İktidar yargı eliyle sertleşiyor.
Farklı kesimler üzerine yargı yoluyla kurulan baskı arttırılıyor. Trollerce hedefleştirilen isimlere, yargı üzerinden ulaşılıp, yargı kararı öncesi cezalandırma yapılıyor.
Şunu baştan söyleyeyim.
Herkes, hepimiz yargılanabiliriz.
Şu anda hakkımda açılmış pek çok dava var, hepsinde bazen önce karakola, bazen doğrudan savcılığa gidip ifade veriyorum, sağ olsun savcılarımız hemen hepsinde dava açılmasına karar veriyorlar, sonra gidip hepsinde hakim karşısına çıkıyorum.
Hem de defalarca.
Haftanın birkaç günü farklı adliyelerdeyim.
Yargılanmaktan çekindiğimiz yok.
Türkiye’de milletin yarısı öbür yarısı ile davalık zaten. Ve yıllar önce galiba Nokta dergisinde haber yapmıştık, Türkiye’de Fatih Sultan Mehmet’e bile “İstanbul’u fethetmek suretiyle haklarımı gasp etmiştir” diye dava açmak mümkündü.
Mesele dava açılması değil.
Mesele, davaların bir cezalandırma aracına dönüştürülmesi, topluma korku vermek maksadıyla kullanılmaya başlanması.
CHP Gençlik Kolları Başkanı Cem Aydın, Ümit Özdağ, Ayşe Barım derken son 10 gün içinde yapılan pek çok “yargısal” işlem ciddi bir tedirginliğe, toplumda “Ne oluyoruz” hissine neden oldu.
Zincirin son halkası da, dün Halk TV programcısı Barış Pehlivan, yöneticisi Serhan Asker ve Seda Selek’in gözaltına alınması oldu.
Suçlama, Ekrem İmamoğlu’nun açıklamalarını yayınlayarak “bilirkişiyi etkilemeye çalışmak” ve asıl olarak “gizlice kaydedilen konuşmaların aleni olarak yayınlanarak kişilik haklarının zedelenmesi”.
Birinci suçlama saçmalığın daniskası.
Bir siyasetçinin canlı yayınlanmış basın toplantısında geçen bir ismi haber yapmak suç olamaz.
Hele hele bilirkişiyi etkilemek, o bilirkişi raporlarını çoktan vermiş olduğu için hiç ama hiç suç olamaz.
Siyasetçi söyler, gazeteci halka iletir. Sözde suç varsa söyleyeni bağlar ki burada o da yok.
Bir telefon konuşmasını kaydedip, gizlice yayınlamak suç olabilir mi!
Şikayete bağlı olarak evet.
Ünlü bilirkişi sözlerinin gizlice kaydedilip yayınlandığını iddia edebilir. Bunun için savcılığa gider. Şikayetçi olur. Savcılık inceler. Suçlanan kişinin ifadesine başvurmak için ikametgahının bağlı olduğu karakola yazı yazar. Karakol kişiye savcılığa çağrıldığına dair evrakı iletir. Suçlanan kişi savcılığa gider. İfadesini verir. Eğer şikayetçinin iddiası gerçeği yansıtıyor ise dava açılır.
Ama böyle bir şikayete bağlı suçtan dolayı hiç kimse sokakta yakalanıp, gözaltına alınmaz.
40 yıldır binlerce dava ile muhatap olmuş bir gazeteci olarak söylüyorum, bu abartılı, hatalı, içtihatlara uygun olmayan bir üsluptur.
Barış Pehlivan, iyi bir gazetecinin yapması gerekeni yapmış, suçlanan bir kişiye ulaşıp söz hakkı tanımış ve gerçeği aramıştır. Üstelik bunu yapan iktidar yanlısı gazete ve gazeteciler de vardır ve yargının onlara yönelik bir hamlesi de olmamıştır.
Meslektaşımız Barış Pehlivan, söz konusu kaydı kendisinin yaymadığını ve yayınlamadığını da söylemiştir.
Muhtemelen kaydı verdiği Halk TV yönetimi, bu kaydı yayınlama kararı almıştır.
Ve anlaşıldığı kadarı ile Serhan Asker ve Seda Selek’in gözaltına alınması da bu nedenle olmuştur.
Bu da gereksiz sert bir hamledir.
Çağrı üzerine gelecekleri savcılıkta alınabilecek bir ifadeyi böyle abartılı bir “gözaltı şovuna” dönüştürmek Türkiye’de anlamsız bir gerginlik yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Niye’nin dört yanıtı
İktidara muhalif ya da destekçi herkesin aklında bir soru var.
Bu gerginlik niye yaratılıyor, yargı niye birdenbire böyle sert bir tutum içine girdi?
Niye Ayşe Barım’a 12 sene önce işlendiği iddia edilen bir suçtan tutuklama kararı çıktı, bir siyasi lider niye tutuklandı? Muhalif olduğu düşünülen gazetecilere yönelik bu ani sertliğin nedeni ne?
Siyasi yönelimi ne olursa olsun, herkes bunu merak ediyor.
Muhtemelen bu amaçla kullanılan beyinsiz paralı troller bile neden kullanıldıklarını merak ediyor olabilirler.
Akla gelen birkaç olasılık var.
1. Güneydoğu ve Doğu’daki belediyelerde zaten vakayı adiye haline gelen ama İstanbul’da Esenyurt ve Beşiktaş Belediyeleri ile başlayan görevden almalar sürecek ve muhtemelen İmamoğlu’na doğru ilerleyecek. Burada oluşacak tepkileri şimdiden gözdağı vererek engelleyelim. Sesini çıkarması muhtemelen olanlara başlarına neler gelebileceğini gösterelim.
2. Gezi Olayları iktidarın iyine yaramış ve oylarını konsolide etmelerine neden olmuştu. Toplumda yine ve yeni bir kamplaşma yaratarak Gezi benzeri olaylara neden olacak bir gerginlik yaratalım, böylelikle oylarımızı yeniden konsolide edebilelim.
3. Kargaşa ortamlarının iktidarı güçlendirdiğini Gezi ve darbe girişimi olaylarında gördük. Yine bir kargaşa işimize yarayabilir. İktidarı güçlendirebilir.
4. Avrupa ve ABD kendi derdine düşmüş, bize demokrasi dersi verecek halleri yok, biz bildiğimizi okuyalım ve muhalefeti sindirelim.
Bir diğer olasılık ise ekonomi, emekli maaşları, pahalılık, tutmayan hedefler, Suriye’de istediğimiz gibi gitmeyen işler ve Bakanlığın sorumlu olduğu giderek aşikar hale gelen Kartalkaya’daki Büyük Kartal Otel yangınından oluşan gerçek gündemi unutalım diye bu gerilimin yaratıldığı. Ama bana göre bu olasılık en zayıfı. Çünkü sertlik yangından önce başlamıştı zaten.
Bu yüzden de güçlü gördüğüm 1. ve 4. olasılıklar demokrasiden açık bir vazgeçiştir ve felakettir. Yok eğer 2. ve 3. olasılıklar geçerli ise bu yapılanlar, Gezi olaylarını tetikleyen ve daha sonra FETÖ’nün marifeti olduğu anlaşılan protestocu gençlerin çadırlarını yakma eyleminin 2025 versiyonudur.
Açık söyleyeyim her iki durum da kimse için iyi bir şey değildir.
İktidar için de!
Zamanlama riski
CHP’nin üç aday belirleme yöntemini tartıştığını ve bu üç olasılıktan birine karar vereceğini yazdım dün ve üç yöntemi anlattım.
Birinci yöntem parti meclisine ve örgüte sormak, ikinci yöntem partinin tüm üyelerine sormak, üçüncü yöntem de geniş çaplı bir anketle halka sormak.
Bunlardan ilk ikisinin İmamoğlu’na, üçüncüsünün ise Yavaş’a yarama ihtimalinin yüksek olduğunu da ekledim.
Bizim yazının mürekkebi kurumadan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel bu üç yöntemden hangisinde karar kaldıklarını açıkladı.
Parti üyelerine soracaklar.
1,5 milyon üyeye.
(Bu arada Kılıçdaroğlu döneminde üyelikten ayrılanlar yeniden üye olmak istiyor ama e-devlet üzerinden başvuruları kabul edilmiyor şikayetleri alıyorum. Bence eski üyelere üyeliğe dönüş daha kolay olmalı)
Yönteme bir itirazım yok.
Kendi tercihleri ama zamanlama acaba ne kadar doğru!
Bir yandan “Aday belirlenmesi sonrası sorun çıkacaksa bu sorun bir an önce çıksın ve sorunu çözmek için de zaman kalsın” diye düşünüyorum.
Yani İmamoğlu aday olacaksa Yavaş’ın, Yavaş aday olacaksa İmamoğlu’nun olası kırgınlığının yaratacağı zorluğu aşacak zaman olması açısından adayın son anda belirlenmemesi doğru.
Ancak şu anda bir de “özel durum” var.
İmamoğlu’nun üzerinde sallanan Demokles’in kılıcı davalar.
Bu davalar eliyle İmamoğlu’nun adaylığı iktidar yargısı eliyle engellenebilir.
Bu durum, CHP’nin eline rahatlatır.
Tek aday Mansur Yavaş seçime girer ve mağduriyetin de desteğiyle rahatça kazanır.
Bu olasılık hâlâ masadayken, Mansur Yavaş’ı kırmak ve belki de CHP dışında arayışa yöneltmek ne kadar doğru emin değilim.
Bu yüzden de adayı erken belirlemek doğru bir tavır gibi görünmekle beraber, bir yandan da farklı bir risk içeriyor.
Ama liderlik de zaten bu riskleri yönetmek ve göze almak değil mi!
Gazeteci otosansür önermemeli
Fatih Portakal’ın ses kaydının yayınlanması doğru değildi demesini eleştirecek değilim.
Evet, bu yasal bir şey değil.
Ancak daha önce de oldu.
Bir kulüp başkanının telefon kayıtları izinsiz yayınlandı.
Bunu yapanlar hakkında dava açıldı ama ne sokakta gözaltına alındılar ne de emniyette sorguya çekildiler.
Davayı da kaybettiler ve küçük bir para cezası ile konu kapandı.
Çünkü iktidar yanlısı gazetecilerdi.
Yani burada mesele işlendiği iddia edilen suç değil, yargının davranış biçimi.
Ancak “Sizin gibi tecrübeli bir gazetecinin ve Türkiye’de yaşayan ve Türkiye gibi bir ülkede gazetecilik yapan, Türkiye şartlarını bilen bir gazetecilik yapmanız gerekiyor. Her şeyden önce gazetecilik yönünden yapmamanız gerekiyor.” cümlesi bir gazetecinin kuracağı bir cümle değildir.
Portakal’ın önerisi açık bir otosansürdür.
Oysa bugün gerçek gazetecilere gereken otosansür değil doğruları söyleyecek sorumluluk sahibi bir cesarettir.
Elbette hiç kimse cesur olmak zorunda değil.
Ama başkalarına da korkuyu öğütlemek doğru değil.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Bir muhalif yazara geçmiş olsun elçisi gönderirken, diğer muhalif gazetecilere polis yollamadığımız zaman.