Özgür Özel’in asıl rahatsızlığı

Henüz bir yıl önce, bizzat yakın medyası tarafından "emanetçi" ya da "eşbaşkan" olarak etiketlenen CHP Genel Başkanı Özgür Özel, eline geçen fırsatı ustaca değil, kurnazca değerlendirdi. Ve bir taşla sadece birkaç kuş değil, bizzat partisini, siyasi rakiplerini ve toplumu hedef alan çok katmanlı bir hamle gerçekleştirdi. Yolsuzluk iddialarıyla gündeme gelen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na sahip çıkarak hem iddiaların üzerini örtmeye çalıştı hem de sokakları hareketlendirme pahasına kutuplaşmayı tırmandırdı. Boykot çağrıları ve gerilim stratejisiyle seçmen sadakatini konsolide etmeyi amaçladı.

Bu manevrayla yetinmeyip CHP tarihinde tartışmalı bir yere oturan kurultayı bahane ederek olağanüstü kongre kararı aldı. Bu sayede, uzun süredir "bir ileri iki geri" siyasetiyle güven aşınmasına uğrayan Kemal Kılıçdaroğlu'nu devre dışı bıraktı; siyaseten herhangi bir yön tayin etmeyen Mansur Yavaş'ı da adeta pasifize etti. Geldiğimiz noktada CHP, içerisinde oyun kuran değil, oyunu yeniden tasarlayan ve giderek tekleşen bir Özgür Özel gerçeğiyle yüz yüze.

Özel'in tercih ettiği siyasi dil ise oldukça tanıdık: Kutuplaşmayı derinleştiren, post-truth çağın gerçeklikle bağını koparan, yıkıcı ama çözüm üretmeyen bir yaklaşım. Siyasi içerikten yoksun bu melez çizgi, eski vesayet reflekslerinin yeni yüzüdür. Bunun en somut örneği ise şaibelerle gölgelenen kurultayda sergilediği "Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" yaklaşımıydı.

CHP'nin tarihsel olarak beslendiği vesayet düzenine darbe vurmuş, her seçimi kazanmış ve yüzde 52 halk desteğiyle yeniden Cumhurbaşkanı seçilmiş bir ismi, Recep Tayyip Erdoğan'ı "cuntacılıkla" itham etti. Bu açıklama, sadece çarpıcı bir tarihi cehaleti değil, aynı zamanda seçmeni manipüle etme niyetini de ortaya koydu. Zira Türkiye siyasi tarihini bilen herkes, 27 Mayıs'tan 12 Mart'a, 28 Şubat'tan 15 Temmuz'a kadar yaşanan tüm antidemokratik süreçlerde CHP'nin ya doğrudan ya da dolaylı bir şekilde pozisyon aldığını bilir. Hatta parti içindeki "Mülkiye Cuntası" gibi yapıların varlığı dahi hafızalarda tazedir.

Bu noktada soru açık: Özgür Özel gerçekten tarihi bilmiyor mu, yoksa bildiğini çarpıtmayı mı tercih ediyor? Cevap, büyük olasılıkla ikinci şık. Çünkü Özel, tıpkı 1960 ve 15 Temmuz darbecileri gibi Batı'ya mesaj vermeyi siyasetin bir parçası olarak görüyor.

MASKENİN DÜŞÜŞÜ

CNN International'a verdiği röportajda Türkiye'yi "yasadışı bir yola sürüklenen" ülke olarak tanımlaması ve NATO ile entegrasyon vurgusu yaparken iç siyaseti itibarsızlaştırması; CHP'nin milli egemenliği önceleyen değil, dış referanslarla şekillenen eski çizgisine geri döndüğünü gösterdi. Ancak asıl dikkat çekici adım, İngiliz İşçi Partisi'ne "Terk edildik" mesajıydı.

Bu açıklama, sadece bir siyasi taktik değil; CHP'nin kurucu kodlarıyla taban tabana zıt bir yönelimin ifşasıydı. Cumhuriyetin temellerini atan bir partinin genel başkanının, ülkesini dışarıya şikâyet etmesi, üstelik bunu açıkça yapması ne stratejik ne de ilkesel bir pozisyonla açıklanabilir.

Toplumun hafızasında hâlâ canlı olan darbe travmalarını ve dış müdahalelere duyulan tepkiyi görmezden gelen bu yaklaşım, Özel'in neden agresifleştiğinin de cevabıdır. CHP tabanında bile rahatsızlık uyandıran bu teslimiyetçi çıkışların üzerini örtmek için kurultayda keskin bir dil benimsedi, "cunta" söylemine sarıldı. Ancak bu hamle de geri tepti; tam tersine CHP'nin darbe süreçleriyle olan tarihsel ilişkisi yeniden tartışmaya açıldı.

Sonuç olarak Özgür Özel ve ekibi, konjonktürel bir başarı elde etmiş görünse de ne kurultayın meşruiyetini ne de yolsuzluk iddialarının gölgesini bertaraf edebildi. Bu durum devam ettiği sürece, "Yeni Türkiye"nin toplumsal ve siyasal zemininde kalıcı bir yer edinmeleri oldukça zor görünüyor.