Padişahların ve kralların tarihi, beni hep çok cezbetmiştir.
Osmanlı tarihi kadar Dünya tarihi de bu açıdan çok ilginçtir.
Özellikle tek bir bireyin kişisel özelliklerinin bütün bir imparatorluğu ve o imparatorluk aracılığıyla insanlık tarihini etkilemesi, siyasal başarı ve başarısızlıkların kişisel özelliklere bağlı olarak bütün insanlığı biçimlendirmesi:
Beni hem düşündürmüş hem de bağımsızlığına ve özgürlüğüne düşkün bir birey olarak isyan ettirmiştir:
Kadın delisi İngiliz Kralı Sekizinci Henry’nin, önce ablası ile yattığı Anne Boleyn’le evlenebilmek için, ağabeyinin eski karısı olan eşi Aragonlu Catherine’den boşanmasını kabul etmediği için Papa’ya isyan etmesi ve kilisenin de başı olarak Katoliklikten çıkıp İngilizleri Anglikan yapması ve bu mezhep farklılığının günümüzde IRA-İngiltere arasındaki savaşın kaynaklarından biri de olması, ama sonradan, Anne Boleyn’i de idam ettirmesi, benim din ve mezhep savaşları konusunda kullandığım tarihsel olay örneklerinden biridir.
Beni isyan ettirmesinin bir nedeni de bu saçmalığa ayak uyduramayan ünlü Ütopya adlı eserin yazarı Thomas More’u idam ettirmiş olmasıdır.
Elbette daha iyi bildiğim Osmanlı tarihinde beni isyan ettiren olaylar daha da fazladır.
İlk üzüldüğüm olay, Kanuni’nin, Hürrem Sultan’ın iğvasına uyarak onun oğullarından birinin Padişah yapılması için ilk eşinden olan oğlu Şehzade Mustafa’yı idam ettirmiş olması ve Sarı Selim’in padişahlığıdır.
İkinci üzüldüğüm olay da Deli İbrahim’in İpşir Mustafa Paşa’nın karısına göz koyması, o kadının kendine yollanmasını Varvar Ali Paşa’dan istemesi ve bu emrine boyun eğmeyen Varvar Ali Paşa’yı, karısına göz koyduğu İpşir Mustafa Paşa’ya öldürtmesidir.
Elbette Üçüncü Selim ve Genç Osman olayları da hâlâ kalbimde birer yaradır!
***
Yakın tarihi okurken de çocukluğumdan bu yana, bugün de dahil, daima, “İyi ki Hitler döneminde Almanya’da yaşamamışım” diye şükretmişimdir.
Hitler felaketini yaşayan insanlık, bu felaketi bir kez daha yaşamamak için, “Yargı Bağımsızlığı” ve “Anayasa Mahkemesi” kavramlarına sığınmıştır:
Esas amaç, seçimle iktidara gelen yönetimlerin Demokratik Rejim’i tahrip etmelerini önlemek için, bütün eylem ve söylemlerinin Demokratik Anayasa’ya ve başta ifade ve muhalefet özgürlükleri olmak kaydıyla, Temel Hak ve Özgürlüklere uygunluğunu denetlemektir.
***
İnanıyorum ki Erdoğan/AKP iktidarının yönetim kadroları içinde de, vicdanları ve bilinçleri “Demokratik Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” kavramına göre biçimlenmiş olan çok sayıda insan vardır.
Bu insanlar:
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” dedikleri rejimin, tek bir kişinin duyguları ve düşünceleriyle yönetilen bir “Padişahlık Rejimi”ne dönüşmüş olmasından...
Tarikatların devlet mekanizmasına dahil edilmiş olmalarından...
Ülkenin eğitim sisteminin çağ gerisi hale getirilmiş olmasından ve bütün yetenekli gençlerin geleceklerini yurtdışına göç etmeye bağlamış olmalarından...
Sağlık sisteminin halkın gereksinmelerinin gerisinde kalmasından...
Yargının siyasetin emrine alınmış olmasından ve yaşanan adaletsizliklerden...
Siyasal muhaliflere, medya mensuplarına, sanatçılara, yapılanlardan... Geniş kitlelerin yoksullaşmalarından...
Yolsuzluk, yoksulluk ve yasakların yaygınlaşmasından...
Hiç mi rahatsızlık duymuyorlar?
Gerçekten ama gerçekten, merak ediyorum!