Demokrasiyi, hukuku unutup muhalefete yönelik tutuklama ve hapis görüntüleriyle ‘içeriyi tahkim etme’ hikayeleri anlatırken, dünya ile dalga geçen soykırım destekçisi Trump’ın himmetine muhtaç haldeyiz.
Tekrarlamaktan yoruldum ama AK Parti böyle bir Türkiye hayaliyle yola çıkmamıştı. Bazılarının itirazlarını biliyorum ama bu AK Parti, iktidarının ilk on yılında hukukta, özgürlüklerde, ekonomide önemli başarıların altına imza atmıştı.
Şimdi AK Parti hikayesinin, nasıl bir sona doğru ilerlediğini görmek için, 2002’de yola çıkarken ortaya koydukları şu ilkelere bir kez daha bakmakta yarar var: “Uygulanan yanlış politikalar yüzünden, sağlıklı bir özelleştirme gerçekleştirilememiş, devletin ekonomideki rolü azaltılamamış, servetin toplum kesimleri arasındaki dağılımında adalet sağlanamamıştır. Kamu yönetiminde yolsuzluk ve siyasal çürüme bakımından ise ülkemiz son sıralarda yer almaktadır.”
“Ülke iç ve dış yatırımcılar açısından cazibesini kaybetmiş, bunun sonucunda Türkiye ürkütücü boyutlarda mali ve beşeri sermaye kaybına uğramıştır. Yetenekli genç beyinler, geleceklerini yurt dışında aramanın telaşına düşmüşlerdir.”
Açıkça itiraf etmek gerekirse, AK Parti o gün yola çıkarken sanki kendi iktidarının son yıllarını tarif etmiş…
23 yıl önce AK Parti’nin tarif ettiği gibi, ne yazık ki bizzat AK Parti iktidarında bugün yolsuzluk algısı derin bir yara haline gelmiş, siyasal çürüme derinleşmiş, servet dağılımındaki adaletsizlik korkutucu boyutlara ulaşmış bulunuyor.
Dahası, ‘hukukun üstünlüğü’ endeksinde Afganistan’la aynı çizgiye düştüğümüz için, Türkiye iç ve dış yatırımcılar açısından cazibesini kaybetmiştir. En acısı da 23 yıl önce AK Parti’nin söylediği gibi, bugün ülkenin yetenekli genç beyinleri geleceklerini yurt dışında aramanın telaşına düşmüş olmalarıdır.
İşte tam da bu yüzden iktidar, her gün “büyük Türkiye” masalları anlatmasına rağmen, halkının hayat standartlarını yükseltecek bir ekonomi üretemeyen, adaletsizlikler yüzünden vicdanların yaralanmasını önleyemeyen, saygın bir dış politika vizyonu oluşturamadığı için başı dik yürüyemeyen bir ülke yaratmış bulunuyor.
Mesela, ABD Başkanı Trump’ın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a 25 Eylül’de (yarın) randevu vermesi ahalinin belli kesimlerinde adeta bir bayram sevinci yaratmış bulunuyor.
Hatta öyle ki iktidara yakın bazı gazeteler, uçak pazarlığının İsrail’i korkuttuğu şeklinde manşetler atarak “Yaşasın Amerika bize uçak veriyor” benzeri sevinç gösterileri bile yaptılar…
Acaba bu coşkunun sebebi nedir diye baktığımızda, anlıyoruz ki Trump Türkiye’ye Boing uçakları ve F-16 satacakmış…
Dünyayı ateşe vermekten bile çekinmeyecek olan bu çılgın ihtiyar, doğrusu işini çok iyi biliyor. Biz “Yaşasın Trump bize randevu verdi” diye sevinirken, adam satacağı uçakların hatırına sınırsız bir dostluk(!) sergiliyor…
Ancak bütün bu sevinç gösterileri arasında unutulan bir şey var; hani bizim savaş uçuklarımız vardı, kimseye muhtaç değildik, ne oldu o uçaklar buharlaştı mı, yoksa içeriye gaz vermek için icat edilmiş bir hikaye miydi?
Doğrusu, milyar dolarları bulacak böyle bir ticaret için Trump’ın şu övgüler bile yetersiz kalır: “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı 25 Eylül’de Beyaz Saray’da ağırlamaktan mutluluk duyuyorum. Başkanla, Boeing uçaklarının büyük ölçekli alımı, büyük bir F-16 anlaşması ve olumlu sonuçlanmasını beklediğimiz F-35 görüşmelerinin devamı da dahil olmak üzere birçok ticari ve askeri anlaşma üzerinde çalışıyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile her zaman çok iyi bir ilişkimiz oldu. Onu 25’inde görmeyi dört gözle bekliyorum!”
AK Parti iktidarının “Büyük Türkiye” hayalinin geldiği nokta eğer burasıysa, bu işte bir yanlışlık var demektir.
Bir yanlış anlamaya mahal vermemek için hemen belirtelim, Türkiye’nin cumhurbaşkanı bütün ülke liderleriyle olduğu gibi, ABD Başkanıyla da her zaman görüşebilir. Ama Trump-Netanyahu ortaklığının, Gazze’de soykırım gerçekleştirdiği bir ortamda ‘uçak pazarlığı’na endeksli bir randevu, mazlumları inciten görüntü olmaz mı?
Umalım ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, görüşme sonrasındaki ortak basın toplantısında, Özgür Özel’in de belirttiği gibi Trump’ın yüzüne açık açık Netanyahu’nun bir katil olduğunu söylesin.
Erdoğan’ın asla böyle bir çıkış yapamayacağını düşünenler olabilir. Ama unutmayalım ki Bu Tayyip Erdoğan, 7 Ekim’den bu yana İsrail’in katliamlarına ilişkin yaptığı her konuşmada, Netanyahu’nun bir katil olduğunu açıkça söylemiş bir liderdir. Dolaysıyla, eğer isterse ortak basın toplantısında Trump’ın yüzüne de aynı sözleri söyleyebilir. İşte o zaman amasız, fakatsız Erdoğan’ı alkışlamak bir vatanseverlik görevidir.
İnanıyorum ki o sözleri söyleyebilirse, bugün Trump ve Netanyahu’ya nefretle bakan bütün Müslüman halklar nezdinde de Erdoğan bir kahraman olarak anılacaktır.