AKP’nin İBB Başkan adayı Murat Kurum, sık sık yaptığı gaflar kendisine sorulunca, yoğun tempo içinde gaf yapmanın insani bir durum olduğunu ve bununla alay etmenin ise ayıp olduğunu söyledi.
Katılır mıyım!
Katılırım.
İnsanlar, hele hele sık sık toplum karşısına çıkan kişilerin ağzından yanlış bir kelime çıkabilir, boş bulunup manasız bir söz edebilirler, saçma durumlarla karşı karşıya kalabilirler.
Latinlerin dediği gibi “Errare humanum est”tir, “Hata insanlara mahsustur”.
Bir dozu aşmadığı ve “daha neler” kıvamına gelmedikçe bunlarla alay etmek hoş olmayabilir.
Ancak Murat Kurum’un geldiği siyasi gelenek ya da Murat Kurum’u atayan siyasi gelenek, bu konuda çok da söz söyleme hakkına sahip değildir.
Çünkü neredeyse son 10 yılını rakip partinin genel başkanının, Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi gaflarını diline dolamakla geçirmiştir.
Daha birkaç gün önce, Kemal Kılıçdaroğlu’nu “özlemle” anarken bile yürüyen merdivene tersten binmeye çalışmasını hatırlatmış, dalgasını geçmiştir.
Tabii bazen neyin gaf, neyin itiraf olduğu ise biraz tartışmalı bir konudur.
Mesela Murat Kurum’un dün Habertürk’te katıldığı bir canlı yayında, sunucu Mehmet Akif Ersoy’un “Yaramazlık yaptınız mı hiç?” sorusuna verdiği yanıt “gaf” mıdır yoksa başka bir şey midir?
Magazin ağırlıklı geçmesi istenen programda Kurum’u sempatik göstermek için sorulduğu izlenimi uyandıran bu soruya Kurum’un “Ehliyetim olmadığı halde otomobil kullanırdım” yanıtını vermesi gaftan öte bir şeydir.
Türkiye günlerdir ehliyetsiz bir sürücünün yaptığı kazayı ve öldürülen bir çocuk babası kişiyi konuşur, sürücüyü lanetlerken bir siyasetçinin “Ben de ehliyetsiz araba kullandım, ben de ehliyetsiz araba kullandım” diye ortaya atılması gaftan öte bir soruna işaret etmektedir.
Murat Kurum muhtemelen, pek de favori gösterilmediği bir seçimde, “Ben de kaçak evde oturuyorum” itirafında bulunan ve sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan Recep Tayyip Erdoğan’ı örnek almakta ve bu itirafta samimi olursam kazanırım diye hesap yapmaktadır.
Ancak Erdoğan’ın itirafı İstanbul’da kaçak binalarda oturan yüzbinlerce kişi ile “empati” kurmasını sağlamış, “Halden anlar, bizim evlere dokunmaz” algısı yaratmıştır.
“Ben de ehliyetsiz otomobil kullanırdım” itirafının, hele hele daha birkaç gün önce bir insanın ölümüne neden olmuş bir suçken, kimse ile empati kuracak bir durumu yoktur.
Programın sunucusu Mehmet Akif Ersoy bile dayanamayarak Kurum’u kurtarmaya çalışmış ve “Yok canım öyle bir şey yapmamışsınızdır” demek zorunda kalmıştır.
Kurum ise ısrar ve inatla “Yaptım işte yaptım, yaptım” demiştir.
Latinlerin “Hata insanlara mahsustur” sözünden yukarıda bahsettik.
Hatayı tekrarlayanlar için bunun devamı da vardır. “Perseverare diabolicum” derler.
Ama ben yine de hatayı sık sık tekrarlayanlar için bu söze Latinlerin değil Türklerin yaptığı eklemeyi tercih ederim.
Stüdyo inşaatımız!
Takip edenler biliyordur, bir süredir Youtube yayınlarımızı yaptığımız stüdyomuzu yeniliyor, diğer programlarımız için de yeni stüdyolar yaptırıyoruz.
Bilim programlarımızın sayısını arttırmak, gurur duyacağımız yeni bilim insanlarını sizlerle tanıştırmak, gazeteci arkadaşlarımızdan Youtube yayıncılığı yapmak isteyenlere destek olmak, potansiyeli olan ama teknik imkanları olmadığı için bunu beceremeyen gençlere Youtube’da olanak sağlamak, komedi programı yapan genç komedyenleri izleyici ile buluşturmak için yapıyoruz tüm bunları.
Yoksa benim için bir kamera bir tripod yeterli J
Neyse uzun lafın kısası stüdyolarımızın önemli bir bölümünün kaba inşaatı, biraz gecikme ile de olsa bitti, bu iş için anlaştığımız firma işini tamamladı.
Ben de günlerdir burada çalışan boya yapan, sıva yapan, demir kaynaklayan işçilere teşekkür etmek istedim.
Ancak beceremedim.
Niye biliyor musunuz!
Çünkü Arapça bilmiyordum.
Şaka yapmıyorum.
Çalışanların tamamı göçmenlerden oluşuyormuş meğer.
Çat pat birkaç kelime dışında Türkçe bilmediklerini, sadece usta başı gibi davranan bir kişinin zar zor anlaşacak kadar Türkçe anladığını fark ettim.
Bunca yıldır Türkiye’de olmalarına rağmen Türkçeyi bu kadar az bilmelerine hatta bilmemelerine de şaşırdım.
Usta başı olan kişi “Gerek yok bilmeye. Türklerle işleri olmuyor. Her işimizi kendi aramızda yapıyoruz. Alışverişimiz Suriyelilerle, bakkalımız, manavımız, kasabımız Suriyeli, ev sahiplerimiz Suriyeli, seyahat acentemiz Suriyeli, taksilerimiz Suriyeli, iş yerinde de tercümeyi biz yapıyoruz, Türkçeye ihtiyaçları yok” dedi.
Tüm çalışanların çalışma izni olduğunu da ekledi.
Tabii bunları bu Türkçe ile söylemedi. Kırık dökük bir Türkçeden benim çıkardığım bu oldu.
Çok şaşırdım mı!
Şaşırmadım.
50 yıl Almanya’da yaşayıp tek kelime Almanca bilmemekle övünen bir milletin ferdinin, 10 yılda tek kelime Türkçe öğrenmemiş Suriyelilere şaşırması mümkün mü!
Sonuç olarak şimdilik, anlaştığımız firmanın patronu Türk ama çalışanları Suriyeli göçmenler.
Allah izin verir birkaç yıl sonra stüdyolarımızı yenilemek zorunda kalırsak, o zaman zannederim patronlar da Suriyeli olacak!
Tabii ona da şaşırmayacağız.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Vazgeçtiğimiz zaman kaybettiğimizi anladığımız zaman.