İsmail Saymaz’a yurt dışı çıkış yasağı koyulmamış.
Daha beteri bir durum var.
Pasaportu iptal edilmiş.
Sorgusuz, sualsiz.
Akıl alır gibi değil.
İptalin nedeni İBB ile ilgili bir soruşturma.
İBB iştiraki olan Medya A.Ş. soruşturması.
Dün de yazdığım gibi, ülkenin AKP tarafından FETÖ’ye teslim edildiği dönemdeki soruşturmalar benzeri bir “gizli” soruşturma.
Suçlanıyorsunuz ama suçlamayı bilmiyorsunuz. Neyle suçlandığınız dahi söylenmiyor.
Bilmediğiniz bir suçlamadan ötürü fiili yaptırıma maruz kalıyorsunuz ama yaptırımın nedenini dahi size söylemiyorlar.
Suçlamayı bilmeyince savunma hakkınız da elinizden alınmış oluyor.
Herhangi bir hukuk devletinde olacak iş değil.
Peki bu Medya AŞ soruşturması neyin nesi!
Şirketin başındaki Murat Ongun, “Hodri meydan” diyor ve şirketin hesaplarının açık olduğunu, Sayıştay’ın ve bakanlıkların düzenli olarak burada denetim yaptığını vurguluyor.
“Gizli saklı bir şey yok” diye anlatıyor, “Her şey hukuka uygun, yasalara uygun” diyor.
Büyük ihtimalle doğru söylüyordur. Yasalara uygundur yaptıkları.
Ama 20 yıl kadar önce bir medya patronu ile yaptığım konuşma aklıma geliyor.
Yasalara uygun olan her şey etiğe de uygun mu!
Burası tartışmalı.
Tabii bunu tartışmak AKP’ye mi kaldı, o da ayrı mevzu.
Yıllardır kullandıkları yöntemler ortada.
Peki, Medya AŞ’ye yönelik suçlama ne!
Gizlilik kararı nedeniyle pek bir şey bilmiyor, öğrenemiyoruz ama sızıntılar olmuyor değil.
Duyduklarımız şunlar.
Bu firma aracılığıyla birtakım medya kuruluşlarına “reklam” ya da “prodüksiyon” bedeli altında para aktarıldığı, gazetecilere kurdukları şirketler üzerinden ödeme yapıldığı ve hatta paravan kuruluşlar aracılığıyla bazı medya şirketlerinin satın alındığı.
Soruşturmaya konu olan isimler arasında Ekrem İmamoğlu’nun, Murat Ongun’un yanı sıra başından beri İmamoğlu ile yol arkadaşlığı yapan Necati Özkan’ın ve belgesel yönetmeni ve prodüktör Cengiz Özkarabekir’in ve bir iki kişinin daha isimleri geçiyor.
Haklarındaki iddiaların tam içeriğini bilmiyoruz, bilsek de yazamıyoruz.
Ama bildiğimiz şu.
Bu iddiaların tümü AKP’li belediyeler için de geçerli.
Eğer buradan bir suç çıkarılacaksa, AKP’li belediyelerin tamamında aynı suç çok daha derin biçimde işleniyor demektir.
Bazı trollerin ve sosyal medya fenomenlerinin hesapları incelenirse burada olup bitenlerin yanında diğer tüm isnatlar çocuk oyuncağı kalır.
Kimse boşuna “Açın pencereleri, yakın kaloriferleri” demiyor.
Biliyoruz.
Dönemin aynası iki olay
Tam bu dönemi anlatan, bundan yüz yıl sonra “Yahu 2002 ile 2027 arasında sizin ülke nasıl bir yere dönüşmüştü” sorusuna cevaben, o gün bu memlekette yaşayanların anlatacağı üç olay peş peşe geldi.
İlki, Demre’den.
Rusların çokça ziyaret ettiği ve Noel Baba’nın kilisesi olarak bilinen St. Nicholas Kilisesi’ni korumak amacıyla yapılan çatının parçalarının bulunduğu depodan ufak ufak çalınmaya başladığını bekçiler fark eder.
Yapılan inceleme sonucunda 1500 yıllık kilisenin çatısının, Demre Müze Müdürü Nilüfer Sezgin tarafından çalındığı ve Sezgin’in yaptırmakta olduğu eve çatı olarak kullanıldığı ortaya çıkar.
Rezillik bununla da sınırlı değildir.
Demre Müze Müdürü Sezgin, evini de 1. derece SİT alanına yaptırmıştır.
Müze Müdürü çivi çakılması yasak olan alandaki arsayı bu nedenle ucuza aldıktan sonra yetkisi ve çevresini kullanarak arsasının bulunduğu alandaki imar uygulamasını değiştirmiş ve burada kendine ev yapmış, çatısını da antik kiliseden çalmış.
Bir diğer örnek yine Kızılay’dan. Hani şu çadır skandalıyla, çadır skandalını yapan başkanın kızının motosikletli bir genci öldürmesiyle ünlü Kızılay’dan.
Kahramanmaraş depremleri sonrası, ABD ve Japonya’dan iki firma, deprem bölgesinde kullanılmak üzere toplamda 860 bin euroluk bir yardımı Kızılay İstanbul Şubesi’nin hesabına gönderiyor.
Bu parayı alır almaz Ankara Merkez’e aktarması gereken şube yönetimi ne yapıyor; parayı tutuyor ve iddialara göre İstanbul Şubesi’ndeki tefrişata, lüks makam odalarının yapımına ve makam aracı alımına harcıyor.
Paranın nereye harcandığı konusu iddialara dayalı ama deprem bölgesine gönderilmediği ve depreme harcanmayıp İstanbul’da tutulduğu ve daha sonra da düşük bir kurdan bozdurulduğu kesin.
Üçüncü ise BDDK’dan.
Biliyorsunuz, Bank Pozitif’e, yasa dışı bahis parasıyla satın alındığı ortaya çıktığı için el koyuldu.
Bankanın sahibi olarak görünen Erkan Kork da tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Peki, BDDK Başkan Yardımcısı Mustafa Aydın’ın düğününü hatırlıyor musunuz!
Hani şu banka sahip ve yöneticilerinin davet edildiği ve takı takma yarışına girdiği düğün.
Düğünün videolarında, bahis parası ile banka almakla suçlanan Erkan Kork’un BDDK Başkan yardımcısının eşine pahalı takılar taktığı da ortaya çıkmış.
Peki, bu durumda bankaya el konduğuna göre takılara da el koyulacak mı!
Hiç zannetmiyorum.
Dediğim gibi, dönemin normali bu.
İlk olaydaki müze müdürünün partisini, ideolojisini, yaşam görüşünü falan hiç bilmiyorum.
İkinci olayda ise muhtemeldir ki, iktidarın fikirdaşı, büzükdeşidirler.
Üçüncü olayı ise konuşmaya bile gerek yok. Ahlaki olarak zaten yanlıştı şimdi katmerli rezillik olduğu ortaya çıktı.
Orası önemli değil.
Önemli olan, tüm bu edepsizliklerin, ahlaksızlıkların “Yeni Türkiye”nin normali olmasıdır.
Müze müdürü kendine emanet edilen kilisenin çatısını çalmakta bir beis, utanılacak bir yön görmüyor. SİT alanındayken aldığı araziyi SİT dışına çıkarıp üzerine kaçak ve yasak bina yapmayı, buranın çatısını kiliseden çalmayı son derece sıradan bir hak olarak kabul ediyor.
İhtimaldir ki, bununla suçlanması onun için çok şaşırtıcı olmuştur.
Çünkü ona göre ülkenin normali bu.
Keza, Kızılay yöneticilerinin durumu da farklı değil.
Onlara göre de yaptıkları normal.
Depreme parayı nasıl olsa birileri buluyordur. Onlar için kendi ihtiyaçları daha önemli. İstanbul Şube’nin havalı, şık dekorasyonlu olması, itibardan tasarruf yapılmamış olması daha değerli.
Diğeri ise izin verdiği bankanın sahibinden takı alıyor. Dahası, izin verilen banka kara para ile alınmış ve bu ortaya çıkıyor ancak iktidarın adamı olduğu belli olan BDDK Başkan yardımcısından kimse hesap bile sormayacak.
Bu üç olay, Türkiye’nin son 23 yılda nereden nereye geldiğinin göstergesi.
“Yeni Türkiye” dedikleri garabet anlayışın ete kemiğe bürünmüş hali.
Türkçemizde boşuna “Küçük kalkar, büyüğe bakar” dememişler.
Hürriyet’in hali, Türkiye’nin hali
Hürriyet gazetesi Formula 1’in içine etti dün.
Kendilerince F 1 sezonunun ilk yarışı olan Melbourne’ü ve Avustralya Grand Prix’sini haber yapıyorlar ama kullandıkları fotoğraflar ve verdikleri bilgiler tümden yanlış.
Fotoğraflardan biri, 2002 Avustralya Grand Prix’sinden, diğerleri 2009 İspanya, 2008 Singapur ve 2008 Monaco grand prix’lerinden.
Kaza yaptı dedikleri pilot Nico Rosberg 2016’dan beri yarışmıyor.
Yine pilot dedikleri Briatore ise pilot değil takım patronu, 75 yaşında. 28 yaşında bir mankenle evlenirken gelin arabasını Fernando Alonso’ya kullandıran, ünü manken Heidi Klum’dan bir çocuğu olan ve bir aralar bir başka manken Naomi Campbell ile sevgili olan bir kart zampara.
Ve bu da Türk medyasının eski amiral gemisinin mevcut hali.
Hürriyet’in nereden nereye geldiği önemli.
Çünkü bu aynı zamanda Türkiye’nin nereden nereye geldiğinin de göstergesi.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Kendi gözündeki merteği görmeyenler, elin gözündeki çöpten medet ummadığı zaman.