Şişli kaymakamlığının 9-11 Mart günlerinde ilçede gösteri yürüyüşlerini yasaklamasına çoğu kişi önce bir anlam veremedi. Sonra anlaşıldı. Suriye’nin İstanbul Başkonsolosluğu Şişli’deydi ve Türkiye’deki Alevi kuruluşları Suriye’deki Aleviler ile dayanışma için protesto yürüyüşü düzenlemişlerdi. “Suriye’de Aleviler katlediliyor” haberleri Türkiye’de yeni bir gerilim ekseni tetiklemiş görünüyordu.
Ajans haberlerine göre Suriye’de son birkaç günde binden fazla kişinin öldürüldüğü olaylar 6 Mart’ta Akdeniz kıyısında Lazkiye’de kurulan pusularla Suriye güvenlik güçlerinin 15 üyesinin öldürülmesiyle başladı. Bunun üzerine Alevi-Nusayri toplumun yoğun yaşadığı Lazkiye, Tartus gibi şehirlerde güvenlik operasyonlarıyla birlikte “Aleviler katlediliyor” haberleri yayıldı.
Sadece bir olayda 52 Alevi erkeğin kurşuna dizildiği iddia ediliyordu. İngiltere merkezli Suriye İnsan hakları Gözlem (SOHR) grubu öldürülenlerden 745’inin sivil ve çoğunun da yakın mesafeden ateşle öldürüldüğünü öne sürüyordu. Sosyal medyada Lazkiye’den geldiği bildirilen korkunç görüntüler dolaşıyordu. Bu da 1978 Kahramanmaraş, 1993 Sivas gibi Alevilere yönelik katliam mazisi olan Türkiye’de yankı buluyordu.
CHP-MİT görüşmesi
CHP lideri Özgür Özel, “gerilimli saatler sürerken” MİT Başkanı İbrahim Kalın’ı arayıp neler olduğunu sormuş. (Diyalog ortamı hala yaşıyor yani.)
“Kapsamlı bir bilgilendirme yaptı” diyor, Cumhuriyet gazetesine açıklamasında: “Orada bir Alevi katliamı varmış gibi bir durumun Suriye’ye de Türkiye’ye de çok zarar vereceğini konuştuk. Ben durumdan duyduğumuz rahatsızlığı ve Alevilerin korunması için her şeyi yapmamız gerektiğini söyledim. O da sivillere hassasiyet gösterilmesi konusunda uyarı yaptıklarını anlattı.”
Görüşme Ankara’nın konuya verdiği önemi gösteriyor.
Bu görüşmenin ardından Özel’in Suriye sınırına, Hatay’a 10 kişilik bir heyet göndermesi ve CHP’nin (ailesinin Hatay bağları bulunan) diplomat kökenli İstanbul Milletvekili Namık Tan’ın “X” hesabından yaptığı açıklaması da olayların Türkiye’ye yayılmasını önleme kaygısı güdüyordu.
Fidan Ürdün’de gündeme getirdi
Tan şunları yazdı:
• “Henüz Suriye’de tüm Arap Alevilere karşı toptan bir katliamın başladığını, ayrımcılığın bir devlet politikası olarak benimsendiğini, bundan sonra yeni bir iç savaşın patlak vermesinin kaçınılmaz olacağını iddia etmek için erken.
• “Bununla birlikte, yeni rejim doğru yaklaşımı ortaya koyamadığı takdirde Arap Aleviler, Dürziler ve Kürtler başta olmak üzere farklı yangınların tutuşacağını öngörmek için de ne uzman ne kâhin olmaya gerek var”
Bu görüşme Kalın’ın 9 Mart’ta Ürdün’de katıldığı üst düzey güvenlik toplantısı öncesinde yapılmış. Ürdün toplantısı, Türkiye’nin önerisiyle Aralık ayında oluşturulan Suriye ve komşularının dışişleri, savunma bakanları ve istihbarat başkanları arasında kurulmuş DEAŞ (IŞİD) ile mücadele grubunun toplantısıydı.
Milli Savunma Bakanı Güler, Dışişleri Bakanı Fidan ve MİT Başkanı Kalın, Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnanlı muhataplarıyla güvenlik toplantısında. (Foto: X/Dışişleri)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bu toplantı sonrasında “Alevi, Hıristiyan, Dürzi, Nusayri bütün kardeşlerimizin” Suriye’de sağlanmaya çalışılan ulusal bütünlüğü bozma amaçlı kışkırtmalardan uzak durmasını istedi. Suriye hükümetini de uyanık olup bu kışkırtmaların önünü kesmeye çağırdı.
Ankara muhalefet ve iktidarıyla diken üstünde.
Şara: bekliyorduk
Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, bakanları Amman’dayken 9 Mart’ta Şam’da bir camide yaptığı konuşmada bunların “beklenen sınamalar” olduğunu söyledi. Eski rejimin kalıntılarını suçladı ve hem bunların hem de -Birleşmiş Milletlerin uyarısı üzerine- sivilleri öldürenlerin saptanması için bir komisyon oluşturulduğunu söyledi.
Olayların öncesinde askerler evlerdeki silahları topluyordu. Aleviler bunu muhtemel saldırılar karşısında kendilerini savunma imkânlarının ellerinden alınması olarak görüyorlardı.
İç savaş öncesi ve başlarında Türkiye’nin Şam Büyükelçisi olan Ömer Önhon, “Suriye’de şiddet: arkasında kim var, nereye gidiyor?” başlıklı yazısında, Suriye’deki kaynaklarına dayanarak olayların arkasında iki temel neden olduğunu aktarıyordu:
1- Bazıları HTŞ bünyesinde, bazıları dışında olan selefi militanlar, salt mezhep düşmanlığı ve intikam dürtüleriyle Alevi-Nusayrileri taciz ediyor, ölümcül saldırılar düzenliyordu.
2- Baas rejimi ordusundaki bazı Alevi-Nusayri asker ve subaylar Esad düştükten sonra Suriye’nin diğer bölgelerinden kıyı bölgelere dönüp silahlı direniş birlikleri kurmuşlardı.
Olan intikam kurbanı sivillere olmuş.
İsrail, İran, ABD, PKK
Ankara, birbirine düşman olan İran ve İsrail’in, Suriye’deki mevcut rejimin çökmesi, tercihan Suriye’nin parçalanması için ayrı ayrı ama aynı değirmene su taşıdığına inanıyor. Her iki ülke Esad rejiminin devrilmesiyle Türkiye’nin etkisinin artmasından da rahatsız.
Suriye’nin parçalanması hem İsrail hem İran’ın işine geliyor. Elbette kurucusu Öcalan’ın “silah bırakma ve kendini fesih” çağrısı yaptığı PKK ve PKK’nın Suriye örgütlenmesinin de.
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, “X” mesajında “yabancı cihatçılar dahil İslamcı teröristlerin” saldırısını kınarken ABD’nin Hristiyanlar, Dürziler, Aleviler ve Kürtler gibi etnik ve dini azınlıkların yanında olduğunu vurguladı.
“Yabancı cihatçılar vurgusu dikkat çekici. Suriye’den iyi haber alan gazeteci İsmet Özçelik de Aydınlık’taki yazısında, Alevilere asıl “acımasızca” saldıranların, “Şara’nın da söz geçirmekte zorlandığı” Çeçen, Uygur, Özbek, Tacik selefi mücahitler olduğunu öne sürüyordu.
Fidan konuşmasında Şara hükümetinin “uzlaşmacı” tavrının Suriye’de karışıklık bekleyen birçok bölge ve bölge dışı aktörün aslında hevesini kursağında bıraktığını” söylese de durum hala fazlasıyla kırılgan.