Dünya, Varşova Paktı ve SSCB’nin dağılması sonrasından daha büyük bir değişimin eşiğinde görünüyor. Böyle dönemler hem büyük riskler taşır hem büyük fırsatlar yaratır. Gelişmeleri doğru okuyabilen ve bunlara hiç değilse bir ölçüde hazır olan devletler fırsatlardan yararlanabilirken böyle olmayanlar ağır bedel öderler.
ABD’NİN YANLIŞLARI
Bu büyük değişikliğin başaktörü ABD, 2000’li yılların ortalarına kadar izlenen, Rusya ile işbirliği, Rusya’nın uluslararası toplumla bütünleştirilmesi politikasını terk ederek dünya için büyük bir fırsatı heba etmiştir.
Şimdi ise ABD, Trump’la, Rusya ile fikir ve eylem birliği içine girerek NATO’nun Avrupalı ortaklarını ortada bırakabileceği izlenimi vermektedir. Bu gelişme, ABD’nin “tek süper güç” politikasının sürdürülebilir olmadığını görmesine ve Rusya ile en azından “bir arada yaşama” düşüncesine dönmesine bağlanabilir. Böyle ise bunun için Afganistan, Irak, Libya hatta Suriye’den, o ülkeleri de yıkarak geri çekilmek; Avrupa ile ayrışmak mı gerekiyordu? Başka bir deyişle, bugün ABD’nin eli, NATO’ya rağmen Gürcistan’da, Ukrayna’da hatta Suriye’de, toprak talepleri dahil istediklerini bir ölçüde de olsa gerçekleştirmiş bir Rusya karşısında, 1990’lara oranla daha mı güçlüdür? Son gelişmeler böyle olmadığına işaret etmektedir.
ABD’nin tutumunu, Rusya’yı Çin’den ayırmak politikasına bağlamanın doğru olmayacağı, tarihe bakıldığında hemen görülebilir. Rusya’nın, Çin ile ilişkilerini -bu yazının çerçevesini çok aşacağı için girmeyeceğim nedenlerle- hiçbir şekilde tehlikeye atmayacağından kuşku duyulmamalıdır. Üstelik Rusya’nın bu riski almasını gerektirecek bir durum da yoktur.
AVRUPA’NIN AÇMAZI
Yugoslavya dağılırken, Viyana, AGİK’teki ABD temsilcisi, “Avrupalılar! Başınızı belaya sokuyor sonra da bizim gelip sizi kurtarmamızı bekliyorsunuz. Bu defa gelmeyeceğiz!” demişti. ABD sonunda mecbur kalıp, savaşa müdahale edinceye kadar Avrupalılar yüz binlerce Boşnak’ın katline yol açmışlardı. ABD Avrupa’ya yine, bu kez Ukrayna üzerinden aynı mesajı veriyor. Üstelik Ukrayna’nın asıl vebalinin ABD’nin boynunda olduğunu unutarak. (Trump ve Vance’ın Zelenski’ye, Hitler’in Avusturya Başbakanı Schuschnigg’e 12 Şubat 1938’de Berchtesgaden’de yaptığı gibi terbiyesiz, saldırgan, küstah davranışlarının kabul edilebilir yönü yoktur. Önünde Kırım örneği de varken ABD ve AB’nin oyununa gelip, ülkesini ve halkını perişan ettiği için savunulacak yanı olmamasına karşın, Zelenski’nin, bu ikili karşısındaki soğukkanlı, dik duruşu ise unutulmayacaktır.)
ABD’nin bu mesajı ve Rusya ile içine girdiği “ortaklık”, İsveç ve Finlandiya’yı NATO’ya alarak, Ukrayna’yı kışkırtarak Rusya ile arasındaki tampon bölgeleri de ortadan kaldıran Avrupa’yı telaşa ve endişeye sevk etmiş görünüyor. Avrupa’nın, Oval Ofis olayından sonra Zelenski’ye sahip çıkması, esas itibarıyla ABD’ye, bir yandan da Rusya’ya açık bir mesajdır. Avrupa, “Biz Rusya’nın, Avrupa’nın bir bölümüne tekrar el koymasına direneceğiz” diyor. Bunu derken ABD’nin önünde sonunda Avrupa’nın yardımına geleceğini düşünüyor da olabilir. Gerçekçi olmak gerekirse Avrupa’nın savunması Türkiyesiz olmazsa ABD’siz hiç olamaz. Neredeyse 50 yıldır gerçekleştirmeyi başaramadıkları, Avrupa savunma sistemini ve gücünü hele bugünkü ekonomik koşullarda, kısa sürede başarmaları olanaksıza yakındır.
TÜRKİYE’NİN AVRUPA SAVUNMASINA KATKISI
Türkiye’nin Avrupa’nın savunmasına katkısı ABD ve Rusya ile ilişkilerine; ekonomisinin düzelmesine bağlıdır. Avrupa’ya böyle yaşamsal bir destek vermesi istenirse Türkiye’nin, başta AB üyeliği olmak üzere, Avrupa’ya her bakımdan eşit bir ortak olarak kabulü gerekir. Bunun olabilmesi ise Türkiye’nin özellikle son 23 yıldır Avrupa’yı ürküten radikal İslamcı duruşunu ve görüntüsünü değiştirmesine, ülkede temel insan hakları ve özgürlükleriyle demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin, dolayısıyla parlamenter sistemin yeniden tesisine bağlıdır.
Öcalan’ın çağrısı ve bu çağrının hazırlanış biçimi; kimlerle kotarıldığı ve çağrıya başta ABD olmak üzere gelen dış tepkiler; DEM Parti ve Binali Yıldırım’ın son açıklamaları, Türkiye üzerinde oynanan oyunun yeni bir aşamasına girildiğini göstermektedir. Bunun, Türkiye’nin Avrupa ve ABD tarafından gerçek bir ortak olarak görüldüğüne işaret ettiği kuşkuludur. Dikkat edilmezse Türkiye, Ukrayna’ya asker göndermek gibi fırsatlardan(!) yararlanmaya çalışırken büyük riskler alabilir.