Büyükelçi Dikerdem anılarında dönemin cumhurbaşkanı İnönü’nün Hitler Almanyası’nın Stalin SSCB’sine saldırdığı haberini aldığında kahkahalar attığı rivayetini aktararak bu davranışı kendi barışçı bakış açısıyla yadırgar ve kınar.
Belki benzer biçimde KYB’nin kurucu lideri (daha sonra Irak cumhurbaşkanı) Talabani’ye de (Irak Kürdistanı’nın KYB denetimindeki güney yarısındaki) Halepçe’de Saddam’ın kimyasal silahla katliam yaptığı haberi iletildiğinde kahkaha attığı ve buna benzer birkaç olay daha gerçekleştiği takdirde bağımsız Kürdistan’ın kurulmasının kolaylaşacağını (mealen) belirttiği iddia edilir.
19 Mart’ın da muhalefet için “Allah’ın bir lütfu” olduğunu ileri sürmek
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ise 15 Temmuz darbe girişimi için “Allah’ın lütfu” dediği henüz belleklerimizde yeni. 2016’da denenen ve sürekli “başarısız” olduğunu kendi kendimize yüksek sesle yinelediğimiz ancak 2017’deki düzen değişikliğiyle sonuçlarının ne denli köktenci olduğunu da nihayet cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla değil tutsak edilmesiyle deneyimlediğimiz darbe girişimini Erdoğan gerçekten de hem bir kaldıraca hem bir değneğe dönüştürmeyi becerdi.
Bu bağlamda Saraçhane’yi Gezi’yle karşılaştırmak yerine, 19 Mart’ın 15 Temmuz’la birlikte anılmasını daha yerinde bulduğumu önceki yazımda da dile getirmiştim. Nitekim (tabiatıyla ben yazdım diye değil) CHP Genel Başkanı Özel de “muhatabım bir cumhurbaşkanı değil cunta başkanı” söylemini benimsiyor. Bunun bir adım ötesi 19 Mart’ın da muhalefet için “Allah’ın bir lütfu” olduğunu ileri sürmeye cüret etmekte.
Toplumu “yeter be” düzeyine getiren süreçler
Doğru, iktidar siyasal tutsak ve kayyum yelpazesini genişletti: Demirtaş’tan Özdağ’a, Özdağ’dan Kavala ve Atalay’a ve sonunda tüm beyin takımıyla birlikte İmamoğlu’na varıncaya dek. Zor gereçlerini de çeşitlendirdi: Aşağıda sokağa çıkan öğrencileri tekme tokat gözaltına almaktan, yukarıda mal varlıklarına, şirketlere el koymaya varıncaya dek. Ayrıca eziyet yöntemleri de türlü türlü: AYM kararlarını gözardı etmekten, iddianame yazmamaya kadar.
Tek adam yönetimi ve parti-devlet, algı yönetiminde de yetkin. Ancak algının (“kılıf”) üzerini örtebileceği ölçekte olgu (“minare”) pek kalmadı. Diploma iptali ve mal varlıklarına el konma denli, halkın gözüyle bakıldığında “siyasetle mücadele, terörle müzakere” olarak anlaşılan derme çatma yeni “süreç” de itirazın toplumsallaşıp, “yeter be” düzeyine gelmesinde bence etkin oldu.
Korku eşiği geçildi mi?
Gerçeklik algısı uzun süre önce yitirildiğinden, daha doğrusu bizatihi yönetim tarafından çalındığından, yolsuzluk iddialarını ciddiye alan da yok. Hatta İBB’den düzenli yapılan somut kanıtlara dayalı tekziplere de dolayısıyla göz atan yok. Afallatmayı da beceremedi yönetim. Zira gündüz gözüyle ejderhaya rastlasa Erdoğan’ın çeyrek yüzyıla varacak sürede bunca yaşattıklarından sonra ona da şaşacak değil artık hiç kimse.
Öyleyse korku eşiği geçilmedi. İstanbul Üniversitesi önündeki kordonu yarıp geçen gençlerin korkuları zaten hiç yoktu. Hafızaları olmadığı gibi, kaybedecek ne gelecekleri ne umutları kalmıştı. Buraya bakıp “marjinal güruh” görenler fena açığa düştü. Kibir dağlarına ayrı patikalardan tırmananlar arasında tuhaf yol arkadaşlıkları kurulduğu görüldü. Çoğullukla çoğunluğu değiş tokuş etmiş ceberrutlar kelle sayımında epey geriye düştüklerini görerek dehşete kapıldı.
Erdoğan’ın vites düşürme, ayağını gazdan çekme seçeneği yok
Muhalefetin içinden herhalde artık helâlleşme, normalleşme, süreç diyecek kalmamıştır. Amaç birliği kendiliğinden sağlandı, İmamoğlu kendiliğinden aday oldu. Erdoğan’ın ise vites düşürme, ayağını gazdan çekme seçeneği yok. Aynı biçimde CHP’nin liderliğine geçtiği toplumsallaşmış muhalefetin de soluklanacak vakti bulunmuyor. Roller değişti: Milli irade sokakta, milli iradeden saklananlar sarayda.
Hukuka, anayasaya, yasalara uygunluk bir yana rejimin meşruiyeti kalmadı. Usulün esastan önce gelmesi filan bunlar hep angarya gayrı. Bu bağlamda Özel’in Şimşek gibileri kenara ayırmayıp, uluslararası itibarsızlaştırma yaklaşımı da doğru bana göre. Eğer muhalefet söylem stratejisini “cunta” mecazı üzerine kuruyorsa, cuntanın üyelerinin hepsinin paryalaştırılması bu stratejinin doğal doğrudan uzantısı.
İktidar pervasızlaştıkça, elbet muhalefet de cüretkârlaşacak. CHP İstanbul İl Başkanı Çelik’in uyardığı türden yapay zekâyla karmanyola işleri de iki yanı keskin bıçak gibi: AKP buna başvurursa aynını CHP de yapabilir. Nasılsa gerçekler geçer akçe değil epeydir. Yine de Türkiye ne bir Ortadoğu ne bir Orta Asya ülkesi, ne de Rusya. O kadarı halen gerçek. Bu gerçekle de 19 Mart’ta darbeye kalkışanlar pek yakın gelecekte yüzleşecek.