Muhalifleri Tahkikat Komisyonu ile korkutmak da neyin nesi…

Türkiye gerçek anlamda bir demokratik sistem oluşturmayı bugüne kadar başaramadı, bundan sonra da pek başaracak gibi gözükmüyor. Bu, tümden bir umutsuzluk hali değil elbette, zira biliyoruz ki Türkiye’nin önü darbelerle ve ‘vesayet’ tasallutuyla kesilse de 70-80 yıllık bir demokrasi tecrübesine sahip. Yolun bir yerinde talihsizliğini yenip, insan hakları temeline dayalı bir hukuk devletini inşa edebilir, bu mümkün…

Ancak bugünden baktığımızda, önümüzde karamsar bir tablonun olduğu da muhakkak. Her ne kadar bugün iktidarı elinde bulunduranlar kabul etmeseler de ‘vesayetçi demokrasi’ anlayışı, zihinsel planda hala var olmaya devam ediyor.

Kuşkusuz sadece iktidar bağlamında değil, toplumun farklı mahallelerinde yer alan sağcıların, solcuların, İslamcıların ve de milliyetçilerin zihinlerinin arka planında yer alan ‘vesayetçilik geni’ hiç beklenmedik bir anda rahatlıkla devreye girebiliyor.

Düşünün ki İslami bilimlerde saygın bir yere sahip olan Hayrettin Karaman Hoca Pazar günü Yeni Şafak’taki köşesinde, 19 Mart Vakası vesilesiyle meydanlara çıkan sivil muhalefeti ve de CHP’yi eleştirmek için Demokrat Parti döneminde kurulan Tahkikat Komisyonu’nun faziletlerini anlatıyor. Umarız bu tavır, hocanın yolsuzluk ve yalan konusundaki fetvalarında olduğu gibi, iktidarın Tahkikat Komisyonu kurması için tavsiye niteliği taşımıyordur.

Hemen belirtelim Karaman Hoca dahil herkesin, CHP’yi ve de başka partileri eleştirme hakları vardır, bu aynı zamanda demokrasinin de bir gereğidir. Ama anayasal protesto haklarını kullanan milyonları, “1960’ta olanları sahneye koymaya çalışıyorlar” diye suçlayıp Tahkikat Komisyonu ile korkutmaya çalışırsanız, bunun adına eleştiri hakkı değil, ‘vesayet çağrısı’ denir.

Malum DP iktidarı hayatının en büyük hatasını yapmış ve şu gerekçelerle Tahkikat Komisyonu kurmaya karar vermişti: “…halkın desteğini almaya başlayan sert bir muhalefet; olayları tüm çıplaklığıyla veren ve eleştiri dozunu hayli artırmış bir basın; ekonomik sıkıntı içinde kıvranan ve İnkılâplardan taviz verildiğini düşünen ordu ve olanları içine sindiremeyen aydın kesim iktidara karşı ayaktaydı artık. İktidar ise bu karşıtlığı iki kesimin; CHP ve basının kanunsuz yıkıcı çalışmalarının sonucu olduğu kanısına vardı. Bu düşünce, iktidarı, kanunsuz ve yıkıcı çalışmaları oluşturduğunu düşündüğü CHP ve basın hakkında önlem almaya sevk etti. Bu amaçla TBMM’deki çoğunluğuna dayanarak CHP ve bir kısım basının ülkedeki kanun dışı çalışmaların neler olduğunu araştırmak ve bunları önlemek üzere bir Meclis Tahkikat Komisyonu kurmaya karar verdi.

18 Nisan 1960’ta Tahkikat Komisyonu kuruldu.”

Maalesef Demokrat Parti’nin, TBMM’deki gücünü suiistimal ederek CHP’yi politik olarak sindirmek için kurduğu bu Meclis Tahkikat Komisyonu, 27 Mayıs darbesinin tetikleyicisi olmuştur.

“Görünüşe bakarsanız DP, CHP’nin ‘… yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı faaliyetlerini’ araştırmak için bir komisyon kuruyor; 27 Mayıs günü asker de ‘… demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla’ bir ‘ihtilal’ gerçekleştiriyordu. Oysa ne Tahkikat Komisyonu CHP’nin yıkıcı bölücü faaliyetlerini engellemek için kuruldu ne de 27 Mayıs demokrasimizin içine düştüğü buhran yüzünden yapıldı. Meşhurdur: ‘Keser döner sap döner’ bir gün gelir hukuk ve demokrasi herkese lazım olur; oldu, oluyor da.” (Birikim, Mete Kaan Kaynar)Kısacası, geçmişte Tahkikat Komisyonu kuranlar da 27 Mayıs cuntacıları da henüz emekleme döneminde olan demokrasimizin temeline dinamit koymuşlardır.

Talihsizliğe bakın ki her vesileyle darbelere ve “vesayet”e karşı olduklarını söyleyen bugünün “iktidar Müslümanları” da demokrasi taşlama işinde mücahitlik yapıyorlar.

Maalesef bugün yaşadıklarımız bize gösterdi ki bu “iktidar Müslümanları” eğer muhalefet kazanacaksa, ‘vesayet rejimi’ne temenna çekmekten geri durmayacaklardır.

Galiba bu ülkenin kültürel genlerinde bir sorun var. Çünkü dindarlarımız da solcularımız da kendi ideolojik mahallelerinin dışına çıkarak demokratik bir tavır sergileyemiyorlar.

Hemen hepsi söylemsel planda darbelere, vesayete karşı çıkarlar ama kendi mahalleleri iktidar olduğunda, karşı mahallenin sesini kısmak için hukuki kuralların işlemesini değil, ‘vesayet’ kurallarını tercih ederler.

Belki de şöyle söylemek lazım; itaat kültüründen gelen toplumların, dört başı mamur bir ‘hukuk devleti’ kurmaları asla mümkün olmayacaktır.