İletişimde Trump, Zelenski, İmamoğlu çizgisi…

Allah selamet versin, Marka ajansının kurucu ve yöneticisi Hulusi Derici’nin o esprili yaklaşımıyla bazı meslekleri tanımlamasını hiç unutamam… “Sonunda ci-cu, çi-çu gibi ekler gelen mesleklerin diğerlerine oranla pek itibarı yoktur!” der ve devam ederdi; “Reklamcı, PR’cı, Tesisatçı, Ocakçı, Malzemeci şeklinde ifade edilen meslekleri düşün, bir de Mühendis, Hekim, Avukat, Subay dediklerinin algılanmasını… Hemen anlayacaksın aradaki farkı…”

Nitekim, bakın çevrenize, önüne gelen “iletişimci”… Herkesin konu hakkında bir fikri ve bu fikri ortalık yerde söyleyecek cesareti mutlaka var… ‘Cin fikirlilik’ maharet sayılıyor… “Ben reklam filmi çekemem, şu firmanın iletişimini yönetemem” diyene rastlamak olası değil. “Çok prezantablım, insanlarla kolay ilişki kurarım o nedenle benden çok iyi PR’cı olur” diye düşünenlerin sayısı hiç de az değil…

Ortalıktaki bilgi kirliliği ve kötü örnekler yüzünden kafası karışmış, nereden başlayacağını bir türlü kestiremeyenler için bir kez daha tekrarlamak faydalı olabilir… Bir kurumun, markanın iletişimi 5 düzlemde yönetilmelidir… Kurumsal Performans, Ürün/Hizmet Performansı, Gündem Belirleme, Konu Yönetimi, Lider İletişimi…

Yani, bu 5 başlığın altını layıkıyla dolduruyor, zamanlamayı, yoğunluğu, ses tonunu doğru ayarlıyor, hepsini markanızın varoluş nedenine uygun tasarlıyor, belli aralıklarla nereden nereye gelindiğini ölçüyor ve planı bu sonuçlara göre yeniden ele alıyor ve uyguluyorsanız doğru yoldasınız demektir… Bir başka deyişle, “İletişimin yaptım oldu” türü değil, stratejik bir planlama ve yönetim süreci gerektiren karmaşık ve uzun vadeli bir iş olduğunu benimseyenler bu süreçten olumlu sonuçlar bekleyebilirler… Diğerleri dikkat etmeli, yoksa adları deliye çıkarken hüsran kaçınılmaz olur…

Buraya kadar ifade etmeye çalıştıklarımız, insanlık tarihi kadar eski ilişki ve iletişim pratiklerinden yola çıkılarak oluşturulmuş kuramların geldiği noktaya işaret ediyor… Ancak şu sıra öyle iletişim pratikleri ile karşı karşıyayız ki; o uygulamalarda yakalanan sansasyon düzeyine kapılıp kuramı tamamen unutmak mümkün…

Üslupları birbirine benzeyen üç siyasetçiden söz ediyoruz… Trump, Zelenski ve tabii ki bizim İmamoğlu… Kuram neyin yapılmamasını vazediyorsa, hepsini yapan bu üçlüyü yakından izlemekte yarar var… Ya bunlar, kısa vadede aldıkları yolun bir anda bitiverdiğini görecekler, ya da biz emek zahmet yazdığımız iletişim kitaplarını Taksim Meydanı’nda cayır cayır yakacağız…

Her krizden fırsat çıkmaz

Size bu başlık sıradan gelebilir… Oysa krizden fırsat çıkacağına inanan ‘iletişimcilerin’ sayısı hiç de az değildir… Konuya yaklaşırken şu meşhur Çince ifade biçiminden de dem vururlar. Neymiş? Çince kriz sözcüğü ile fırsat sözcüğü arasında bağ varmış. Çince kriz anlamına gelen “weiji” kelimesi, tek başına “tehlike” anlamına gelen “wei” ve “fırsat” anlamına gelen “ji” kelimelerinden oluşuyormuş.

Şu son Flash TV, Pozitif Bank, Pay Fix ve bağlı 50’den fazla şirketin mal varlıklarına (6 milyar 900 bin Lira dahil) el konulduğu, başta işin lideri Erkan Kork olmak üzere 40 kişinin göz altına alınması, yasa dışı kumar oynatarak kara para akladıkları suçlamalarıyla karşı karşıya kalınmasına neden olan son operasyondan, hadi gelin de bu kişi ve firmalar adına fırsat çıkarın …

Oysa ‘Business Communication’ (iş iletişimi) çerçevesinde ciddi bir ısı kalkanı, korunma ve önlem (prevansiyon) stratejisi uygulanabilseydi, belki yasal çerçevede kalınabilir ve bu hâllere düşülmesi engellenebilirdi… Bundan sonra bu durumdan ne fırsat çıkar, ne de hasarsız bir sonuç…

Dijital’in de çevreye zararı büyük

Medya satın alma platformu Adform’un iş ortağı Scope3’ün verilerine dayanarak yaptığı araştırmaya göre; fiziksel bir üretim veya lojistik gerektirmeyen dijital reklamcılığın çevreye etkisinin düşük olduğu düşünülse de hakikat pek de öyle değilmiş…

Reklam kampanyaları, veri merkezleri, sunucular ve kullanıcı cihazlarının tükettiği elektrik nedeniyle yüksek miktarda emisyona yol açıyormuş. Programatik reklamcılık ve yapay zekânın sunduğu verimlilik, reklamların hızını ve etkinliğini artırırken, aynı zamanda enerji tüketimini ve karbon salınımını da yükseltiyormuş.

Bunun sonucunda araştırmalara göre, dijital reklamcılık her yıl yaklaşık 7,2 milyon ton CO2 emisyonuna neden oluyormuş. Bu emisyonların büyük bir kısmı, optimize edilmemiş programatik satın alma süreçleri ve gereksiz reklam gösterimleriyle doğrudan bağlantılıymış.

Karbon salımı malum, iklim krizinin en önemli nedenlerinden… Buna karşın teşvik edilen en büyük önlemlerden biri ‘dijitalleşme’… Ancak rakamlar ortada… Dijitalleşme de tek başına kurtarıcı olamıyor…

Bir şey yapmalı!..

Areda Piar’ın Türkiye genelindeki araştırmasına göre; halkın yüzde 96,1’i Ramazan ayında restoranların iftar menüsünde fırsatçılık yaptığını düşünüyor. Yüzde doksan altı!.. Lafı dolandırmayalım, herkes, hatta restoran sahipleri bile böyle düşünüyor dersek abartmış olmayız…

Yine araştırmaya göre yüzde 68, artan fiyatlar nedeniyle dışarıda iftar yapmayı düşünmezken, yüzde 73,7’nin restoran seçimindeki kriteri fiyat uygunluğuymuş. Yüzde 78,6’sı ise Ramazan’a özel menüleri gösterişli ve israfa yol açan içerikler olarak değerlendiren halkın en büyük beklentisi daha ekonomik menüler imiş...

Rakamlar, oranlar o kadar yüksek ki durumun vahameti inkâr edilemeyecek boyutlarda… Bu durumun yeni olduğunu da sanmıyoruz… Fahiş restoran fiyatları, israf ve bu konudaki sokak röportajları yıllardır her Ramazan ayında TV haberlerinin değişmeyen konusudur…

İsraftan girip ücretlerden çıkan bu konu o kadar geniş ki hem manevi hem de maddi boyutta yönetilmeye ihtiyacı var…