Bir şey bilir, bir şey söylerim.
Bir ülkeyi yönetenlerin başarısının tek kriteri vardır.
O ülke insanlarının ne kadar mutlu ve huzurlu olduğu ve ne kadar az kaygı duyduğu.
Türkiye’deki iktidarı da bu kriter üzerinden değerlendiriyorum ve son derece başarısız olduğunu görüyorum.
Bunu da AKP’nin Avrupa Birliği hedefinden tam olarak vazgeçtiğinin belli olduğu 2010 yılından sonraki yönetim tarzına bağlıyorum.
Bunu “subjektif” bir şekilde, sadece gözleme dayalı olarak da söylemem mümkün ama verilere yaslanmak daha da kolay.
Bir ülke halkının mutlu olup olmadığını, kaygı duyup duymadığını o halkın depresyon ve gerginlik seviyesine bakarak söylemek mümkün.
Bunun da en açık göstergesi antidepresan kullanımı.
AKP, 2002 yılında iktidara geldiğinde, Türkiye’de yılda 4 milyon kutu antidepresan ilaç kullanılıyordu.
Oran yüzde 6 civarıydı.
Bu oran 2010 yılında yüzde 30’a yaklaştı.
Sonrasında ise hızlı bir tırmanma başladı.
2002 yılında 4 milyon kutu olan antidepresan kullanımı, 2017 yılında 48 milyon kutuya yükseldi.
2020’de 55 milyon, 2021’de 60 milyon kutu oldu.
Yıllık ortalama artış 5 milyon kutuya ulaştı ve 2023’te 70 milyon kutuya ulaştı.
Bugünkü verilere göre toplumun yaklaşık yüzde 60’ı yıl içinde en azından bir dönem antidepresan ilaç kullanıyor, bu yüzde 60’ın büyük bölümü bu ilaçların müdavimi olmuş durumda.
İktidarın ve hatta Cumhurbaşkanı’nın tüm söylemlerine rağmen azalmayan tütün kullanımı da bunun bir diğer göstergesi olarak somut veri sayılabilir.
Zaten sokakta dolaşırken insanların yüzüne bakınca o mutsuzluğu görmek mümkün.
Fakirin de zenginin de mutsuz ve gelecek kaygısı yaşadığı bir topluma dönüşmüş durumdayız.
Bu mutsuzluğa çare bulamayan bir iktidarın Türkiye’ye faydalı olması mümkün değildir.
Mutsuzluk ve stres sadece insanların değil, toplumların da ömrünü kısaltır.
Tüm bu mutsuzluğa ve umutsuzluğa rağmen tercihlerin yeterince hızlı değişmemesinin nedeni ise muhtemelen “Patricia Hearst Sendromu”dur.
Başarının anahtarı yaptığının tersinde
Mansur Yavaş, bir basın toplantısı düzenledi ve açıklamalarda bulundu.
Benim anladıklarım şunlar:
– Parti içinde bir kavga çıkarma niyetim yok.
– Elbette ben de cumhurbaşkanı olmak istiyorum ve aday adayıyım.
– Aday belirleme yöntemi olarak ön seçime karşı değilim.
– Aday belirlemek için zamanın erken olduğunu düşünüyorum.
– Aday belirleme tartışmaları için dahi henüz erken.
– Seçim gününe daha çok var ve bu arada kimin başına ne gelir belli değil. Ekrem Bey’in yasaklı hale gelmesi bile mümkünken siz nasıl adayı belirlemekten söz ediyorsunuz.
– İktidarın erken seçimi kabul edeceğine inanmıyorum.
– Bizim de erken seçim kararı aldıracak gücümüz olmadığına göre niye şimdiden bu konuyu gündeme getirip partiyi yıpratıyoruz.
Söylediklerinin tümünde haklı mı!
Bence büyük bölümünde haklı.
AKP-MHP iktidarı erken seçime falan gitmez.
Seçim cümlesinden ödleri patlıyor.
İktidar tüm umudunu Mehmet Şimşek’e bağlamış.
Dün hain diyerek yuhalattıkları Şimşek’in başarılı olmasına bağlamışlar iktidarın istikbalini.
Ekonomik programın olumlu sonuç verdiğini görmeden seçim falan yapmazlar.
Erdoğan bir kez daha aday olabilecekse, 2027 sonbaharından önce seçim çok mümkün görünmüyor.
Özgür Özel Teke Tek’e konuk olduğunda Ekrem İmamoğlu ile arasına nifak sokulmaması için aralarında direkt bir hat kurduklarını söylemişti.
Bence tek hat yetmez.
Özgür Özel, benzer bir hattı Mansur Yavaş ile de kurmalı, ayrıca Yavaş ile İmamoğlu arasında da hat kurmak lazım.
Bir “Triumvirat intranet”i.
Bu arada eski genel başkan da çıkıp CHP yönetimine tavsiyelerde bulundu.
Güldüm.
Kel işportacının, kelliğe çare merhem satmasına benzettim durumu.
CHP Sözcüsü Deniz Yücel de ortaya karışık bir basın toplantısı yaptı.
Bir yandan Mansur Yavaş’a, bir yandan da eski genel başkana yanıt ya da ayar verdi diye algıladım.
Mansur Yavaş’a kamuoyu önünde parti içi yanıtı vermek gereksiz ve yakışıksızdı.
Yok eğer “Biz onları Mansur Bey’e değil eski genel başkana söyledik” diyorlarsa o kadar lafa gerek yoktu.
“Beyefendi, siz bize 12 yıllık genel başkanlığınızla tavsiyenin en büyüğünü verdiniz. Siz ne yaptıysanız tam tersini yaparak iktidarı devireceğiz, merak buyurmayın” demek yeterdi.
Sövmekten vazgeçtiğiniz herkese beyefendi denmez
Yakın zamana kadar “Sayın Öcalan” demek vatana ihanetle eş değer sayılıyordu.
Eğer terör örgütünden yana değilseniz, Öcalan’a “Bebek katili, terör örgütünün elebaşısı, hain terörist” falan demezseniz bayağı bir sıkıntı yaşıyor, hatta yargılanıyordunuz.
Yıllar önce kendisi ile Lübnan’ın Bar Elias kentinde röportaj yaptığım zaman ağız alışkanlığı ile “Sayın” dememek için epey bir dikkat sarf ettiğimi söylemeliyim.
Ağzından yanlışlıkla “Sayın Öcalan” hitabı çıkanları özellikle MHP hedefe koyuyor, terörist ilan ediyordu.
Bu durum 2024 sonbaharına kadar sürdü.
Şimdi ise neredeyse tam tersine döndü.
Bahçeli’nin Öcalan’ın affedilip TBMM’ye gelmesi ve burada bir “Ulusa sesleniş” benzeri konuşma yapmasını talep etmesinin ardından milliyetçi partinin diğer üyeleri de meseleyi içselleştirmiş görünüyorlar.
Geçenlerde MHP Afyon Milletvekili Taytak, Öcalan’dan bahsederken “Abdullah Öcalan Beyefendi” demiş ve eleştirilere maruz kalmıştı.
Şimdi de yine bir başka MHP’li, bir Belediye Meclis üyesi Öcalan için “Sayın Öcalan” ifadesini kullandı.
Hızlı bir içselleştirme, ani bir hitap değişikliği.
Belli ki, liderlerinin daha önce sövdüğü kişilerle ilgili ani dönüşlerine hızla uyum sağlamaya çalışıyorlar.
Ama yine de dikkatli olsunlar.
Hepsine beyefendi demek zorunda değiller.
Bir geçiş hitabı bulsalar iyi olacak.
Artık komediye dönüştü
Ünlü uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ı bilmeyeniniz yoktur.
Escobar’ın hayatı farklı dönemlerde farklı yapımlarda beyaz perdeye aktarıldı.
Netflix dizisi Narcos’u bilmeyeniniz de yoktur, Escobar’ın hayatını konu almıştı.
Bir de Narcos kadar bilinmeyen bir Kolombiya dizisi vardır, “Escobar, el patron del mal”, “kötülüğün patronu” diye.
İlkinde Escobar’ı Wagner Moura, ikincisinde de Andres Parra adlı oyuncular canlandırmıştı.
Düşünsenize şimdi ABD hükümeti Wagner Moura’yı ya da Andres Parra’yı “Bir uyuşturucu baronunu nasıl canlandırırsın” diye sorgulamaya çağırsa ne yaparsınız.
Kıçınızla gülerseniz değil mi!
Eğer Türkseniz gülmeyin.
Türkiye’de de Melisa Sözen’i ifadeye çağırdılar.
Muhtemelen başkaları bize gülüyordur.
Tabii kıçlarıyla…
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
İnsanların insan gibi yaşamasını sağlamaya çalıştığımız zaman.