil. Erdoğan ve AKP takımı bizi dış politikada da rezaletlere alıştırdı, haklarını vermemezlik etmeyelim. Fakat AKP ölçüleriyle bile KKTC’de şu son olanları insanın aklı almıyor, hakikaten insan utanıyor. Anlaşılan büyük ozan Murathan Mungan’ın şu sıkça atıf yapılan “Bu ülkede her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız” özdeyişi gerçekten doğruymuş: Her yurttaş Dışişleri Bakanı olabilirmiş.