Eski bir futbolcu olan Amerikalı siyahi adam, ABD Başkanı Trump’ın koltuğuna dirseğini dayadı ve kaşlarını çatarak biraz sonra dudaklarından dökülecek duaya bir ciddiyet vermeye çalıştı.
“Allahım, sana şükürler olsun ki bize Başkan Trump’ı verdin.”
“Allahım, lütfen Başkan’a, Başkan Yardımcısı’na akıl ve feraset ver.”
Trump ve bakanlar başlarını öne eğerek sergilenen dua şovuna uhrevi bir hava vermeye çalışıyorlar.
Otoriter liderler ve sağ popülizmin temel unsurları
Burası kilise falan değil; burası Beyaz Saray ve izlediğimiz dua ayini, Amerikan Başkanı’nın ilk kabine toplantısından.
Sağ popülizmin hakim olduğu ülkelerde artık sıradan görüntüler bunlar.
Trump—az farkla da olsa—“milli iradenin” seçtiği bir lider ve dünyada hızla yayılan yeni sağ popülizmin en dikkat çekici ve kutuplaştırıcı figürlerinden biri.
Ama Trump, bu arenada yalnız değil. Putin’den Orban’a, Modi’den Erdoğan’a bu tarz-ı siyaset birçok ülkede yalnızca iktidara gelmeyi başarmadı, aynı zamanda—Türkiye’de de deneyimlediğimiz gibi—oldukça mesafe katetti.
Almanya seçimlerinde de bu sağ popülizm ikinci büyük parti konumuna geldi.
Avrupa için alarm zilleri çalmaya başladı.
Peki nedir bu siyasetin ana kontürleri?
Bir kere, otoriterler ve Rusçular. Hatta, bazıları Çin ve İran’la iyi ilişkiler geliştirme derdindeler.
Bu hafta BM’de yapılan bir oylamada, Trump Amerikası kendini Kuzey Kore, Beyaz Rusya ve Rusya’yla aynı tarafta konumlandırdı.
Evet, yanlış okumadınız; Kuzey Kore ve ABD aynı oyu kullandı.
Liberal demokrasiden, çoğulculuktan ve uluslararası normlardan nefret ediyorlar.
“Küreselcilere”, müesses nizama ve elitlerin kontrol ettiği derin devlete karşılar.
Göçmenlerden ve deri rengi farklı olanlardan hiç hazzetmiyorlar ve zorla sınır dışı edilmelerini savunuyorlar.
Ve tabii ki din.
Hem Trump hem Putin, hem Orban hem de Modi, bizde olduğu gibi dini etkin bir şekilde siyasetlerinin bir parçası haline getiriyorlar.
Tabii ki bu şablon bütün ülkelere uymuyor. Örneğin bizde derin devlet zaten teslim alındı. Eski derin devletin esamesi okunmuyor. Göçmenler konusundaysa, bizde iktidar ile eski nizam elitleri tam olarak karşı cenahta.
Trumpçılar anaakım medyanın liberal elitler tarafından yönlendirildiğini düşünüyorlar. O medyanın haberlerinin yalan ve manipülatif olduğuna iman ediyorlar.
Türkiye’de otoriterlik çok mesafe aldığından, medya çok zaman önce teslim alındı ve kendisi anaakımlaştı.
Bizim model hem Amerikan hem diğer muadillerinden çok daha sofistike. Yargı ve kolluk gücüyle ince ayar yapıyor. Moskova’daki gibi balkondan düşmenize gerek kalmıyor.
Trumpizm ve Erdoğanizm: Yeni dünya düzeninde güç dengesi
Hülasa güçlü bir adam liderliğindeki sağ popülizmin değişik evreleri var.
Örneğin Trump, Putin’le çok yakın çalıştığını belli eden bir dış politika yaklaşımı sergilerken, Ankara, bu konularda epeyce yol katettiği için Moskova’yla daha mesafeli bir ilişki geliştirmekte. Ne de olsa Suriye’den Libya’ya, Karadeniz’den Kafkaslar’a kadar Rusya’yla birçok sahada ya karşıt ya da rakibiz.
Ne var ki, Trump’ın Beyaz Saray’daki koltuğuna oturur oturmaz yürüttüğü çalkantılı politikalar ABD’yi ayaklandırmış durumda. 2026 ara seçimlerine kadar ABD’de siyasetin çok hareketleneceğini ön görmek için kahin olmaya gerek yok.
Bu şekilde devam ederse Trump’a karşı hem yargıda hem bürokraside, hem de eyaletler ve toplum seviyesinde mukavemetin artacağı gözüküyor.
Neyse ki, orada kurumlar daha sağlam.
Bir şansları var.
Türkiye-Trump ilişkisi: Stratejik fırsatlar ve çelişkiler
Peki bunlar bizim için ne anlama geliyor?
Trump’ın iktidara gelişi Ankara’nın yelkenine bir miktar rüzgar vermiştir.
Erdoğan, hem Trump’ın has adamlarından olarak görülüyor hem de ABD Başkanı’nın Ukrayna politikası yüzünden paniğe kapılmış Avrupalılar nezdinde potansiyel bir müttefik olarak telaffuz edilmeye başlandı.
Ankara bu konuda stratejik adımlar atmayı becerebilirse durumu lehine çevirebilir.
Amerikan Anayasası’nda iki dönem kuralı olmasına rağmen, Trump’ın medya makinesi şimdiden anayasa değişikliğinden, üçüncü bir Trump dönemi ihtimalinden dem vurmaya başladı.
Tanıdık geldi mi?
Bizde ise son açıklamalar emrihak vaki bulana kadar iktidarın devam etmesi arzu ediliyor gibi algılandı ahali nezdinde.
Tabii, bazı çelişkiler de mevcut. Örneğin, Trumpçılar, “küreselcilere” ateş püskürürken Trump’ın yemin töreninde en önde saflarını almış olan Elon Musk, Jeff Bezos ve Mark Zuckerberg gibi küresel ekonominin önemli aktörleri alkış tutuyorlardı.
Neyse ki, Trump’ın IQ’su düşük tabanı da pek fazla tutarlılık aramıyor.
Trumpçılar izolasyondan, ekonomik milliyetçilikten bahsederken, küresel ekonomiyle tam anlamıyla bütünleşen Türkiye ekonomisi bu halinden gayet memnun.
Velhasıl-ı kelam, seksen yıldır dünyayı iyi-kötü idare eden kurallara dayalı siyasal ve ekonomik sistem çatırdıyor. Yerine neyin geleceği meçhul ama geçiş döneminde muazzam çalkantıların olacağı, bunların baş aktörlerinin bu sağ popülistler olacağına dair şüphe yok.
Başa geri dönelim.
Trump, müstehzi bir şekilde dinlerken siyahi adam duasını toparlıyor.
Alkolik Savunma Bakanı başını neredeyse masaya değecek kadar eğmiş, duaya kulak veriyor.
“Allahım, İncil diyor ki, hangi ülke Tanrıyı baş tacı ederse o ülke kutsanmıştır.”
Trump ve bütün kabine hep birlikte:
“Amin.”