Aydın Selcen yazdı: “Yeni Avrupa savunma mimarisi” fırsatı ıskalanmamalı

Trump ABD başkanlığını devralmasının ardından geçen iki ayda II. Dünya Savaşı’ndan bu yana geçerli olan Atlantik ittifakının temellerini sarsmayı ve böylece Avrupa merkezli yeni bir savunma mimarisinin tasarlanmasına yol açmayı başardı. Beyaz Ev’e davet edilen Zelenskiy’nin bizzat Trump’ın yanı sıra yardımcısı Vance’in de etkin ve istekli katılımıyla canlı yayında paylaşılan azarlanma ve aşağılanma seansı yaklaşık 75 yıllık bir dönemin (1949-2025) sonunu betimliyor.

ABD Ukrayna’ya askeri yardımı da istihbarat paylaşımını da durdurdu. Beyaz Ev vakasının hemen ardından Londra’da başbakan Starmer’in evsahipliğinde Zelenskiy’nin de katılımıyla 19’lu formatta toplanan devletler hem Ukrayna’ya desteğin sürmesi hem yeni bir Avrupa savunma mimarisi kurulması konusunda aynı görüşteler. Bu yeni “Avrupa”, Avrupa Birliği (AB) de değil NATO da değil: Britanya ve Türkiye içeride, Macaristan gibi Putinci AB üyeleri ve tabiatıyla ABD dışarıda.

Zelenskiy’nin Ankara’da ağırlanması doğru ve zamanlı bir karardı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Riyad’da Suudilerin evsahipliğinde Ukrayna’nın konuşulduğu ABD-Rusya toplantısına çağrılmayan Zelenskiy’yi tam o arada Ankara’da ağırlaması doğru ve zamanlı bir karardı. O denli ki, yağmur altında konuk devlet başkanına Beştepe girişinde şemsiye tuttuğu haliyle önceden planlanmamış olacak fotoğraf karesi kendiliğinden ciddi bir halkla ilişkiler kazanımına dönüştü.

Ancak bunun ötesinde dışişleri bakanı Fidan’ın Londra’daki toplantıya çağrılması ve katılması tarihsel bir dönüm noktası olabilir; böyle değerlendirilebilir ve bence tam da böyle değerlendirilmelidir. Eş zamanlı olarak Erdoğan’ın birden AB’yi hatırlaması ve AB üyeliğinin ülkemiz için stratejik bir öncelik olduğunu vurgulaması da olumlu ve bir kenara yazılmalı.

Sanki Avrupa’nın tüm ağır sıkletleri de “gaullist” kesildi. Yani ABD’den bağımsız, özerk savunma gereksinimini öne çıkarır oldu. De Gaulle, kışın yediği ayazı unutmayan kurt misali, belki II. Dünya Savaşı sırasında ABD ve İngiltere’nin elinde uğradığı istiskal ve belki 1940’da Fransa’nın Almanya karşısındaki utanç verici bozgununun anısı nedeniyle o yolu tutmuştu.

ABD ile Avrupa arasındaki “değerler” ayrılığı

Ama onun zamanında da daha sonra da ABD ile Avrupa “değerler” üzerinde böylesine anlaşmazlık yaşamamıştı. Trump dümeni Putin’e kırarak bunu yaptı. Bu hamlenin zamanında Kissinger’in yaptığı Çin’i Rusya’dan ayırma hamlesinin aynadaki aksi olduğu savı bir yanılsama. Esasen Putin, Trump sayesinde sahneye geri dönmesiyle birlikte, olası yanlış anlamaları gidermek üzere Tahran ve Pekin’e derhal elçilerini gönderdi.

Fransa cumhurbaşkanı Macron iç sıkıntılardan ötürü yitirdiği kamuoyu desteğini kendini iç işlerden soyutlayıp dikkatini zoraki dışişlerine verince geri kazanmaya başladı. De Gaulle döneminden kalan “mini nükleer güç” kimliğini de ortaya koyarak ABD’siz kalan Avrupa’nın yeni kutbu rolüne bürünmeye oynadı. Peş peşe toplantılarla yeni konumunu sağlamlaştırırken, yeni yapılanmanın da esin babasına dönüşmeye çalıştı. Kendi ulusal silâh sanayisinin piyasasını büyütmeye de (ABD’nin uzaktan kumandasındaki “F-35’e karşı Rafale” gibi) kapı araladı. 

Almanya’da da Hristiyan Demokrat Merz’in seçim zaferinin zamanlaması Trump’ın Putin’e yanlamasıyla örtüştü. En Atlantikçi Alman liderlerden bilinen Merz tutumunu hemen uyarlayarak Fransa’nın nükleer şemsiyesi altına girmek, anayasal borç oranı kısıtını esneterek askeri harcamaları artırmak ama herhalde hepsinden önemlisi Almanya’yı yeniden “savaşkan” bir devlet yapmak için çevik adımlar attı. Alışılageldik üzere iki ila üç ayda ayrıntılı bir koalisyon programı yazmak yerine belli başlı temel ilkeler üzerinde uzlaşmaya varılarak bir an önce şansölye koltuğuna oturmak çabasının ise nasıl sonuçlanacağı ise henüz belirsiz.    

Trumpçı-Putinci Orban’ın AB’yi rehin alma girişimi

AB Konseyi de olağanüstü toplandı. Putinci çıban başlarından Slovakya, Ukrayna üzerinden özel olarak Rus doğal gazının aktarımı güvencesiyle aradan çekilince Orban’ın Macaristan’ı yalnız bırakıldı. İlginç olan, Putinci Orban’ın, artık Trump da Putinci olduğu cihetle, şimdi Trumpçı-Putinci olması. Bu vesileyle dış politika ve ulusal güvenlik dosyalarında 27 üyenin oydaşmasıyla yol almanın olanaksızlığı da bir kere daha teşhir oldu. Örnek olarak, Orban’ın AB’yi rehin alma girişimi denli “Kıbrıs” tabelası arkasında oturan GKRY’nin de yeni Avrupa savunma mimarisi konusunda bile Türkiye’yi dışarıda bırakmak kaprisi melodramatik kaçtı.

 

Avrupa’nın kazançlarına göre küresel ilk 100 listesindeki 33 savunma sanayisi kurumu

Trump’ın Kongre’ye hitabı ve Zelenskiy’den “anlaşmaya hazırız” mesajı

Trump’ın Kongre’ye hitabı ise rekor kırarak 100 dakika sürdü. Söz dış politikaya ancak 80. dakikalarda o da kısaca gelebildi. O bölümde Zelenskiy’nin anlaşmaya hazır olduğunu belirterek Trump’a teşekkür ettiğini bildiren sosyal medya paylaşımından ona yazılmış bir mektup olarak alıntılar yaptı. Daha önemlisi, Avrupa ile ABD’yi “bir okyanusun ayırdığını”  vurguladı. Dışarıdan bakış alelusul yine bir “telerealite şovu” gibi görünen sözkonusu konuşmanın ABD’de iç “tüketici” nezdinde olumlu karşılandığı da gözden kaçmamalı.

Gerçekten de ABD’nin II.Dünya Savaşı’na (bile?) ancak Churchill’in dünya tarihinin kaderini değiştiren 1940 performansıyla zorla çekilebildiğini, yoksa kendiliğinden methaldar olmadığını anımsamak gerekti. Belki İngiltere o yıl doğrudan Nazi Almanyası hava kuvvetlerinin akınlarına hedef olmasa, ABD’nin kenardan seyirci kalmayı sürdüreceği de akıllara geldi.

Her hal ve kârda bugünden geriye bakışla ortada kapanan bir “parantez” olduğu (1949-2025) görüldü. Soğuk Savaş’ın bitmesinden (1989-‘91), Trump’ın ikinci zaferine (2024 sonu, ’25 başı) dek geçen kabaca 35 yıllık dönemin de yine bugünden bakışla yalnızca bir “uzatma” olduğu anlaşıldı. Hatta belki 11 Eylül 2001 saldırıları olmasa ABD için o “uzatma” da çok daha erken bitecekti.

Avrupa’nın savunmasını ABD’ye ihale ettiği dönem kapandı

Avrupa içinse savunma harcamalarından tasarruf payı (“peace dividend”) üzerine refah toplumu, sosyal devlet inşa ederek, savunmasını ABD’ye ihale etmiş bir tür “müze-bölge” olarak varlık sürdürmek dönemi kapandı. Ulusal bütçelerden ayrılacak savunma payının 5%’lere yükselmesi ve Türkiye ile İngiltere gibi hatta Ukrayna’nın kendi gibi de AB dışı ülkeleri de içerecek biçimde tümleşik bir Avrupa savunma sanayisi tasarlanması zorunluluklar olarak kendini dayattı.

İvedilik duygusu baskın da olsa bu henüz yeni biçimlenmeye başlayan tasarının gerçekleşmesi hatta uygulama bir kere başladıktan sonra bunun Rusya’yla kafa kafaya gelebilecek düzeye ulaşması bugünden yarına olacak iş değil. Sanayi altyapısı denli kafa yapısının ve toplumların ruh durumunun savaşa, savunmaya, caydırıcılığa uygun biçimde dönüşmesi de gerekli. Ancak amaç, Rusya’yla savaşmak değil Rusya’yı caydırmak.

Sözün özü, ABD önderliğindeki dünya düzeninin sonuna gelindiği anlaşıldı. Anlaşılmayan, “ABD önderliği” olmayınca yahut ABD önderlikten kendiliğinden vazgeçtiğinde, ortada küresel bir düzen kalıp kalmayacağı. Kendi savunmasını küresel planlayıp, kuran biricik ülke de halen ABD. Ayrıca NATO içinde Soğuk Savaş’taki SSCB tehdidinin yerine Putin Rusyası tehdidinin ikame edilmesi güç olmamıştı. Oysa bu defa Trump ABD’si hem NATO’nun birleştirici değerlerine (bkz. Vance’in Münih konuşması) hem ortak tehdit algısına sırtını döndü.

“Avrupa sanayileri birliği” ve Türkiye için tarihi fırsat

Avrupa’nın yeni savunma mimarisinin tasarlanıp, kurulmasının ve ulusal savunma sanayilerinin zorunlu tümleşikleşmesinin Türkiye için tarihsel denilebilecek nitelikte bir öne sıçrama fırsatı yarattığı açık. Avrupa Birliği’ne kapak atmanın yolu “Avrupa savunma sanayileri birliği” üzerinden geçebilir. Fakat aynı resmin bir köşesine ötelenen gaz faturaları, S-400’ler ve Akkuyu nükleer santrali bir başka köşesine (örnek olarak) Baykar-Leonardo işbirliği nasıl yerleştirilir veya yerleştirilebilir mi, bu sorunun yanıtı yok. Yalnızca yerli ve milli islâmcılar takiyyeyi devletler arası ilişkilerde de geçer akçe sandıklarından yanıtı bildiklerini varsayıyorlar.     

AB üyeliğini üstelik stratejik bir öncelik olarak apansız anımsayan Erdoğan bu aralanan kapıdan karnemiz siyaseten, hukuken ve iktisaden böylesine perişan da olsa “fırsat bu fırsat” diyerek paldır küldür geçeceğini varsayıyor olmalı. Eğer doğruysa bu varsayımın geçerliliği tartışmalı ancak Ankara’nın eline ciddi bir kaldıraç kullanma olanağı geçtiği teslim edilmeli. Sürekli kaçınılan ve yoluna taş konulan -mecazen de olsa- “NATO’suz” yeni Avrupa savunma mimarisi şimdi Türkiye için tarihsel bir fırsata dönüşmüş durumda.