Giderek daha iyi anlıyoruz ki, iktidar ciddi bir açmazda, sonunu gördüğü bir çıkmazda. Tüm veriler bunu gösteriyor.
Bugün iktidarın yaratabildiği üç gündem var.
Üçü de pozitif değil.
Yurt dışında, çevremizde olan bitenlere müdahil olarak bunların Türkiye lehine gelişmeler olduğuna halkı inandırabilmek ve bunun için gerekirse 13 yıldır adını bile anmadığı Avrupa Birliği’nden bahsetmek.
İçeride ise, kendi yarattığı ekonomik krizi yine kendisinin çözebileceğine inandırmaya çalışmak ama sorumlu olarak sürekli piyasayı suçlayarak, o piyasayı aslında halkın oluşturduğunu anlamadan faturayı halka kesmek.
Ve son olarak da seçimlerde uzunca bir aradan sonra gerisinde kaldıkları partinin bunu başaran yönetimini eski yönetimle el ele vererek yıkmak ve en önemli siyasi rakip gördükleri siyasetçiyi de her türlü etik ve yasa dışı yöntemi kullanarak etkisiz hale getirmek.
Bu durumu biraz derbi maçını kaybedeceğini kesin olarak anlayan bir kulüp yönetiminin, rakibin en önemli golcüsüne sokakta otomobille çarparak onu maça çıkamaz hale getirmesine benzetiyorum.
Maçı kaybedeceğinden emin olan Galatasaray yönetiminin En Nesyri’yi maçtan önce otomobille sokakta yürürken sakatlaması ya da Fenerbahçe’nin aynı şeyi Osimhen’e yapması gibi bir durum.
Tabii bu arada tribün liderlerine yönelik de hamleler var.
İktidar elindeki imkanlarla tribün liderlerini ya transfer ediyor ve kendi formasını giydirmese de rakip tribünde çatlak sesler çıkmasını sağlamaya çalışıyor ya da maça girişlerine yasak getirmeye uğraşıyor.
Ne de olsa Federasyon kontrollerinde.
Ve burada CHP eski yönetiminin İmamoğlu’nu yıpratmak için çokça sarıldığı “İBB gazetecilere para dağıtıyor” cümlesinden hareket ediyor ve bu iddiaya dayanarak muhalif medyayı ve gazetecileri köşeye sıkıştırma niyetindeler.
Kendi yöntemlerine yakın olduğu için de muhtemelen bu iddianın gerçekliğine de inanıyor olabilirler. Çünkü yıllardır yaptıkları uygulama da paralel. Fikirleri “Biz yapıyorsak onlar da yapıyordur” olmalı.
İsmail Saymaz üzerinden yapmaya çalıştıkları şey tam da bu.
İsmail Saymaz’ın İmamoğlu’na destek verdiği ve hatta Halk TV’nin topyekun İmamoğlu’ndan yana bir yayın olduğuna inanmışlar ve sesini kesmeye çalışıyorlar.
Bunu da eski CHP yönetiminin 2023 seçimleri öncesi gündeme getirdiği iddialar üzerinden kotarıyorlar.
Tanıdığım İsmail Saymaz’ın böyle bir şey yapma ihtimalini sıfıra yakın görüyorum.
Geçen hafta sitem etmek için aradığında kendisi ile bu meseleyi de konuştuk.
Çirkin ithamlara öfkeli ama rahattı, “Hodri meydan” diyordu.
Ve dün kendisine yurt dışı çıkış yasağı koyulduğunu çok tatsız bir biçimde pasaport kuyruğunda öğrendi.
Üstelik de hakkında pek çok soruşturma ve dava olduğunu biliyordu ve buna rağmen üç gün önce yurt dışından geri gelmişti.
Koyulan yasağın nedeni Medya AŞ soruşturması imiş.
Ancak suçlandığı dosyayı göremiyor bile çünkü gizlilik kararı varmış.
Suçlanıyorsunuz, yargılanmadan cezalandırılıyorsunuz ama suçunuzu bilemiyorsunuz.
Aslında tam FETÖ yöntemi.
Kendi öldü ama yöntemleri yaşıyor.
Sakın yanlış anlamayın.
Kimse yargılanmasın, soruşturma yapılmasın demiyorum.
Ama gizlilik kararı rezalettir.
Açılmamış bir davadan ötürü, insanların haberi bile olmadan yurt dışı çıkış yasağı koyulması, adli kontrol tedbiri uygulanması ne ahlakidir ne de hukuki.
Neyle suçlandığınızı dahi öğrenememeniz kabul edilebilir bir yargı uygulaması hiç değildir.
Bu yöntem Türkiye’de 2007-2016 arasında denenmiş ve deneyenler daha sonra “Rabbim bizi affetsin” demek zorunda kalmıştır.
Aynı hatayı sürekli tekrarlayıp, her seferinde af istemek de pek hoş değildir.
İmamoğlu’na emsal Abidin Pişgin kararı
İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi yolunda “emir” verildiğini, YÖK yönetiminin geçen hafta sonunda İstanbul Üniversitesi yönetimi ile toplantı yaparak bu talimatı ilettiğini geçen hafta yazdım.
Bu kararın yanlış olacağını bilen İşletme Fakültesi dekanı onurlu bir şekilde istifa etti.
Üniversite yönetimi ise birkaç ay önce “Hiçbir yanlışlık yoktur” dediği diploma ile ilgili şimdi baskı sonucu farklı bir karar mı verecek göreceğiz.
Geçen hafta bana gelen bilgi diplomanın iptal edileceği yolunda idi ve bunu da yazdım.
Aynı şeyi önceki gün iktidarın gazetecileri de söyleyince daha ciddiye alındı.
Haklılar.
Benimki duyumdu.
Onlarınki ise “Bunu açıklayın” diye verilmiş kesin bilgidir muhtemelen.
Peki, İmamoğlu’nun diplomasının siyasi emir komuta zinciri içinde gayrı hukuki biçimde iptal edilmesi İmamoğlu için son mu!
Güldürmeyin beni.
“Muhtar bile olamaz” denilen adamın, ki hukuki durum gerçekten oydu, binlerce muhtarı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde topladığı ve 23 senedir yönettiği bir ülkede yaşıyoruz.
Bu işler kendini güçlü zannedenlerin verdiği emirlerle olmuyor.
İstanbul Üniversitesi yönetimi, aldığı emirle daha önce verdiği kararı yok sayacak ve tükürdüğünü yalayarak diplomanın iptali yönünde karar alırsa İmamoğlu yargıya başvuracaktır.
Peki, yargı ne yapacak!
Yargının önünde “içtihat” diye bir yöntem var.
Yani benzer durumlarda yargının aldığı kararlar ve uygulamalar.
Peki böyle bir içtihat mevcut mu!
Elbette mevcut.
Merak etmeyin.
Darbe girişiminin Genelkurmay Başkanı ve sonrasının Milli Savunma Bakanı’nın kızının usulsüzce tıp fakültesine geçişini anlatmayacağım.
O zaten malumunuz.
Bu başka ve yargı kararı ile kesinleşmiş bir olay.
Bir öğrenci, Gürcistan’daki bir üniversiteden Türkiye’deki bir üniversiteye geçiş yaparak doktora eğitimini tamamlıyor.
Daha sonra Gürcistan’daki üniversitenin yatay geçiş niteliklerine uymadığı gerekçesi ile doktorası iptal ediliyor.
Öğrenci yargı yoluna başvuruyor.
En sonunda konu 2018’de 16.781 başvuru numarasıyla Anayasa Mahkemesi’nin önüne gidiyor.
Anayasa Mahkemesi 18.10.2023 tarih ve 20.02.2024-32466 sayılı kararı ile iptalin hukuk dışı olduğuna karar veriyor ve başvuran Abidin Pişgin’i haklı buluyor.
Diploması ve tüm hakları kendisine iade ediliyor, dahası devlet ödemediği maaşları da faiziyle ödemek zorunda kalıyor.
Yani anlayacağınız İmamoğlu’na yapılan şeyin hukuksuz olduğu çok açık.
Zaten iktidar da bunun yargıdan döneceğini biliyor ve yargı karar verinceye kadar seçimin yapılıp biteceğini, iktidarın çok sevdiği tabirle “atı alanın Üsküdar’ı geçeceğini” düşünüyor.
Ayrıca AKP iktidarının Anayasa Mahkemesi kararları ile ilgili tavrı da ortada.
Beğenmez ise uygulamıyor.
NOT: Bu kararı bulup çıkartan sevgili avukatım Rezzan Aydınoğlu’na da ayrıca teşekkürler.
Zenginlere Trump faturası
Trump, ABD’yi yeniden büyük yapmak için geldi ve cahil ABD halkı da buna inandı.
Ancak ilk sonuçlar öyle görünmüyor.
Trump’ın anti demokratik tavrı her zaman olduğu gibi önce ekonomiyi etkilemeye başladı ve ABD ekonomisi yanlış kararlar nedeniyle durma noktasına geldi.
ABD’de enflasyon beklentisi artıyor. Piyasada müthiş bir durgunluk var, gümrük vergisi kararları fiyatlarda tırmanma eğilimini getirdi bile.
ABD’li zenginler ise korku ile Trump’ın önünde tersten eğilmiş durumdalar.
Fakat bu onlara pek hayırlı sonuçlar getirmiyor.
Yayınlanan bir istatistik, dev şirketlerin patronlarının Trump’ın yemin töreninden bu yana ne kadar zarar ettiğini gösteriyor.
Buna göre META’nın sahibi Mark Zuckerberg’in serveti o günden bu yana 5 milyar dolar azaldı.
Alphabet’in sahibi Sergey Brin’in kaybı ise 22 milyar dolar.
Amazon’ın patronu Jeff Bezos, sahibi olduğu Washington Post’u Sabah Gazetesine çevirdi ama bu onu servetinin 29 milyar dolar erimesinden koruyamadı.
Ve Tesla’nın patronu iğrenç Elon Musk’ın servetindeki erime ise tam tamına 148 milyar dolar.
Yani görüyoruz ki, ne kadar demokrasi, ne kadar hukuk, ne kadar özgürlük o kadar zenginlik.
Çin modeli, Çin modeli diyenler, o modelin Çin’e mahsus olduğunu da unutmasınlar.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Fakirin dik durduğu yerde zengin boyun eğmediği zaman.