SDG’nin Suriye ordusuna katılması üzerine 10 Mart’ta açıklanan anlaşmanın ABD’nin arabuluculuğuyla sağlandığı, Ankara’nın ikincil rol oynadığı ortaya çıkıyor. Ankara buna rağmen anlaşmaya “ihtiyatlı iyimserlik” içinde olduğunu söyleyerek kendisini bağlamak istemiyor; anlaşmanın hem Ahmed Şara yönetimi hem de SDG tarafından uygulanıp uygulanmayacağına bakacağını söylüyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Suriye’nin terörden arındırılmasına yönelik her türlü çabayı doğru yönde atılmış bir adım” görerek genel çerçeveye destek verse de “mutabakatın eksiksiz uygulanmasına” yaptığı vurgu da bunu gösteriyor.
Ankara’nın “uygulamaya bakarız” diyerek şartlı destek verdiği Ahmed Şara ve Mazlum Abdi imzalı anlaşmaya dair yanıt arayacağı sorular var.
SDG: ABD kurdurttu, ABD bitirdi
Önce anlaşmanın Ankara tarafından olumlu bulunan yönlerini sıralayalım:
1- Suriye’de Türkiye ve Irak sınırlarında (Rojava) özerk, ya da bağımsız bir Kürt devleti kurma girişimi sonuçsuz kalmış görünmektedir. Mazlum Abdi, anlaşma ardından Londra’da Arapça yayınlanan El Mecelle gazetesine verdiği mülakatta “Suriye’nin toprak bütünlüğü, Suriye’de tek bir ordunun, tek bir devletin, tek bir başkentin ve tek bir bayrağın olması gerektiği” üzerine Şara ile mutabık kaldıklarını söyledi.
2- Aynı mülakattan yola çıkıp “tek ordu, tek bayrak” vurgusuyla SDG’nin de varlığına son vereceğini anlıyoruz. SDG bundan on yıl önce, 2015’te kağıt üzerinde PKK ve onun Suriye uzantıları PYD/YPG ile işbirliği yapmıyor görünmek için ABD Özel Kuvvetleri tarafından kurdurulmuştu. Şimdi yine ABD’nin girişimiyle dağıtıldığına tanık oluyoruz.
Özetle, Suriye’de PKK etkisinde bir Kürt devleti kurulmaması ve SDG’nin kendini lağvedip Suriye ordusuna katılması Ankara açısından bardağın dolu tarafındaki gelişmeler.
ABD’nin mekik diplomasisi
Anlaşmaya giden gelişmeler zincirinde ABD Merkezi Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Michael ‘Erik’ Kurilla’nın özel rolü olduğu görülüyor.
Kurilla, 26 Şubat-2 Mart arasında Mısır, Ürdün, İsrail ve Suriye’de temaslarda bulunmuş. Sonra 4 Mart’ta, Mazlum Abdi ile birlikte Türkiye ve Irak sınırı yakınlarında DEAŞ (IŞİD) militanları ve ailelerinin tutulduğu El Hol ve diğer kamplarda incelemelerde bulunmuş. Ertesi gün, 5-6 Mart’ta Kurilla’yı yeniden İsrail’de görüyoruz, 6-7 Mart Ürdün, 7-8 Mart’ta da Suudi Arabistan’da. 9 Mart’ta Abdi ile yeniden görüşüyor ve Abdi bir Amerikan hava taşıtıyla Şam’a uçuruluyor.
Kurilla’nın temaslarında sadece SDG konuşulmamış olduğunu çıkarmak mümkün; ilk tur temaslarında Gazze ve ikinci tur temaslarda Lazkiye’de sivil Alevilerin öldürülmesi konularının da görüşüldüğü anlaşılıyor.
9 Mart’ta Türkiye, Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnan dışişleri ve savunma bakanlarıyla istihbarat başkanları Amman’da toplantı halinde DEAŞ’a karşı mücadeleyi konuşuyorlardı. Lazkiye’de sivil Alevilerin öldürülmesini Dışişleri Bakanı Hakan Fidan gündeme taşınmıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Şara yönetimine bütün unsurları kapsayıcı olması telkininde bulunduklarını açıklamıştı.
Ancak Ankara’da Şara-Abdi anlaşmasından bahis yoktu.
Öcalan’ın mektubu
SDG’nin Şam Sorumlusu Ali Rahmun, Rudaw’a anlaşmaya aslında 9 Mart’ta (Lazkiye olayları devam ederken) varılıp 10 Mart’ta (Lazkiye olayları durulunca) açıklandığını söylerken, temasların bir buçuk ay önce başladığını da vurguluyor.
Kurilla’nın mekik diplomasine başladığı Şubat sonundan bir buçuk ay kadar geriye gidince karşımıza ABD Dışişleri Müsteşarı John Bass’ın 9-11 Ocak Türkiye ve 11-13 Ocak Suudi Arabistan temasları çıkıyor; konu Suriye’dir.
22 Ocak’ta DEM Parti heyeti PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan’la ikinci görüşmesini yapıyor. Bu görüşme ardından Öcalan’ın PKK’nın Kandil, Avrupa ve Rojava’daki örgütlenmelerine üç ayrı mektup gönderdiği haberleri 17 Şubat’ta DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan tarafından doğrulanıyor.
DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan, T24 mülakatında Cansu Çamlıbel’e mektupların içeriğinden haberdar olmadıklarını, ama muhtemelen devletin içeriğini bildiğini söylüyor.
DEM’in 27 Şubat’taki üçüncü ziyareti ardından Öcalan’ın (tam da MHP lideri Devlet Bahçeli’nin önerdiği sözcüklerle) PKK’ya silah bırakma ve kendini fesih çağrısı yapıyor.
Öcalan’ın Rojava’ya Ankara’nın bilgisi altında gönderdiği mektubun Şam-SDG anlaşmasında payı olduğu görülüyor.
Ankara’nın yanıt aradığı sorular
1- SDG Suriye ordusuna nasıl katılacak? Daha önce İran yanlısı Haşdi Şaabi güçlerinin Irak ordusuna katılım kararının sadece eklemlenme olduğu, kendi emir-komuta zincirlerini koruduğu anlaşılmıştı.
2- Anlaşmanın 6’ıncı maddesinde devrik Esad rejiminin yeniden canlanması ve ismi anılmadan selefi hareketlere karşı mücadelenin “destekleneceği” söyleniyor. Bir yandan tek ordu deyip diğer yandan dış unsur gibi destekten söz etmek çelişkili görünüyor.
3- SDG içinde Suriyeli olmayanlar ne olacak, nereye gidecek? Mecelle mülakatında Abdi, bu “Kürt kardeşlerin” sayısının binler değil, yüzler düzeyinde olduğu, kendi ülkelerine dönebileceklerini söylüyor; bu da Irak ve Türkiye anlamına geliyor.
4- Anlaşma açık bir şekilde SDG kontrolündeki askeri ve sivil kurumların, sınır kapılarının, havaalanlarının, petrol ve gaz yataklarının Suriye hükümeti denetimine geçeceğini söylüyor. Ancak daha anlaşmanın mürekkebi kurumadan SDG sözcülerinden bunun söz konusu olmayacağı yolunda açıklamalar geliyor. Sınır kapıları güvenlik açısından özellikle önemli
Ankara’nın ikincil rol üstlendiği ancak ABD’nin arabuluculuğuyla sağlanan anlaşmaya “eksiksiz uygulanması” şartıyla destek vermesinin başlıca nedenleri bunlar.
ABD askeri harekatla korkutmuş
Öte yandan ABD’nin SDG yönetimini bu anlaşmaya ikna etmesinde asli faktörün Türkiye’nin Suriye’de PKK ve YPG’yi hedef alacak yeni bir askerî harekâtla korkutması olduğu da Abdi’nin mecelle mülakatından anlıyoruz. ABD SDG’ye Şam’la anlaşmanız Türkiye’nin 2019 anlaşmasına uymasını sağlar demiş.
Yani hem ABD hem Suriye hem de SDG bu anlaşmayla Türkiye’nin Suriye’ye yeni bir askeri harekât ihtimalinin ortadan kalktığını kabul ediyor; “mutabakatın eksiksiz uygulanması” şartı burada da önem taşıyor.
Ajanslarda Kurilla’nın şimdi de İsrail ve Lübnan yetkilileri arasında arabuluculuk yaptığı haberleri var.
Bütün bunlar ABD Başkanı Donald Trump’ın, Jor Biden’ın Afganistan’da yaptığı gibi yapmayıp, bölgede katkısı olan çevre kirliliğini temizleyerek çekileceği işaretleri olabilir. Ama bu kanıya varmak için henüz erken.