MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla ikinci açılım süreci başladı.
Bahçeli’nin dile getirdiği gibi terör örgütü PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan, bütün grupların silah bırakması ve PKK’nın kongresini toplayarak kendini feshetmesi çağrısında bulundu.
Süreci bir süre izleyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da Bahçeli’nin çağrısına sahip çıktı.
İktidar sözcüleri Öcalan’ın çağrısı öncesinde hiçbir pazarlık yapılmadığını, müzakere edilmediğini sık sık vurguladılar.
Ancak PKK’nın yanıtı öyle olmadı.
Kandil, Öcalan’ın çağrısını desteklediklerini, kabul ettiklerini belirtse de yaptığı açıklamada silah bırakma değil ateşkes kararı aldıklarını duyurup bazı koşullar öne sürdü.
Öcalan’a özgür yaşam ve çalışma koşullarının sağlanması.
PKK Kongresi’nin Öcalan tarafından yönlendirilip yürütülmesi.
Sırrı Süreyya Önder’in açıkladığı, Öcalan’ın “demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınması” talebinin yerine getirilmesi.
Bu açıklamalar gösteriyor ki Öcalan’ın çağrısı koşulsuz, karşılıksız değil.
PKK, bu açıklama karşılığında iktidardan beklentilerini duyurmuş oldu.
İktidarın bu talepler doğrultusunda adım atıp atmayacağını göreceğiz.
Öcalan’ın bütün gruplara silah bırakma çağrısını PKK dışındaki gruplar üzerlerine almadılar.
Suriye’de PYD-YPG lideri Mazlum Abdi, çağrının Türkiye’de PKK’ya yönelik olduğunu, kendilerine yönelik bir çağrı olmadığını açıkladı.
İran’da PJAK’tan, Irak’ta HPG’den da bir yanıt gelmedi.
Bu da gösteriyor ki çağrı PKK’ya yönelik, PKK’nın İran, Irak ve Suriye’deki uzantıları kapsam dışında.
PKK’nın TUŞAS saldırısı öncesi ve sonrasında Türkiye’de terör faaliyeti olmadı.
PKK silahlı güçlerini Suriye’de topladı ve ABD’nin hamiliğinde Suriye’nin kuzeyinde devletleşme faaliyetlerine yoğunlaştı. Bu bölgede özerk bir yapı kurdu, ABD’nin eğitimi ve donatımıyla 70-80 bin kişilik bir ordu oluşturdu. Kuzey Irak’ta olduğu gibi Kuzey Suriye’de de özerk bir yapı faaliyetlerini sürdürüyor.
Bu aşamadan sonra PYD-YPG’nin Öcalan’ın çağrısına uyarak silah bırakması söz konusu değil.
PYD-YPG, Suriye sınırında Türkiye’ye tehdit oluşturmaya devam edecek.
PKK silah bıraksa ve kendini feshetse ile Türkiye açısından sorun ortadan kakmıyor.
PKK, Öcalan’ın kurduğu KCK’ya (Kürdistan Topluluklar Birliği) bağlı örgütlerden sadece biri.
KCK çatışı altında Suriye’de PYD-YPG, Irak’ta HPG, İran’da PJAK var.
KCK ise üst örgüt olarak bir devlet yapısına sahip.
KCK Sözleşmesi’nde, örgütün önderinin Öcalan’ın olduğu vurgulanarak “devlet başkanı” konumuna oturtuluyor.
KCK, silahlı kuvvetlerinden yargısına, vatandaşlığa kabul koşullarına kadar bir devlet aygıtı.
KCK, Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da dört parça üzerinde “Komünel Konfederal Kürdistan Devleti” öngörüyor.
KCK feshedilmiş değil.
Öcalan’ın böyle bir talebi de yok.
Öcalan’ın, “ulus devlet, federal devlet, idari özerklik” talebinden vazgeçmesi de yeni değil.
Savunmalarında bu taleplerinin olmadığını söylemiş ve kitaplaştırmıştı.
Bu taleplerin yerine Murray Bookchin’in “ekolojik, komünal yönetim” ideolojisini koyarak KCK Sözleşmesi’ni yazmıştı.
Ulus devlet yerine, komünal konfederal devlet hedefini koydu.
Türkiye’nin güneydoğusunu kapsayan bu hedeften vazgeçilmiş değil.
Bir de henüz PKK dillendirmeden eski Başbakan Binali Yıldırım’ın dillendirdiği konular var. Yıldırım; vatandaşlık tanımının gözden geçirilebileceğini, yerel yönetimlere yetki verilebileceğini ve Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanlığı adaylığının önünün açılması gerektiğini söyledi.
Tablo bu olunca ikinci açılım sürecinin iki amacı ortaya çıkıyor.
Birincisi içeride DEM milletvekillerinin oyunu alarak Anayasa’nın 101. maddesini değiştirmek veya istediği zaman Meclis’in erken seçim kararı almasını sağlayarak Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı adayı olmasının önünü açmak.
Dışarıda ise ABD’nin istediği gibi Türkiye’nin PYD-YPG’ye karşı Suriye’nin kuzeyine operasyon yapmasını önlemek.
ABD’nin, Öcalan’ın açıklamasından sonra, “Türkiye’nin Suriye'nin kuzeydoğusundaki endişelerini hafifletmeye yardımcı olacağını umuyoruz" ifadeleri de bunu gösteriyor.