Cunta hangisi??

Evet şu birkaç günün yoğun tartışması bu! Cunta hangisi, iktidar mı, muhalefet mi? “Faşist”sözü de öyle… Siyasi kavgalar tarihimizde büyük yeri olan “komünist” suçlaması komünizmin çökmesiyle piyasadan kalktı. “Hain” suçlaması 1912’den beri devam ediyor…

Bugün Erdoğan’ın kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı konularındaki ihlallerini, otoriter iktidarını eleştirmek doğrudur, haklıdır ama “cunta” değildir. CHP’nin muhalefetini eleştirebilirsiniz ama “faşist” demek, kavramın siyaset bilimindeki tanımını tanımamak olur.

Türkiye’de siyaset ilkeli fikirlerin yarışı değil, liderlerin ve liderlerce temsil edilen siyasi toplulukların güç mücadelesi olduğu için, rakibi böyle aşağılayıcı öfkeli laflarla siyaset yapılıyor. Nimet dağıtma makamını ele geçirince de “bizden”ler nimete üşüşüyor.

Denge denetim, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı olmayınca, bu kısır döngüden ve de “orta gelir tuzağı”dan çıkmak mümkün olmuyor.

DEĞİŞEN DİL

Bizde “kavramlar”la konuşan siyasetçi pek az maalesef. CB sistemi kutuplaşmayı arttırdığı için siyasette öfke ve hakaret dili her zamankinden daha ağır hale geldi.

Başkanlık sistemlerinin siyaseti daha da kutuplaştıracağını, şahsileştireceğini personalismo’lar oluşacağını daha 1990 yılında ünlü siyaset bilimci Juan Linz yazmıştı. 21. Yüzyılda en kötü örneklerinden birini Türkiye’de yaşıyoruz.

Üstelik iktidarda veya muhalefette olmamıza göre “düşman”ın kim olduğu değişiyor. Erdoğan’la Bahçeli’nin 2016 yılına kadar birbirilerine yaptıkları hakaretlerin örneklerini siyasi tarihte bulmak zordur.

Özgür Özel dün, Bahçeli’nin 21 Şubat 2012’deki sözlerini hatırlattı. Bahçeli AK Parti iktidarının “Hitler, Mussolini, Pol Pot ve Saddam deneyimlerini aratmayacak” uygulamalar yaptığını, “kendi hukukunu cunta yönetimlerini aratmayacak biçimde tesis etmekte” olduğunu söylüyordu. Otoriterleşme işaretleri 2012’de ortaya çıkmaya başlamıştı ama Hitler, Mussolini benzetmeli suçlamalar yanlıştı.

Bütün partilerimizde lider, en ağır suçlamaları, hakaretleri yaptığı zaman, lider tarafından milletvekili yapılmış insanlar ayağa kalkıp coşkuyla alkışlıyorlar.

Gel de anlat “denetim, denge, itidal…” falan!

GÜÇLÜ ADAM KÜLTÜ

Uzun meslek hayatımda birçok olayı, lideri, partiyi gözlemledim. Çokça tarih okuması da yaptım. Bizde siyasetin medeni bir üslup kazandığı dönemler maalesef kısadır. Onun için ben liderlerin rakipleri hakkındaki suçlamalarını ayıklıyorum, geriye kalanlara bakıyorum, ülkenin somut sorunları üzerinde tahlil, müzakere, teklif ne var? Pek az maalesef.

Niye böyle? Birincisi, siyasetin egoları fazlasıyla körüklemesidir, uzun yıllar içinde olgunluk getireceğine hırsları körüklüyor.

İkincisi, siyasi kültürümüzdeki “güçlü adam” kültüdür. Dirayet ve liyakatinden ziyade “masaya yumruk vuran… kodumu oturtan… haddini bildiren” anlamında güçlü…

Böyle bir toplumda kitleler liderlerini sert, kavgacı davranışlara teşvik ediyor.

Merhum gazeteci Metin Toker 1944-1974 döneminin en önemli tanıklarından biridir. CHP yanlısıdır ama “Menderes’in vizyonu CHP’lilerden genişti” diye de yazar. CHP ile DP arasında dehşetengiz kavgalar yaşanırken bazen “bahar havası” olurdu. Menderes ve İnönü birbirlerini ziyaret ederler, kibar, mültefit konuşmalar yaparlardı. Toker, öyle zamanlarda parti tabanlarının “cıvıdığını” yazar! Tabanları motive etmek için yeniden sert sözler, kavga… Netice hala siyasette ‘ergen’ kalmak!

ÜÇ ÇEYREK ASIR

En acısı kayıp yıllar… Siyasette rasyonelliğin cılız kalması, hamaset ve husumetin siyasete hükmetmesi.

Yine yazacağım, üç çeyrek asır önce, Ali Fuat Başgil, muhalefetteki DP’ye kuvvetler ayrılığının, anayasa mahkemesinin neden gerekli olduğunu anlatmaya çalışırken şöyle yazıyordu:

“Siyaset insan ihtiraslarının en çok kabardığı sahadır. Binaenaleyh her kanundan çok anayasanın, kabaran ihtiraslara rol oynama imkanı vermeyecek bir mükemmellikte olması lazımdır…” (Vatan, 20 Ocak 1949)

Başgil yazısında kuvvetler ayrılığına, yargı bağımsızlığına ve bağımsız anayasa mahkemesinin denetimine dayalı bir anayasayı savunuyordu.

Kuvvetler ayrılığına geçilmesini Celal Bayar engelleyecektir.

Hukuk, “kabaran ihtirasları” frenleme gücüne sahip olamazsa, hele de araçlaşırsa, siyaset ne hale geliyor, bunun örneğini yaşıyoruz.

Kaç arpa boyu gitmişiz?