Kayyım ve ‘kullanılan dil’ süreci sıkıntıya sokuyor ama heyet gündemden bağımsız ‘barış’ı zorlayacak

Arjantili film yönetmeni Fernando (Solanas), yazar Eduardo Galeano'ya sorar bir panelde: "Ütopya nedir üstat?" "Ütopya ufuk çizgisi gibidir" diyor yanıtında Galeano. "Bir yola girersin. Ufuk çizgisine doğru yürürsün."

Solanas devam eder: "İyi de ben yürüdükçe ondan uzaklaşıyorum ama. Yani ben 10 adım atıyorum, ufuk çizgisi 10 adım gidiyor. 100 adım atıyorum, 100 adım ilerliyor. Neye yarar bu ütopya?" Galeano'nun yanıtı, "İşte buna; yürümeye yarar" oluyor.

Akademisyen olarak uzun süre çatışma çözüm çalışmış bir isimdir Mithat Sancar. Bir önceki dönem HDP Eş Genel Başkanı'ydı Pervin Buldan ile birlikte. Geçen cumartesi günü Ekopolitik grubunun toplantısında anlattı yukarıdaki bölümü. Barış yolunda yürümenin öneminden bahsederken...

"Yol"a çıkmak önemli ama "Nereye çıkacak yolun sonu"nun yanıtı da elbette aynı derecede önemli… MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli"nin 2024 ekim ayında açtığı yolun nereye gittiğini kim öngörebiliyor?

Bu yol nereye gidiyor?

Türkiye"de ve yakın coğrafyada yaşayan Kürtleri kapsayacak bir barışın inşası, oradan içeride demokratikleşmenin yeniden konuşulacağı, hukukun herkes için adil-eşit olacağı bir alanın yaratılacağı sürece mi? Yoksa günlük, sadece iç siyaseti-anayasayı-cumhurbaşkanlığı seçimine giden dönemi dizayn etmek isteyen, dışarıdaki şu anda elde edilen duruma bakarak bir yandan zaten yürürlükte olan sert güvenlik politikalarını daha da sertleştirecek bir zemine mi?

Sorular çoğaltılabilir. Ancak İmralı heyetinden Sırrı Süreyya Önder'in Mezopotamya Ajansı'na verdiği söyleşideki iki soru da kritik. Önder'in sorularını da not edeyim:

"İktidar, bizim atfettiğimiz anlamda 'devlet aklını' devreye sokup, belirsizlik karşısında Kürtlerle barışacak ve Ortadoğu'da bu şekilde mi temel aktör haline gelmeye çalışacak, yoksa 'kadife eldiven içindeki demir yumrukla' Suriye'de Kürtlerle sert bir çatışmaya mı girecek? Şu anda ulaşılmak istenen temel nokta bu iki seçenek arasında karar kılmak."

Geçen "çözüm süreci"nde de aktif olarak çalışmış bir isim olan Önder, Türkiye'de bu konuyu en iyi bilen isimlerden biri. Elbette o da içeride süren "kayyım atamalarının da", Suriye'de Kürtlerin olduğu bölgeyle ilgili "sert dilin de" süreci zora sokacak, bir süre sonra koparabilecek riskler olduğunu biliyor. Benzer içerikli bir soruya şu yanıtı veriyor:

"Biz heyet olarak işin pozitif olarak ilerletilmesine odaklanmış durumdayız. Kuşkusuz bu negatif gelişmeler yaşanmasın diye elimizden gelen çabayı gösteriyoruz. Ama sadece bizim değil, bütün toplumun sorumluluğu her şeye rağmen bu süreci sonuca ulaştırmaktır."

Burada kısa bir kulis bilgisini ekleyeyim. Heyet mümkün olduğu kadar güncel yaşananlarla ilgili yorum yapmamaya çalışacak. Günlük polemiklere-eleştirilere girmeyecek. Gündemden bağımsız barışı zorlayacak. Bu ne kadar-nereye kadar mümkün olur göreceğiz.

 

Bir noktanın altını daha çizmek gerekiyor. MHP resmi hesabından Bahçeli'nin fotoğrafı ile "Barışla herkes kazanır" paylaşımı yapıldı. Bugünkü grup konuşmasında da yine bu konuda mesajlar vermesi bekleniyor. Ancak daha sürecin başlarında Cumhur İttifakı'nın iki ortağı arasında bile hedef-tanım farklarının açılmaya başladığı, "kastedilenin ne olduğunun tam belli olmadığı", bir yandan kayyım atamalarının sürdüğü", kullanılan dilin "her geçen gün sertleşen bir hale döndüğü" dikkate alınırsa sıkıntılar yaşanabileceği öngörülebilir. Kullanılan dil için "pazarlıkta el artırma", iktidar ortaklarının durumu için "rol paylaşımı" denilebilir. Ancak kamuoyu sessiz ama endişeli bir biçimde yaşananları izliyor. Heyetin yakın bir süreçte kamuoyu desteğini artırmak için sivil toplumla da görüşeceği söyleniyor ama bu kadar büyük belirsizlikler içinde ne anlatılacak? Selahattin Demirtaş'ın heyet ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada özellikle "dil" hakkında söyledikleri önemliydi. Şöyle diyordu:

"Son derece hassas dengeler üzerinden yürüyen süreçte, karşıtlıkları bileyleyen, endişe ve korkuları büyüten, bir grubu ya da kimliği tahkir, tezyif ve tehdit eden zehirli bir dilden kaçınmak, tüm kesimlerin sorumluluğudur. Ortak geleceğe yönelen bir barış dili, süreci kuvvetlendirir."

Burada iktidar kadar muhalifler için de bu uyarılar yerindedir. Ama Demirtaş'ın açıklamasının en kritik yeri "demokrasi vurgusu"ndadır:

"Siyasal barış, beraberinde toplumsal barış yani demokratikleşme, eşitlik, adalet ve özgürlükler mücadelesinin tüm kanallarını açacak şekilde yapılırsa kalıcı olur, herkesin ve ülkenin yararına olur. Bu şekilde, siyasal barışın toplumsal desteği de artar, halkın ekseriyetinin sahiplenmesiyle tüm provokasyonlar ve baltalama girişimleri de boşa çıkar."

DEM'in kazandığı belediyelere kayyım atanması devam ederken, CHP'li belediyelere operasyonlar olurken, Demirtaş'ın vurgu yaptığı kanalların açılmasına dair en ufak bir sinyal gelmeden itici güç ne olacak? İyiden iyiye daralmış siyaset alanında, siyasetin itibarının, "toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir mekanizma olduğu olgusunun" zayıflamasının sonucu "otoriterliği", "lider tanımı altında farklı anlayışları-arayışları" gündeme taşıyacaktır.

Bitirirken…

Barışı; yürüdükçe uzaklaşan ufuk çizgisinden, bir ütopyadan, ulaşılabilir bir noktaya çekmek toplumun da görevi. Artık miadını tüketmiş "devlet aklı" yerine "sivillerin aklı"ndan yararlanmak, gündeme getirmek-gündemde tutmak önemli olacaktır. Sürecin bitmesinin her kesime siyasetin ötesinde kaybettirecekleri de olacaktır. İnsan yaşamı-mutluluğu "oy"dan, günlük hesaplardan önemlidir. Başarısızlık ne kadar geride dursa da Erdoğan'a da, bugüne kadar seçimden hükümet sistemine söylediklerini yaptıran Bahçeli'ye de kayıp yaşatır. Saf olmadan, gelişmeleri görerek, demokratik eleştirileri yaparak, değişimi sağlayarak barışa yürümek kritiktir…