Tarih, aynı filmi tekrar tekrar görmektir. Öyledir de kimse ders almaz. Olağanüstü bir gelişme olmazsa Suriye, görünür gelecekte istikrarlı, üniter bir devlet olamayacak. Aksine her geçen gün daha bölünmüş, başta İsrail-ABD olmak üzere birden fazla ülkenin at oynattığı, zaman zaman silahlı grupların birbiri ile çatıştığı, kargaşa içinde bir istikrarsızlık bölgesi olacak. Bu durumun yıllar içinde daha da olumsuz yönde gelişmesi ve ülkede ortaya çıkacak gruplaşmaların yaratacağı istikrarsızlığın, Türkiye’yi ve çevre ülkeleri de olumsuz etkilemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Ortadoğu’nun Suriye’den kaynaklanan bir istikrarsızlık ve bölünme sürecine girmesinin, İsrail ve ABD’nin beklediği, istediği ve teşvik edip desteklediği bir gelişme olacağını görmek ve söylemek de kehanet olmasa gerek. Nitekim bunun ilk işareti Trump’tan geldi.
TRUMP’I KİM KONUŞTURUYOR?
Yaşamı boyunca bırakın tarihi, herhangi bir kitabın kapağını açmadığından kuşku duymadığım Trump, Filistinlilerin Gazze’den, Ürdün ve Mısır’a gönderilmelerini önerdi. Mısır, Ürdün ve diğer Arap ülkeleri bu öneriye şiddetle karşı çıktılar ama Trump ısrarlı. Dahası, önerisinin kabul edileceğinden emin. Gerekçesi de basit: “Kabul edecekler çünkü biz onlar -Ürdün ve Mısıriçin çok şey yaptık. Şimdi sıra onlarda” diyor.
Gazze’nin nerede olduğunu, “deniz kenarında güzel bir yere benzediğini” bile birkaç gün önce keşfettiği sözlerinden anlaşılan Trump’a bunları, bölge ve Yahudi tarihini iyi bilen birilerinin söylettiğinden, bu satırları okuyan kimsenin kuşkusu olduğunu sanmıyorum. Peki, Trump bunu neden yapıyor?
SÜRGÜN NE GETİRİR?
Filistinliler ilk kez ne zaman yurtlarından sürülmüş, nereye gitmişlerdir? Sonra neler olmuştur?
Bölgenin yakın tarihini basından bile izlemiş olanlar bu soruları; “Filistinliler yurtlarından ilk kez 1967’de Ürdün’e sürüldüler. 1970 yılında, Kara Eylül diye bilinen iç savaşla Ürdün’den çıkarıldıktan sonra, Arafat önderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ), İsrail’e karşı mücadeleye devam ettiği Lübnan’dan da 1982 yılında Tunus’a gönderildiler” diye yanıtlayacaklardır. Hatta Kara Eylül Örgütü’nün Münih Olimpiyatları baskınını; sonrasında Mossad’ın, öncelikle Avrupa’da ama bütün dünyada giriştiği terör saldırılarını da anımsayacaklardır.
Bu sürgün sürecinde Ürdün, ağır bedel ödese de ülkesine sahip çıkabilmiş ancak Lübnan o kadar şanslı olmamış, güneyi İsrail, kuzeyi ise Suriye tarafından işgal edilmiştir. Sonraki yıllarda Hizbullah’ın Güney Lübnan’a yerleşip İran adına İsrail’le vekâlet savaşına girmesiyle Lübnan, bugüne uzanan kaosa sürüklenmiştir. Bir zamanlar “Ortadoğu’nun Paris’i” diye bilinen Beyrut artık bir enkazdır.
AYNI OYUN BİR KEZ DAHA SERGİLENECEK
Filistinlilerin yurtlarından sürülmesi, geçmişte örneği olan, denenmiş ve sadece Filistin ve Filistinliler için değil, başta Ürdün ve Lübnan olmak üzere diğer bölge ülkeleri için de felaketle sonuçlanmış, etkileri bugün de süren bir plandır. Tunus’a kadar bütün Mağrip ve Maşrık’a sadece istikrarsızlık, savaş ve katliam getirmiştir. Kazanan, emperyalizmin bölgedeki temsilcileri İsrail, ABD ve bir ölçüde Rusya ile önde gelen AB ülkeleri olmuştur. Emperyalizmin aynı oyunu bir kez daha sahneye koymaya karar verdiği anlaşılıyor.
Bu kez Gazze’de bir yıldır İsrail’in soykırımına uğrayan Filistinliler, yine Ürdün ve Mısır’ın istikrarını bozmak amacıyla bu iki ülkeye sürülecekler. Suriye’den sonra Ürdün ve Mısır’ın iç çatışma ve kargaşa içine girmesiyle, Ortadoğu’da İsrail yayılmacılığının ve ABD emperyalizminin önündeki iki engel daha kalkacaktır. Sonra sıranın Türkiye ve İran’a gelmesi kaçınılmazdır. ABD’nin iki Irak harekâtı ve Türkiye’nin de desteğiyle, HTŞ eliyle gerçekleştirdiği Suriye müdahalesiyle Ortadoğu’da bir Kürt devleti yaratılmasına doğru giden gelişmeler, fazla söz gerektirmiyor.
TÜRKİYE NE YAPMALI?
Türkiye’nin yaşamsal çıkarı, Ortadoğu’daki çatışmaların mutlaka dışında kalmayı; emperyalizmin oyununa gelerek Suriye’de yaptığı yanlışı tekrarlamayıp bu projeye destek olmamayı; Türkiye’de bir Kürt ayrılıkçı hareketini özendirecek gelişmeleri dikkate alarak onunla Türkiye içinde mücadele etmek üzere hazırlıklı olmayı gerektirmektedir. Ve Türkiye’deki milyonlarca sığınmacıyı düşünerek birkaç yüz bin Filistinli sürgünün bile Ürdün, Suriye ve Lübnan’da nelere yol açtığını hiç unutmamalıdır