Son günlerin en güzel haberi, Yaren leyleğin, bu yıl da Uluabat Gölü’ne gelip balıkçı Adem Yılmaz’ın kayığına konmasıdır. Yaren leylek, bugünlerde yıldızı beklenmedik şekilde yükselen Türkiye’nin dünyadaki itibarını da artırdı.
AZERBAYCAN-ERMENİSTAN ANLAŞMASI
Yaren leylek kadar ilgi çekmese de ikinci olumlu haber, Azerbaycan ile Ermenistan’ın, bir ortak metin üzerinde anlaşmalarıdır. Henüz imzalanmamış, hatta Ermenistan anayasasında değişiklik koşuluna bağlanmış olsa da bu, ABDAB ve Rusya’nın tutumu nedeniyle barış ve istikrara kavuşamayan Kafkaslar için umut vericidir. Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı kazandığı askeri zaferin ve Paşinyan’ın diasporanın hegemonyasından kurtulmasının bu sonuçta payı olduğu kuşkusuz. Azerbaycan’ın zaferinde oynadığı rol Türkiye’nin bölgesel itibarını artırmıştır. Şimdi Türkiye, iki ülkeye daha çok ekonomik destek verebilir ve bundan kendisi de kazançlı çıkabilir. Bu gelişmenin “sözde soykırım” sorununa da olumlu bir katkısı olacaktır.
ARTAN İTİBARI AZALTMAK
Suriye’deki Alevi katliamının, iktidar tarafından, “Esad artıkları” olarak nitelendirilmesi ve Türkiye’nin etkisizleştirilmesi amacıyla ABD aracılığı ile imzalanan SDG-HTŞ anlaşmasının hemen arkasından, dışişleri ve savunma bakanları ile MİT müsteşarının bir kez daha terör örgütü lideri Şara’nın ayağına gitmeleri ise Türkiye’nin itibarını zedeleyen bir davranıştır. Bu tutum, Türkiye’nin üyeliği konusunda zaten gönülsüz olan AB’nin elini güçlendirecektir.
ABD VE AB’NİN TÜRKİYE KARŞITLIĞI
ABD’de daha birkaç ay önce, Türkiye’nin NATO üyeliğine son verilmesi; Avrupa grubundan, Ortadoğu ülkeleri grubuna alınması tartışılıyor, Senato’da önergeler veriliyordu. Türkiye F35 grubundan dışlanmış; ön ödemesi iade edilmemiş; Yunanistan’a verilen F35 fiyatına, modası geçmiş, F16 satın almaya mecbur edilmişti. Hâlâ da F16’ların teslimi geciktiriliyor, Türkiye’ye CAATSA yaptırımları uygulanıyor.
Türkiye vizenin kaldırılmasını beklerken AB vize başvurusu yapmak bile zorlaştırıldı. Eurofigther talebi sürüncemede bırakıldı. AB, Yunanistan ve GKRY’nin arkasında saf tuttu. Bırakın yıllar önce anlaşmaya varılmış olan AB ortaklık toplantılarına katılmayı, Türkiye, AB ve ABD (Quint) Suriye toplantısına bile çağrılmadı. Kanada, Türk savunma sanayisinin gözde ürünleri İHA ve SİHA’ların motorlarını vermeyi bir süreliğine durdurdu.
DÜŞMANLIK AŞKA DÖNÜŞTÜ!
Şimdi, her şey birden tersine döndü. Le Monde, Türk savunma sanayisini yere göğe koyamadı. Reuters, Avrupa savunmasında Türkiye’nin önemini vurgulamaya başladı. Ölçüyü kaçıranlar, Avrupa’ya sırt çeviren ABD’nin Avrupa savunmasında yol açacağı eksikliğin Türkiye tarafından doldurulacağını bile ileri sürdüler. Zelenski’nin Ankara’da kendiliğinden(!) ortaya attığı, Türk askerinin Ukrayna’da konuşlandırılması önerisi, başta İngiltere olmak üzere AB tarafından hemen benimsendi. Üstelik İngiltere bunu, stratejik ortağı ve akıl hocası olduğu ABD’nin, Ukrayna’ya NATO askeri gönderilmesine karşı tutumuna rağmen yaptı! Kimse, “Bu bir danışıklı dövüş olmasın?” demedi.
Türkiye aranan ülke oldu. Erdoğan, telekonferanslara ve Suriye konulu zirve toplantısına davet ediliyor. Trump’la telefonla görüşüyor. AB ülkelerinin cumhurbaşkanları, başbakanları, AB Komisyonu Başkanı von der Leyen Ankara’dan çıkmıyor. Bu tutum değişikliğinde, Dışişleri Bakanı Fidan’ın, “Avrupa savunması Türkiyesiz olmaz” sözleri ile Erdoğan’ın, Türk savunma sanayisinin Avrupa savunmasına yapabileceği katkıya dikkat çeken beyanının etkisinin olduğu da kuşkusuz. AB ve ABD, Türkiye’nin Ukrayna’ya asker gönderme hevesini körüklüyorlar.
AB ÜYELİĞİ HAYAL, RUSYA TEHLİKESİ GERÇEKTİR
Türkiye Ukrayna krizini, taraf olarak değil, Montrö Sözleşmesi’ni tarafsızlıkla uygulayarak en az zararla atlatmıştır. Avrupa savunması konusunda alınacak kararlarda söz sahibi olmadan, Ukrayna’ya, BM Barış Gücü dışında Türk askeri göndermek, Türkiye’nin Rusya ile karşı karşıya gelmesine yol açabilecek çok yanlış bir dış politika tercihi olacaktır. İç ve dış politikadaki eksiklikleri ve tutarsızlıkları, AB ülkelerinin kendilerine ve Avrupa değerlerine tehdit olarak gördükleri uygulamaları nedeniyle Türkiye’nin AB tam üyeliği hayaldir. Rusya’dan gelebilecek tehlike ise gerçektir.
Türkiye yine bir yol ayrımındadır. İç ve dış politikasını tek bir kişinin şahsi geleceği üzerine kurduğu anlaşılan iktidarın doğru yolu bulabileceği çok kuşkuludur.